Adnan Öz’ün “Türk Ruleti” adlı romanının birinci cildi hakkında yayınladığım tahlil yazımdaki haklılığımı, TÜRK RULETİ-2-HESAP VAKTİ adlı romanını da okuyunca daha iyi anladım. Çünkü, o zaman bile ‘acaba’ demedim ve bununla, Türk romancılığı, bünyesine, gerçek bir romancı daha katılmıştır düşüncem iyice pekişti.
Hâdiseleri teşhis ve ortaya koyuşunda, kendine mahsus roman disiplinini muhafaza ederek, karakterleri çok mükemmel tasvirlerle ifade etmesi bir yana, mekânlar ve zaman kollamalarını da, harfiyen gözler önüne sermekte büyük başarı göstermiştir.
Hâdisenin geçtiği mekâna ve zamana, kişilerin/kahramanların/karakterlerin hâkim rolde bulunmaları mutlak bir realizmi/gerçekçiliği/hakikatçiliği de başarılı kılmıştır.
Bunlar; doğrudan doğruya, romancının mevzuya ve hâdiseleri tâkip ve tertibe hâkimiyetini gösterir.
Bir bakışla, elimizde bir mâcerâ romanı; bir başka bakışla da, bir aşk romanı bulunmaktadır!..Şüphesiz ki, işin, bir de, ancak sezilebilen bir ‘millî siyâset’ cephesi vardır.
Bence, hiçbir eserin sayfa sayısı önemli değildir. Umûmiyetle, elimden geldiğince objektif bakışla yaptığım tahlillerde gördüm ki, şâirler ve yazarlar yâni edibler, yazdıklarının hiçbir menfi hâline tahammül edememektedirler.
Zâten, Türkiye’de yapılan kitap tanıtımlarında-zîra, çok az kitap tahlili mevcuttur; çoğu tanıtımdır- eş-dost-ahbap münâsebetleriyle, edebî hüviyetin şahsiyetine maalesef büyük darbe vurmaktadır.
Bu bakımdan; elimde ister roman, ister şiir, ister dememe, ister tiyatro veya başka tür bir edebî eser olsun, onu, bu edebî merhalede telâkki ettiğim anda, kazancımızın büyüklüğünü ifade için, ister istemez, müspet telkinlere müracaat ederim. Türk edebiyatı, ancak böyle yükselebilir!..
Kusursuz ne var ki, herhangi bir eserde olmasın ve menfi yönleri ortaya çıkarılmasın!..Şu var ki, bizde ‘tenkid’; iki kelime üzerinden devreye gider: Ya övülecek, ya yerilecek!..İkisinin arası, nâ-mevcuttur!
TÜRK RULETİ-2/HESAP VAKTİ’ye ‘mâcerâ” ve “aşk romanı” deyişimde elbette ki, ısrarlıyım. Ammâ..
Şimdi sözünü edeceğim durum, eserin birinci cildinde bu kadar bâriz olarak kendini göstermiyordu ve bu da, işin, ‘p(i)sikolojik bir roman’ olarak ele alınabileceği düşüncemdir.
Bilhassa, Alina ile, Kemal arasında sürüp giden ‘iç çekişme/muhasebe/vesvese/şüphe/endişe/kuşku/rahatlama/aklından geçirme’ bu hâlin, ferdî ihtiraslarının ortaya çıkamamasından bunalımlarla devam etmektedir.
Bu ikilinin oğlu İdris ise, aynı p(i)sikolojik t(ı)ravmaları yaşamaya başlar. Kaldı ki, Alina’nın yakın dostu/hanım arkadaşı Olga’yla aralarında meydana gelen sürtüşme, en çok Alina’ya zarar vermesine rağmen, açıklanması zor, halet-i ruhiyelerle ‘kopuş’lara sebebiyet vermiştir. ‘Gizli üzüntüler’, işin bir başka p(i)sikolojik boyutunu ortaya dökmüştür.
Kemal-Alina; Alina-İdris; İdris-Kemal; Kemal-Olga; Alina-Olga; Anneanne-Alina-Torun İdris; Melike (Melek)-Kemal; Alina-Kemal-Olga-İdris; Yuri(dede)-İdris karakterleri arasındaki p(i)sikolojik gerginlikler ve çatışmalar, kişilerin cins, yaş, mevki, hâdiseden etkilenme ve çevre şartlarına göre esrarlı hâllerde bulunmaktadır.
TÜRK RULETİ- 2/HESAP VAKTİ; muhakkaktır ki, ‘birinci’ diye isimlendirilmeyen TÜRK RULETİ’nin devamıdır. Bunda, birinciden farklı olarak tespit ettiğim husus, eserin, bir cephesiyle ‘p(i)sikolojik roman türüne’ bir numûne teşkil ettiğiydi ki, bunun üzerinde yine de düşünülmelidir.
Şunu da söylemeliyim ki; dikkat edilince görülecektir; romancımız biraz aceleci’dir. Aslında bu, millet olarak bizim müşterek mizacımızdan gelen bir hususiyetimizdir. T(ı)rafikte bile böyleyiz!..
Acelecilik, kendini, sâdece sezdirmektedir. ‘Sezdirmektedir’ kelimesini seçerek kullandım; ‘alelusûl’ değil!..Zîra; romanda, ‘ana başlık geçişleri’, bir önceki bahsi kaybettirmemek/unutturmamak için daha belirgin olarak ele alınır.
Romancımız Adnan Öz; bu ‘geçişlerde’, biraz ‘hızlı/aceleci’ davranmıştır.
Birkaç örnekle bunu îzaha çalışayım:
*“Melike, Veli’nin yaşadığı evin yerini biliyordu…” (Sf. 56)
Doğrudur!..Olabilir!..Mümkündür!..
Fakat;
“Evde, Veli’nin iki silâhlı adamı olduğunu biliyorlardı.”
Aradan on sene geçmiştir. On yıldır gelmedikleri bir mekânda, bunu/iki silâhlı adamı, nasıl keşfedebilmişlerdir?
*“Artık hedefte Erbil vardı. Sınıra yaklaşmışlardı…” (Sf. 61).
Peki; Veli’nin öldürülmesinden sonra, sınıra yaklaşıncaya kadar hiçbir ‘yaşanmışlık’ yok mudur? Burada da, âni ve sert bir geçiş söz konusu olmaktadır!..
*“Mesut gitti; bu arada balıklar pişmiş ve masaya servis edilmişti.
Meryem’in okulunun önüne gittiler” (Sf. 66)
Nasıl? Meselâ, “masaya servis edilmeyle”, “okulun önü” arasında, ‘zaman-mekân münâsebeti’ nedir?
*“…İstanbul’a geldiler” (Sf. 96)
Bu gelişle ilgili hiçbir ‘yolculuk’ işâreti/emâresi yok.
*“Baban da sizi çok özlemiş. Birlikte bir haftalığına İstanbul’a geleceğiz” dedi.
“…Ve annesiyle babası İstanbul havaalanına geldiler.” (Sf. 108)
Nasıl oldu da geldiler. Ne ile, geldiler. Hiçbir teferruat yok.
* “İşleri bitmişti. Mutlu’yu evine bırakıp otele gittiler.
Kemal, Melike ve Mutlu araçta hainin kapısını gözetliyorlardı.” (Sf.128)
“Otel’le, hânin kapısı arasında neler neler olmuş acaba?
*“Kuş Cenneti’ne özel turlar düzenlenmeli. Kültür ve Turizm Bakanlığı buranın tanıtımı ve ziyaretlerin artması için daha fazla çalışmalı.” dedi Melika.
Sarp Sınır Kapısı’na gelmişlerdi.” Sf. 153-154)
“Kuş Cenneti” Samsun’dadır. Sarp Sınır Kapısı’na nasıl, hangi şartlarda ve ne zaman gelmişlerdir?
“Nesrimizin Altın Kalemi” diye vasıflandırdığım Peyami Safa, “Üslûp Çalışmaları “başlıklı makalesinin ara başlıklarının birinde, F(ı)ransız romanından şöyle bir örnek verir:
“Madam Bovary ölmek üzeredir. Râhip son duasını okumak ve mukaddes yağla onun vücudunu ovmak için baş ucundadır.
Gustave Flaubert bu parçayı beş defa yazmıştır. Herbirinde hangi unsurları eksik bıraktığı veya fazla bulduğu aşağıdaki denemelerinde görülüyor.” (Bknz. Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 177) diyerek, örnekleri ardarda sıralar.
İki sene önce kaybettiğimiz değerli romancımız Emine Işınsu Öksüz, 16 Aralık 2012’de, Samsun’a bir konferans için gelmişlerdi. Konferans sonrası:
“Sohbetimiz esnâsında söylediği bir cümleyi, geleceğin Türk edebiyatçılarına bir örnek olması bakımından hemen not almıştım.
Emine Işınsu’nun bu cümlesi şöyleydi: “Ben, her romanımı, iki defa yazıyorum”.
Bu; san’ata verilen değer kadar, okuyucuya da duyulan hürmetin ifadesidir. Bu yolda gitmek isteyenlere, ne kadar ciddî olmaları gerektiğine dâir bir nasihat ve îkaz’dır.
“Bir romanı iki defa yazma”nın nasıl bir şey olduğunu düşünmek lâzımdır!..” (Bknz. M. Halistin Kukul, Emine Işınsu Öksüz’ün Ardından, wwwkapsamhaber.com-19 Mayıs 2021-12.44)
Eserlerin üzerinde bu tarz çalışmalar yapmak, bizde, şiir sahasında Yahya Kemal’de, Ahmet Muhip Dıranas’ta ve en çok da Necip Fâzıl’da görülür.
Keşke; her şâir ve edebimiz bu üstün hassasiyet ve ciddiyetle kaleme sarılabilse!..
Şimdi de, bilgi bakımından, TÜRK RULETİ adlı romanı hakkında yazdığım makaleden bir hulâsa yapmalıyım:
“Bir ‘icrâ’yı/yapım’ı, san’at sınıfına alıp, onu, eser kabul etmek gibi; bir ‘yazı’yı edebiyata dâhil etmenin de belli şartları ve kaideleri bulunmaktadır.
Başlık olarak aldığım “Türk Ruleti”, sözünü ettiğim vasıfta bir roman’dır. Son zamanlarda, edebiyat sahasında, az da olsa, bu tür güzelliklerle karşılaşıyorum. Roman, uzun soluklu olmasına rağmen, eli kalem tutanlarımız, bu sahada güzel örneklere imza atıyorlar.
Meselâ; şiir, çok yazılması ve en ince san’at olmasına rağmen, herhâlde, ‘kısa’ oluşu, az bir zamanda kayda alınması ve hemen çeşitli vasıtalarla piyasaya sürülebilmesi, sanki ona, bir öncelik kazandırıyor.
(…) Eserde; çok büyük ve samimî fakat yanlış anlaşılan bir aşk hikâyesi mevzû edilir. Asıl karakterler olarak öne çıkan, “Kemal-Alina” çiftinin aşkı, romanın akışını belirlemesine rağmen; hemen onların yanıbaşında üçüncü temel karakter olarak ise, oğulları “İdris” bulunur.
Tâli karakterler olarak görülen, belli bir yere kadar Kâmil, ve ardından, sonuna kadar asla önemini kaybetmeyen kahramanlar Turan Âmir, Yuri, Yuri’nin hanımı yâni Alina’nın annesi, Tilki Göz/Melek, -sonradan katılan Mecit-, baştan sona, ana karakterler gibi ön p(i)lândadırlar.
Öyle ki; her karakter, baştan sona kadar, cap-canlı, dipdiri ve sürükleyiciliğini devam ettirmektedir.
Bir romanda aslolan, romancının/anlatıcının, ’oyuncuları’nı, hiçbir zaman kendi başlarına bırakmamasıdır. Onları, dâimî olarak kendi murakabesinde bulundurmasıdır. Bu, bir üslûp işidir ve başarılmıştır.
Adnan Öz; bir romancı olarak, hâdiselerin seyrini, kendi arzusu dışına çıkarmamış, ‘okur heyecanı’nı, hâdiseler zincirini muhafaza ederek/ettirerek yâni ‘kırılma noktalarını’ çok iyi tespit ederek sürdürmüştür.
(…)Türk Ruleti; sâdece gerçekçi/ yaşanmış hâdiseler halkalarından mürekkep bir roman değildir. Onda, bilhassa, âşıkların (Alina’nın ve Kemal’in) çatışmalı p(i)sikolojik hâlleri de mükemmel sergilenir.
Hatta, bir çocuk ve ardından gençliğe adım atan biri olarak oğulları İdris’te görülen p(i)sikolojik tahliller de önemli yer tutar.” (Bknz. M. Halistin Kukul, Türk Ruleti, Wwkapsamhaber.com-28.01.2023- 13.59)
Bu satırlar, bu romanın ikinci cildinin yazılacağı/çıkacağı düşünülmeden sâdece birincisi için yapılmış bir değerlendirmedir.
Şu anda daha açık bir şekilde görülmektedir ki, TÜRK RULETİ 2/HESAP VAKTİ romanındaki p(i)sikolojik çatışma ve ayrışmalar, birinciye göre, çok fazladır.
Romancımız Adnan Öz’ün bana ‘îmâ yollu’ ifade ettiğinden anladığıma göre de, bu serinin üçüncüsü de düşünülmektedir.
Allah, hayırlı etsin!.. Kuvvet ve zihin açıklığı versin!..Türk Milleti olarak kendi kültür değerlerimizi ortaya koyan başarılı edebî eserlere çok ihtiyacımız vardır.
Tebrik ediyor; üçüncüsünü bekliyorum!..