Hazret-i Mevlâna, aşk bahsinde, çok ilgi çekici şeyler söyler. Der ki; “Aşk bir illettir, fakat aşk illeti, sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın çektiği eziyetlerdir….Aşk, mâşûka göre değişir. İlâhî veya mecâzî olur. Mecâzî aşk insanı oyalar. İlâhî aşk saâdete ulaştırır…Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim; Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum…Aşk, sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir…Aşk olmasaydı, dünya donar kalırdı.” (Gölpınarlı, Mesnevî ve Şerhi)
Herbiri ayrı ayrı tahlile tâbi tutulduğunda sayfalarla îzahı gereken bu “aşk’ târîf ve tasvirleri, ‘aşk’ hakkında söyleneceklerin hiçbir zaman bitip tükenmeyeceğinin de işâretidir.
Mevlâna: “Aşk bir illettir, fakat aşk illeti, sıhhatin bile canıdır” derken, büyük şâirimiz Fuzûlî de, hemen hemen aynı hisleri taşımaktadır:
“Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni”
(Yâ Rab; aşk belâsını, bana âşinâ kıl/ Beni aşk belâsından bir an ayrı bırakma”.
Aşk; Mevlâna’nın talebesi olan Yûnus Emre’de de, Fuzûlî’de de ve çok sayıda Türk şâirinde de, çok geniş yer tutar. Dünyâ şiirinin zirve ismi Yûnus Emre bir beytinde şöyle der:
“Dört kitabun ma’nisin okudım hâsıl itdüm
Işka gelincek gördüm bir uzun heceyimiş”
“Aşk”; şiirimizin/edebiyatımızın vazgeçilmez mevzusu; hareket tarzlarımızın tetikleyicisi ve gönül dünyamızın inşâcısı olarak dâima en önde bulunmaktadır.
Aşk; aranmaz!..Nerede, ne zaman ve nasıl yâni hangi mekânda, hangi zamanda ve hangi usûl ile, aşka ulaşabilirim diye bir fikir de yoktur. O; umulmadık bir zamanda, bilinmeyen bir mekânda ve akıl almaz bir ‘usûl’ ile, seni arar bulur!..
Feyzi Halıcı’ya hangi cephesinden bakarsanız bakınız, O, bir ‘aşk’ şâiridir. Millî kültür değerlerine sâhip oluşuyla, milletine, bayrağına ve vatanına âşık’tır. Mânevî/dînî/İslâmî îmân ve yaşayış bakımından ise, şiirlerindeki insan sevgisi, tabiat sevgisi ve hayvan sevgisi, O’nu, her ân ‘ilâhî/hakîkî aşka’ taşıyan unsurlarla doludur.
İnsanı sevmeyenin, dîğer mahlûkatı sevmesi, onlara merhamet göstermesi mümkün olabilir mi? Bir karıncayı bile incitmekten sakınan Şâir; her baktığı/müşâhede altına aldığı varlıktan, Allah ü Teâlânın kudretine, rahmetine ve her türlü tecellilerine sâdık bir âşık’tır.
İmam-ı Gazali hazretlerinin buyurduğu gibi: “Mahlûkat, Hâlık’ın anahtarıdır.” (Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet)
“Takvimler Ötesi Aşk” başlıklı şiirinde şöyle der:
“Düşün ki, denizler ötesindesin,
Aşk, gözlerinde dürbün dürbün.
Martılar süzüldü içerinden,
Karşında sevgilini gördün;
Neylersin?”
‘Aşk’ı, takvimlerin/zamanın hattâ belli bir mekânın ötesine taşıyıp, hayâli bir kavuşmayı tasavvurla şaşkınlık geçiren bir âşık tasviri, mükemmel bir âhenkle sunulmuştur.
Dört kıt’alık şiirin son bölümü ise şöyledir:
“Neylersin, zaman içindesin
Uzak değilsin ki, bulutlardan.
Hüzünlü rüzgârların peşi sıra
Ya bir gün ayrı düşersen yârdan!
Neylersin?”
Son mısradaki iki “neylersin”in ilki, çâresizliğin, ikincisi ise, soru olarak, arayışın ifadesidir. “Takvimler ötesin aşk”; belli bir “zaman’a çekilmiştir. Mekân olarak, artık, bulutlar bile yakındır. Fakat, bu öyle bir aşktır ki, ona, yine ümitsizlik ve ‘hüzün’ hâkimdir:
“Hüzünlü rüzgârların peşi sıra/
Ya bir gün ayrı düşersen yârdan!
Neylersin?”
Şâir, bu ruh hâliyle, inişli çıkışlı, dolambaçlı bir aşk mâcerası yaşamaktadır ki, bu, bir insan için en tabiî hâldir. Çünkü insan, yaratılışı icâbı, “ tezatlı/ çatışmalı” bir varlıktır. Yaşadığı acılar, sıkıntılar, endişeler, hafakanlar, korkular kadar, sevinçler, ümitler, münzevîlikler veya taşkınlıklar da onun fıtratında vardır.
Bir şiirine başlık olarak aldığı “Aşk Sınırsız Çağrıdır” sözü, aslında, bir şiir târîfidir. Her ilke ve üslûp sâhibi şâir, bu tarz ifadelerle şiir görüşünü de ortaya koyar. Hattâ; sâdece bir sözle değil; bakmışsınız ki, bir başka ânında, bir başka şiir târîfiyle karşınıza/karşımıza çıkmıştır . Bu da, bir şâir için, çok tabiî bir hâldir.
Çünkü o/şâir, bir ‘hâl’ yaşamaz: Hâl’den hâl’e girer. Her ‘hâl’de, bir başka çağrışımla/dâvetle/vuslatla muhatap olur/olabilir. Bu bakımdan; Mevlâna, “Aşk bir illettir” diyorsa, Yûnus, “İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan gönül misâl-i taşa benzer” diye aşk târîfi yapıyor; Fuzûlî ise, “aşk belâsı”ndan söz ediyorsa, Feyzi Halıcı da, böyle bir târîfle bizi buluşturuyor demektir.
Bu şiirindeki;
“Gökyüzüne kanat açmış bir gemi,
Gerçek aşkın belli olmaz ki demi.”
Mısrâları, aşk’a veya aşktaki ‘doyumsuzluğa’ işâret olarak karşımıza çıkar.
“Seni Düşünüyorum” başlıklı şiiri, bir sevgiliye yazılmıştır. Diyor ki;
“Aşk bu, bir tadımlık soluk için,
Yaşamak, sonsuz mutluluk için,
Seni düşünüyorum:”
“Bir tadımlık soluk” ve “Yaşamak, sonsuz bir mutluluk için” mısrâları, çelişkili görünmesin. Aşk, böyle bir şey!..”Bir tadımlık soluk”, “sonsuz mutluluk için” açılan kapı’dır.
“Aşk Denen Şey…” başlıklı şiirinde, kendini, Mevlânaca aşka bırakış vardır. “Asırlardan kopup gelen bir geceden”, yürüyen dağlarla, gökyüzüyle, yıldızlarla velhâsıl tabiatla muhabbet ile, kâinatın yaratıcısı “Allah’a niyâz”ın en samimi hâlini yaşar.
“Bir uçan daire, üç kehribar sütun,
Hayal gibi süzülüyor, bir bahçeden.
Yürüyen bir dağ bilirim denizlere
Asırlardan kopup gelen bir geceden.
Olunca bunca olur bir güzel gelin,
Bu yemyeşil sahilleri seyre gelin!
Duyun, en güzel ufku çizen pergelin,
Işıl ışıl türküsünü en inceden!
Budur, Mevlâna katında aşk denen şey,
Parmakların sevdasınca ödenen şey.
Yeşil yeşil kubbelere adanan şey
Yumak yumak, çözülüyor düşünceden.
Sıra sıra dağlar gibi örter ufku paha
Bu ne içten niyaz ediştir, Allah’a.
Âteş rengi fânuslar ki bir bir daha
Seyre-durur yeryüzünü en yüceden…”
“Gelir” başlıklı şiirinde, hep o sevgilinin simâsıyla muhataptır:
“Bana geceleyin değil,
Düşler hep gündüzden gelir.
Aşka biraz etsem meyil
Karşıma gül yüzün gelir.”
Demek ki, şâir, aşktan kaçmaktadır. Fakat, ona “biraz meyletmiş olsa”, karşısında, hep onu/o “gül” yüzlü yâri görür. Şâir, dört kıt’alık şiirini , şu ümitsiz/ çâresiz/ hattâ bıkkın vaziyetindeki dörtlükle bitirir:
“Aşk bahsinde neylesin dil,
Göz yaşıyla dolar mendil.
Bir gün sönüverir kandil,
Sonu ömrümüzün gelir.”
“Yol” başlıklı şiirinin hulâsasını, ilk kıt’a açıklamaktadır:
“Aşk bahsinde bu muhabbet
Yârdan gelir, yâre gider.
Parça parça gelir sevdâ
Gidince yekpâre gider”
Şâire göre, “Aşk bahsi”, “muhabbetli”dir ve iki ucu vardır ammâ gelişi de, gidişi de aynı yere/kişiye/yâre’dir.
Kendisi, nerededir? Gelen ve giden vardır da, kime gelip gittiği saklı’dır.
“Yâr” kimdir ki, ondan gelip ona giden bu “sevdâ”, “parça parça” gelir de, “gidince yekpâre gider”.
Öyle derin-emsâlsiz/ sâdık/muhabbetli bir aşktır, bu!..Ve bu aşk, artarak devam eder:
“Ateştir, çoğaltan külü,
Dalında seyreyle gülü,
Has âşığın tevekkülü
Yâr katına çâre gider.
Başladı bağın talanı,
Seyreyle elde kalanı.
Bu gerçek yolda yalanı
Huy edine nâre gider.
Hak gerçeği ayan beyan
Ey dost, aydınlığa uyan!
Varlığı pekçe görmeyen
Yokluğa avâre gider.
Yol gider, adımlar bitmez,
Bu hasrete sabır yetmez.
Şemsi-mânâ sır iletmez
Ciğer pâre pâre gider.
Güç ister yanıp pişmeye,
Meyve dalından düşmeye
Aşk seline karışmaya
Bir nice biçâre gider.”
Bu “Yol”, çetin bir yol’dur: “Sabır ve tevekkül ister. Sâdece bunlar mı? Hayır!..”Yanıp pişmeye güç ister”; ve ancak, “Meyve dalından düşmeye” ramak kalsın ve “Bir nice biçâre” ise, bu “aşk seline karışmaya” can atsın!..
Feyzi Halıcı’nın şiirlerindeki aşk’ın özünü, “Dua” başlıklı şiirindeki samimî yakarışında görmek mümkündür. Dua; şâirin, derin bir aşkla bağlandığı Yüce Allah’la muhabbetidir. O’nun önünde secdeye kapanmak, gönül bağını kavileştirdikçe, bütün sıkıntılarının/kederinin kayboluşu ve günahlarının yaş olup akışının huzurunu yaşar, böylece, “Hakk’a kanat açar hep emellerim” diyerek sükûn bulur.
Mevzûya ışık tutması bakımından, “Duâ” şiiri de önemlidir. Onun da ilk iki kıt’asını nakledelim:
“Yükselir semâya doğru ellerim,
Mavi gecelerin seher vaktinde.
Hakk’a kanat açar hep emellerim,
Mavi gecelerin seher vaktinde.
Kaybolur kederim, kaybolur âhım,
Gözümden yaş olur akar günahım.
Bana daha yakın olur Allah’ım,
Mavi gecelerin seher vaktinde.”
“Duâ” şiirinde, “Hakk’a kanat açar hep emellerim” diyen Şâir, “Niyaz” başlıklı şiirinde, en samimî niyetiyle huşu içinde, kendisini “âşık vasfıyla” alenileştirerek yakarıştadır:
“Hak yolunda âşıklara
Yol biter mi erişmeden?
Hasrete can mı dayanır
Şöyle aşk ile pişmeden?
Adımlar geceye karşı,
Gerçek, düşünceye karşı…
Açılmış çiçeğe karşı
Muhabbet akar çeşmeden.
Kimi gündüz, kimi gece,
Bilinemez sabır, nice?
Tahammül olmalı önce
Bu ateş cana düşmeden.
Baksan Haktır, hangi yana
Bir nazar kıl, yana yana.
Kolayca görünmez mânâ
Yedi tepeyi aşmadan.
Hak âşığı bilen bilir,
Alan nasibini alır.
Gayrı muhabbet mi olur
Kul, nefsiyle barışmadan.”
Hulâsa; “Bu ateş cana düşmeden” ve “Kul, nefsiyle barışmadan”, bu aşk, emeline ulaşamaz!..
Hazret-i Mevlâna’nın, “Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı” sözü; Yûnus Emre’nin, “Işka gelincek gördüm bir uzun heceyimiş” mısrâsı ve Fuzûlî’nin “Aşk imiş her ne var âlemde/İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak” mısrâları, hiç de yabana atılır gibi değil, değil mi?
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI: 747, Ekim-KASIM-ARALIK 2023