Karısı evde oturup her işe karışmasından usandığı Çoban Yusuf’a şöyle çıkışırdı her gün:
-Ula herif!... Yaşıtlarından kaç kişiyi öteye gönderdin. Daha bir vakit namazın yok. Utan utan, yaşından başından utan…
Yusuf bir kulak ardı etti, iki kulak ardı etti, namaza başladı seyrek sakat. Derken beş vakit cemaate katılmaya da…
Kadın çok huzurluydu. Sanki o umursuz adam gitmiş, yerine daha duyarlı, daha sakin, daha planlı, ölçülü biri gelmişti...
Yusuf bir sabah çocukluk arkadaşı Ziya’nın kapısından geçip camiye giderken ezan okunmaya başladı.
Bu yaşa gelene kadar Ziya’dan ayrı hiçbir iş tutmamıştı. Beraber büyümüşler, koyun gütmüşler, askere beraber gitmişler. Asker dönüşü köyün çobanı olmuşlar…
Düşündü durdu bütün bunları… “Şimdi ben bu soğuk havada sabah sabah namaza giderken o rüyalarda uçsun… Hele bir dur, ben sana gösteririm…” deyip yatak odasının penceresi tarafındaki tahtadan merdivenin altına girdi. Gizemli bir ses tonuyla:
-Ya Ziyaaaa! Yatma zamanı değiiiil… Baaak, Ezan-ı Muhammedi seni çağırıyoooor!.. Uyan bu gaflet uykusundaaaan. Kendine gel Ziyaaaaa!!!... Uyaannn, kendine gel ya Ziyaaa, deyip camiye yürüdü.
Birkaç sabah daha aynı şekilde seslenip gitti.
O sabah Ziya’nın ışığının yandığını gördü. Azıcık kulak kabarttı, ibrik tıkırtıları geliyordu. Anlaşılan Ziya uyanmış, abdest alıyordu. Bir muziplik edesi geldi, aynı merdivenin altına gizlenerek:
-Sen erdin ya Ziya, sen erdiiiiinnn. Ne mutlu sana eeey Ziya! deyip sustu. Evde bir hareketlenme oldu:
-Sesin geliyor ya sen neredesin ya Resulallah!... deyip don gömlek merdivene yöneldi Ziya. Heyecandan titriyordu. Daracık merdivenin küçük sahanlığına adım atar atmaz boşluğa bastı, gürültüyle “yandım anam” diye bir ses işitildi.
Ziya merdivenden boşluğa düştü mü, uçtu mu, orası karışık…
Yusuf, şaşkındı… Saklandığı yerden hızla uzaklaşıp camiye girdi. Namaz bitince başka bir yoldan eve nasıl attı kendisini, farkında değildi.
Zaman geçmek bilmiyordu… Meraktan çatlayacaktı…
Güneş epeyce yükselmeye başlayınca ortalıkta Ziya’nın erenler safına katıldığı, günlerden beri her sabah kendisini çağıran Peygamber Efendimizin nidasına karşılık vermek için koşarken merdivenden düşüp ayağının kırıldığını duymayan kalmamıştı…
Yusuf geç vakit arkadaşının ziyaretine varınca her zamanki zevzekliğinden eser yoktu. Elleri önde bağlı, doğruca Ziya’nın yatağına vardı. Avucunun içinden saygıyla öptü:
-Kimin ne olduğunu Allah bilir dostlar… Kim derdi ki benim gardaşım Ziya’ya böyle bir lütuf nasip olacak… Allah hepimize göstersin, diyerek geri geri çekilip bir kenara oturdu.
Bu, Ziya’nın erdiğine ait söylentilerin üstüne cila oldu, ünü çevre köylere yayıldı.
Ziya’nın ermişliğine bizzat şahit olmak, mübarek elini öpmek için uzak köylerden, ilçelerden bile görmeye gelenlerin ardı arkası kesilmedi epey zaman.
Ziya, akrabaları, komşuları bu ziyaretlerden çok memnundular. Böylesi bir lütuf herkese, her köye nasip olmazdı elbet…
Ayağındaki kırığın ve vücudundaki eziklerin düzelmesinden sonra Ziya’nın camiye ilk gelişi de epey gösterişli oldu. Yıllardır camiye uğramayan Ziya bir anda ön safta buldu kendisini…
Ziya sakal bıraktı. Beş vakit namazı camide kılmaya başladı.
Gel zaman, git zaman, eşi rahmetli oldu Ziya’nın. İlk teselli eden, günlerce yalnız bırakmayan kader arkadaşı Yusuf onu evlendirmeye karar verdi.
Araştırdığı yerlere Ziya’yı da götürüyordu. Bir iki yerde olacak gibiyken Ziya’nın yaşlı olduğu gündeme getirildi, olmadı…
Yusuf, bir çare arıyordu. Öyle ya can arkadaşını evlendirmeliydi.
Son gittikleri köyün bakkalından aldığı jilet ve sabunla bir çeşme başında sakalını kesmeye kalkınca, Ziya ağladı:
-Bu kemale ermişken ben sakalımı kestiremem, deyip direniyordu.
Ne diller döktü, hangi derelerden ne sular getirdiyse Ziya bir türlü sakalını kestirtmiyordu. Yusuf oturdu yanına, gözleri yarı nemli, titrek bir sesle:
-Bak gardaş… Şimdiye kadar ne ettiysek beraber ettik… Bundan sonra da beraber edeceğiz… Evlenmen için bu sakalı kesmemiz şart… dedi.
Ziya biraz yumuşar gibi oldu:
-Milletin diline düşmek var Yusuf. Bilmez misin sen bu milleti?…
-Milletten sana ne?... Akşam olunca yanında millet mi yatacak?... El ile düğün bayram, gerisi seyran… Şimdi beni iyi dinle Ziya gardaşım, aç gözünü, iyi dinle: Sabahları sana çağıran ben, seni sakatlayan ben, gelip elini öpüp ermişliğini tasdik eden yine ben…
Yusuf bunları derken Ziya’nın gözleri büyümeye başladı. Altı senelik ermişliğinin sırlarını öğrendikçe ne diyeceğini şaşırdı:
-Essah mı diyon gardaşım sen, diye sordu.
-Essah elbet… Ne sandın ya… Ancak ne yalan söyleyim, sana bu ermişlik çok yakıştı. Bambaşka bir adam oluverdiydin.
Ziya ne diyeceğini bilemiyordu. Yusuf dilini çabuk tuttu:
-Şimdi seni evlendirecek olan yine ben... Allah nasip eder de evlenirsen sen altı yıllık alışkanlıklarını bırakacak değilsin ya… Hem sakalı yine bırakırsın, nasıl olsa kökü sende… Keramet sakalda olsaydı keçileri müftü yaparlardı…
İki damla yaş süzüldü yanaklarından Ziya’nın. Bir hıçkırma sesi duyuldu, kısacık:
-Kes bari gardaşım, dedi sessizce.
Arama listesindeki son köye doğru yola çıkarlarken Ziya’nın kaç yıllık sakalı çeşmenin yanına bırakılmıştı bile…