15 Temmuz’dan bilmem kaç yıl sonra yazılacak olanları merak ediyorum niyeyse bu ara.
27 Mayıs’ta çocuktuk. 12 Mart’ı şöyle böyle biliyoruz, yurdun en doğu sınırında bir ileydik, basın-yayını iyi takip edemiyorduk…
12 Eylül, ihanetin, dalaverenin, dönekliğin, yiğitliğin, aslanı çakala boğdurmanın… şahlandığı bir dönemdir. En azından ben öyle hatırlıyorum.
Kan davalarına varana kadar bütün husumetlerin üstesinden gelemeyenlerin öç almak için adam gammazladığı, “Yattığı kârdır” diye suç isnat edip şikâyet ettiği alçak ve karanlık bir devir.
Benzerini 15 Temmuz sonrası için anlatanları dinliyoruz zaman zaman...
***
12 Eylül dönemi… Bir çay ocağı, yan masada yalvarıyor adam:
-Bana acele elli milyon lazım. Bu parayı bulmak zorundayım. Bütün mal varlığımı ipotek ettirebilirim, deyince:
-Kardeşim, sen o kadar borca batacak adam değilsin. Nasıl bir derde düştün böyle, diyor karşısındaki. Adam eğiliyor kulağına ama ben dinleyebiliyorum:
-Oğlumu kurtarmalıyım. Erzincan’da Sıkıyönetim Savcısına bu parayı verirsem oğlumu tahliye edecek, dediğinden bu güne, sırf bu yolla serveti aya çıkan hukukçular gelir aklıma…
İşkencenin sınır tanımaz yöntemleri geçti yazılı belgelere o döneme ait.
Ayaktan asma, falaka (en yaygın olanlardan biri), elektrik verme, germe, zincir (uzun bir zincir iki hükümlünün boynuna bağlanır, sırt sırta döndürülüp hızla itilir…)…
Köpek saldırtma, zorla bir kişiye bağıra bağıra kitap okutturma ve bütün koğuştakilerin tekrar etmesi istenir, bu, günün önemli bir bölümünü kapsardı.
Belirli marşların sesli sesli ve tekrar tekrar söyletilmesi…
Dudaklara sıkıştırılmış üç dört sigaranın emir komuta sisteminde içirilmesi…
Avukat ziyaretleri öncesi ve sonrası, mahkeme öncesi ve sonrası dayak, üstelik sanıkların cenaze aracıyla mahkemeye götürülmesi, uzun süre ayakta bekletme, üstüne işeme ve pislik yedirme…
12 Eylül “Bizim çocuklar” denen bir ekibe yaptırılmıştı. Bu çocuklar iki günde bir araya getirilmemişti elbet.
15 Temmuz “Ne istedilerse verilen, korunup kollanan” bir paral(ı)el” ürünüdür.
Liderleri ABD’nin kucağında ama kendilerine “hizmet ehli” dedirten çok itibarlı (?!?) bir ekip tarafından milletimizin kurumlarının bağrından hançerlenmesidir 15 Temmuz... Onlar da iki günde bir araya getirilenler değildi.
Kimse 15 Temmuz’dan önce bu hainlere söz söyleyemezdi, çünkü iktidarın gücü söz edenlerin tepesine iner, bilgiler yalanlarla kirletilir ve belgeler anında tertemiz edilirdi…
12 Eylül “Kendileri içeride, fikirleri iktidarda” olanları vurdu en çok.
Ülkenin kurumları, mahalle ve sokakları parsel parsel bölünürken aynı makamlarda oturanlar 12 Eylül’le birlikte kahraman kesildiler, Atatürkçü oldular.
Sokaklarda farklı bayraklar, semboller altında vuruşan bizim yavrularımızı aynı hapishanelerde zulüm ve işkenceye tabi tuttular.
İçeride tutukluları sorgularken alçaklığın, uşaklığın, düşkünlüğün zirvesine tırmanan küçük memurlar kullanıldı. Her biri kendini emniyet amiri, general zannetmeye başladı.
***
Makamına topuk selamıyla, kapı tıklatarak girdiği, önünde düğmesini iliklediği kişilere etmedik edepsizlik bırakmayan alçaklardan birini anlatayım sözün burasında.
Ülkücü kuruluşlarda ve Millî Eğitim’de yöneticilik yapan, 12 Eylül’de sorgusuz sualsiz içeri alınan, sonra salıverilen eğitimci bir arkadaşım anlatmıştı:
-Aklına esen bizi çağırıp keyif çıkarıyor hissine kapıldım bir ara. Sesler tanıdık geliyordu sanki. Kafamıza geçirilen külah-çuval benzeri şey görmemizi engelliyordu ama yerleri görebiliyorduk.
O gün sorgu esnasında sordu biri:
-Hoca, sen İstiklâl Marşını ezbere bilirsin değil mi, diye.
-Bilirim, suç mu?
-Yok, suç değil… Peki her dörtlüğün anlamını da bilirsin öyleyse…
-O da mı suç, dedim ama sesi yakalamaya çalışıyorum. Baktım paçasında bir sökük var. Sevindim, bu dengesizi bulacağıma emindim artık.
Öylesine başka şeyler de sordu, “nasıl olsa daha buradasın…” deyip koğuşa götürdü beni.
Sayımda falan gözlerimiz açık olduğu için ben paça kontrolü yapıyorum artık. İki gün sonra buldum o paçası sökük sorgucuyu…
Okul dışından Lise Bitirme Sınavlarına giren anamın akrabalarından bir polis memuru değil mi?
Çok ağırıma gitti.
İstiklâl Marşımızın bir dörtlüğünü açıklayan bir kompozisyon yazılması isteniyordu. Bunu sormak, sanki suçmuş gibi gündeme getirmek için gözlerimi kapatmaya ne gerek vardı ah anamın akrabası…
Şimdi siz olsanız bu akrabanızla görüşür müsünüz eskisi gibi?...
Bunu çok düşündüm, “görüşürsek nasıl davranayım” diye…
Allah razı olsun o günden sonra hiç görüşemedik…
***
Eğer 12 Eylül öncesinde görev yaptığım ilde kalsaydım biz de o sorgucularla tanışacaktık demek ki…
Olağanüstü şartlar cücüklere olağanüstü güç kazandırıyor ama paçası sökükler kimliklerini gizleyemiyor.