Ergenekon, Ay ışığı, Balyoz… ve bilmem ne adlı piçler, doğması muhtemel bir gece baskınına giden yolu otoban yapmak için atılmış ilk adımlardı.
Bildik, sızlandık ama meydanların ve medyanın sesi yüksekti, duyuramadık.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi…
Peş peşe operasyonlar, en alttan en üsttekine kadar Türk Ordusu iğdiş edildi resmen, metazori…
Yargılaması bile başlamamış, hatta iddianamesi henüz daktiloda bulunan dava dosyaları ekranlarda, seçim meydanlarında halka meze yapıldı, çiklet diye dağıtıldı arsızca...
Halk bu efsunlu mezeyi yaladı, yuttu, çikletle avutuldu yıllar yılı…
Kimi savcı oldu, kimi hâkim…
Aylar, yıllar süren tutukluluk hâlleri…
İçeride hayatını kaybedenler, yakınlarının cenazelerine mevcutlu gönderilen mağdurlar oldu.
Araya çerezlik operasyonlar girdi.
Söz gelimi o an Manisa’da bulunan birisine Ankara’da suikast girişimi(!?!) diye bir düzmece ile Genelkurmay’ın kozmik odalarına dekolte giydirildi…
Ekranlardan mağdurların yakınlarının üzerine çirkef yağdırıldı koro hâlinde…
Sonra…
15 Temmuz…
Sahi bu alçaklık neyin vesayetiydi?
Bu vesayeti yıllar yılı olgunlaştıran, besleyip büyüten alt/üst akıl yok muydu?
O akıl sahipleri ve zamanın amirleri/memurları vicdanen rahatlar mı şimdi?
Kendilerini “Fetö’yle en iyi mücadele eden kişi” ilan eden basın mensubu arsızlar yok mu?
Belediyelerin imkânlarını “Hizmet Harekâtına” seferber edip o yapının okullarını açmak için imar tadilatları yapan belediyeciler az değil.
Bakıyoruz şimdi onlar “Fetö’yle mücadele etme şampiyonluğuna” soyunmuşlar.
Bu yapılanın izanla, edep ve adapla ne kadar ilgisi var?
Hukuk bunun neresinde?
Her suçu ve suçluyu korurken bir MİLÂT icat etme tarihi, M.Ö’ye mi, M.S.’ı bir zaman dilimine mi denk düşmektedir?
Yanılma/aldanma/kandırılmanın miladı ne zamandır?
Yanılma/aldanma/kandırılma ile emir buyurulan kişilerin de bir miladı yok mudur?
Hukukta “Altta kalanın canı çıksın” diye bir madde var mıdır?
Dinen ve hukuken masum sayılacaklar kimlerdir?
Dinen ve hukuken “Mükellef olma” şartı taşımayanlar kimlerdir?
Memlekette bir hukuk yangını vardır.
Tepesine binilen her vesayet yeni bir vesayet değil midir?
“Değildir” diyenleredir sözüm, lütfen dikkatlice etrafınıza bakın…
Şimdi “Samanlık yanarsa fareler de yanar” zevzekliği ile zevklenip “Oh olsun, ben demiştim” ukalalığı ile kabarmak zamanı mıdır, bilemem.
Tabanından tavanına kadar hasar almış Devlet Gemisi’ni sakin bir limana çekmek için gayret gerekmez mi?
“Bana yâr olmayan yaşamasın” bencilliği, “Ya benimsin ya kara toprağın” öfkesi, “Bu alçak kaptana yardım eden onun gibidir” önyargısı ile varılmak istenen yer neresidir?
Üzerinde atalarının mezarı bulunan bu vatan toprağının yarınlarına bestelenmiş sevda türküleriyle gönlü gamlı olanlar çok bencil olamazlar.
“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” diyemezler.
İtfaiye ile yangın arasında gel/git oyunu oynayamazlar.
Tıpkı bundan önce olduğu gibi…
Kan kusarlar ama “Kızılcık şerbeti içtik” derler.
Kimsenin kendilerini alkışlamasını beklemezler, kınamasından yılmazlar.
Onlar, dört bin yıllık bir tarihin kökleridir ki her tufandan, felaketten sonra yeni ufuklara ümitle yürüyenlerin torunlarıdır.
Onlar, esas yükü çekenlerdir ama sessizdirler…
Çünkü yükü çeken manda hep sessizdir…
Tekerler gıcırdamasa manda görevini yapmıyor, kağnı yerinde duruyor demektir.