Mehmet Âkif Ersoy tarafından yazılan ve 12 Mart 1921 târihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Türk İstiklâl Marşı, aynı zamanda, millî târih şuûrumuzu terennüm eden muhteşem bir destandır.
Türk Milleti; Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin son yıllarında, Balkan faciası, Kafkasya ve Çanakkale’de verdiği büyük mücâdeleler ve kayıplarından sonra, Anadolu’yu kasıp kavurmaya başlayan sömürgeci kaatil sürülerinin işgali üzerine, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yeniden toparlanma ve müdafaadan ziyâde ‘taarruzu esas alan’ bir hedef tespit etmişti.
İstiklâl Marşı’mızın yazılması sonrasında, Başkomutan tarafından verilen iki muhteşem emir çok ehemmiyet arzeder.
Birincisi; 26 Ağustos 1921 târihli: “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile ıslanmadıkça terk edilemez” .
Diğeri ise; 1 Eylül 1922 târihli olup; “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”emridir.
İstiklâl Marşı’ndaki birlik ve beraberlik ruhunu esas alan ve bunda, târihî değerlerimizi coşkun bir heyecanla dile getiren mısraların da önemi vardır.
Zîra; Türk Milleti, bir millî mutabakat beyannamesiyle âdeta topyekûn şaha kalkmıştır. Çok büyük yokluk ve zorluklara rağmen yeniden dirilişin müjdeleri verilmeye başlanmıştır.
Tabiî ki, millî târih şuûru dediğimiz zaman, bunun unsur ve hususiyetlerini de kısaca belirtmemiz lâzımdır.
Türk delikanlıları, bir Kür Şad şahlanışı ve cesaretiyle büyüklerinin emir ve komutasında bu büyük mücâdeleye katılmışlardır. Türk kadınları, varları yoklarıyla, Türk askerinin yanıbaşında , cephe ardında, bu mücâdelenin belki de en sessiz fakat en tesirli kahramanları olmuşlardır.
Büyük Şâir:
“Ben, ezelden beri hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!”
Derken de;
“Dalgalan sen de, şafaklar gibi ey nazlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkdır; Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!”
Derken de, dâima göğsü kabarık; alnı ak; başı, dimdik bir ecdâdın, binlerce senelik tarihten gelen sesini haykırıyordu.
Bir yazımda, İstiklâl Marşı’mız için, “İstiklâl Marşımız, Millî Bir Sözleşmedir” demiştim. Evet, bu mânada, İstiklâl Marşı’mız, aynı zamanda, ‘Millî Târih Şuûrumuz’dur.
Çünkü O; dînî/İslâmî, millî, ırkî, an’anevî ve kültürel bütün kıymetlerimizi inceden inceye ele alır ve gönüllere nakşeder.
Türk düşmanlarını, üstü kapalı bir şekilde değil, âşikâr olarak ifşâ eder ve târihî îkazını yapar.
Türk İstiklâl Marşı; bu tarih muhasebesini yaparken, aynı zamanda, Millî Mücâdele’nin de başarı yolunu açarak, Cumhuriyete kapı aralar, geleceğe ümit ve güven aşılar.
Bu bakımdan, daha evvelki yıllarda kaleme aldığım birçok makalemde, onu, hem millî ve İslâmî değerler, hem dil/Türkçe ve hem de tarih sosyolojisi bakımından tahlile çalışmıştım. Meseleye, bu gözle bakmak da çok önemlidir.
Zîra; İstiklâl Marşı’mızın metni, sâdece muhakemesiz bir şekilde ezberlenip geçilecek bir manzûme değil, mâna ve ruh köküne inerek açıklanmak zorundadır.
Bu yazımda, kabul edilişinin 102. Yılı münâsebetiyle, sâdece hâtıraları tâzelemiş oluyorum.
Mahir İz’in naklettiğine göre, Büyük Şâirimiz, son günlerinde, hasta yatağında, şöyle demiştir:
“ALLAH, BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLÂL MARŞI YAZILACAK GÜNLERİ GÖSTERMESİN”.
Bu veciz sözü unutmamamız ve bundan, ne demek istendiğini n idrâkinde bulunmamız şarttır!..