" Bir mısraı bir millete şeref verecek şâir"
" Anlatma"dan önce, O'nu, anlamak lâzımdır. Anlaşılamayan, kavranamayan, her türlü fikrî hususiyetleriyle bilinemeyen, maksat ve hedefleri idrâk edilemeyen, cihânşümûl bir şuûr hâlinde geleceği kucaklayan bir tefekkür ve estetik hazînesini "anlatma"nın mes'uliyetini taşımak bir yana, " zorluğu"nu ifade etmenin bir "tevâzû " değil, bir mecbûriyet ve itiraf olacağını peşinen söylemem gerekiyor.
Necip Fâzıl, tek kelimeyle " zor adam " dır, " çetin " dir. Şâir Feyzi Halıcı'nın dediği gibi: " Necip Fâzıl, şâir olarak aliyyülâlâdır. Fakat taşkın adamdır."
"Zor" luğu, hem " aliyyülâlâ" lığından ve hem de " taşkın" lığından gelir. Hem "aliyyülâlâ" ve hem de "taşkın" adamlar, hem " çetin" ve hem de "nâdir"dirler. Çünkü O; Kaldırımlar-2 şiirindeki gibi, yerine göre " Sükût gibi münzevî" ve yerine göre de " çığlık gibi hür"dür.
Prof. Dr. Ayhan Songar, " Necip Fâzıl'ın Ruh Portresi" başlıklı makalesinde şunları söyler: " Bu derecede yüksek bir zekâyı anlamak, onun ruh fırtınalarını idrâk edebilmek, baştan aşağı sembollerle dolu ifade tarzını sökebilmek, hattâ, zaman zaman hepimize garip gelen davranışlarını değerlendirebilmek öyle güç, öyle müşkil ki...Bizzat kendisi bile " İnsanlar bilmediğini bildiğine kıyas edebilse biliyorum kelimesi ortadan kalkardı. Biz de bilmemenin biliyorum zannı içersinde gerisindeyiz" demişti. (.) Necip Fâzıl'ın ruh portresini çizmeye çalışırsak " erişilemeyecek bir zekâ, ihtiraslı bir benlik, engin bir mizah duygusu ve senelerin örsünde dövülüp pişerek nihayet gerçek bir İslâm velî' sinin ana çizgilerine kavuşma noktasında hayata sessizce vedâ eden müstesnâ bir şahsiyet yapısı" ortaya çıkar. Bizzat kendisi büyüklüğünün o derece farkında idi ki bu onda bir çeşit " ego hipertrofisi " - " benlik dehamesi " ne sebep olmuş, neticede kimseyi beğenemez hâle gelmiş, pek çok tanınmış şöhret olmuş kişiye adetâ düşman kesilmişti. Birçok kavgalarını da bu zaviyeden değerlendirmek gerekir kanaatindeyim. Bir televizyon konuşmamı takip etmiş, "tabiî beğenmediniz" dedim, "nerden bildin?" diye sordu, cevabım: " konuşan siz değildiniz de ondan " olmuştu." (Bknz: Prof. Dr. Ayhan Songar, Necip Fâzıl'ın Ruh Portresi, Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 1983, s.10)
Zekâsının müthişliği yanında, Necip Fâzıl'ın "zor" oluşunun üç boyutu vardır: Eserlerinde, çok "geniştir, derindir ve çeşitli"dir. Bunları kısaca îzâh edelim:
Eserlerinin ekserisi, birkaç eser muhtevâsındadır. Yine, her eserindeki metafizik derinlik pek müstesnâdır. Hattâ her mısraındaki düşünce mertebesi kitap yazdıracak seviyededir. Bunun içindir ki, O'ndan, henüz yirmi dört yaşında iken " Bir mısraı bir millete şeref verecek şâir" diye söz edilmiştir.
Diğer taraftan, o kadar "farklı edebî türde" eserler yazmıştır ki, herbiri şaheser değerindedir ve yalnız bizim edebiyatımızda değil, dünya edebiyatları içersinde de, O'nun kadar farklı türden esere imza atan yazar henüz mevcut değildir.
Necip Fâzıl; bazıları tarafından, bazen hiç anlatılmaz, bazen de " kolayca" anlatılabilir. Çünkü "hedef" çok geniştir. Bu geniş cepheli hedefe, herkes, bir cihetten bir nokta bulup hücûm edebilir. Tabiî ki, buna, anlatma denilirse!..
Ancak; bu hücûmlar, bugüne kadar olduğu gibi, tıpkı bir duvara çarpıp gerisin geri yere çakılan yarasalardan farksızdırlar. Çünkü Necip Fâzıl, öylesine kuvvetli bir "zırh"a bürünmüştür ki, O'nda, bir nokta kadar " gedik" açmak bile kimsenin haddine değildir. Zâten, bizzat kendisi, bu husustaki bütün gedikleri tek tek kapatmış ve kimseye bu fırsatı vermemiştir.
Necip Fâzıl'ı anlayabilmek ve anlatabilmek için, önce, " Verdiği mücâdelenin temelinde ne vardı ; ve, maksat ve hedefi ne idi ?" sorularına cevap bulmak, onları çözmek ve kavramak lâzımdır.
Elbette ki, bunların cevabını , Necip Fâzıl bizzat eserlerinde veriyor.
Meselâ; şu cümlesi bile, mes'eleye açıklık getirmesi bakımından yeterlidir, diye düşünüyorum. Buyuruyor ki:
" Öz kıymetlerimi benim derecemde dile getirebilecek birisi bulunmadığını, buna mukabil de, sefâlet ve noksanlarımı yine benim derecemde görebilecek anlayışta birisine rastgelmediğimi söyleyebilirim." (Bknz: İçimizden 30 Kişi, Ergun Göze, Boğaziçi Yayınları,İstanbul 1975, s.172)
Temenni ederim ki, yediyüz sene sonra Mevlâna ve Yûnus Emre'yi tahlilde geç kalındığının şuûruna varan Türk ve dünya edebiyatçıları, ictimâîyatçıları, felsefecileri ve ilâhiyatçıları, aynı gecikmeyi Necip Fâzıl için göstermezler ve O'nun eserlerinin, makalelerle ve tezlerle insanlığın hizmetine sunulmasını sağlarlar.