Her yörenin bir, ağzı, kelime dağarcığı vardır. Her evin de belli bir kelime dağarcığı, en çok konuşulanları olur.
Sözün tebessümü, öfkesi, şiddeti (tınısı) vardır ki anlamın belirlenmesinde çok etkilidir. Aynı cümleyi farklı ses tonu ve vurgu ile söylerseniz anlam, duygular farklı iletilmiş olur.
Denir ki “Oha vardır, öküzü durdurur, oha vardır, boyunduruk kırdırır”. “O-haaa!...” dersin yumuşatırsın, “Oha!...” dersin gerginlikten ortalık titrer…
“Buraya gel” diyerek gönül okşayabilir, korkudan titretebilirsiniz karşınızdakini.
Sevgiyi, saygıyı, aradaki mesafeyi dilimizle, ses tonumuzla düzene sokar, isteklerimizi kelimelerle iletiriz.
Söz gelimi babam ortadan kaybolanımıza “ Ula çise çakalııı” derdi. Bunu söylerken gülümserse keyfi yerinde olduğunu bilirdiniz. Eğer “Çise çakalı, nerdesin sen?” dediyse uzak durmalıydınız.
İşi dikkatsiz yapana, umursamaza, dalgaya almaya çalışana “E he”, kendiliğinden olan ve herkesin memnun olduğu işlerde “Agop ölsün de hangi dertten olursa olsun” derdi babam…
Anam, kaçıvermiş babama. Gelinlik giyememiş. Bu yüzden düğünlere, özellikle duvak denilen ve gelin geldikten sonraki gün yapılan sadece kadınların gittiği düğüne gitmeyi çok severdi.
Her düğünden dönüşte inadına sorardık anama, “Gelin nasıldı ana, beğendin mi” diye, gülümseyerek “Gendü has, niye” dedi mi biz basardık gülmenin gözüne…
Sonraları muzipliğimizi anlamış olmalı ki, bir baktık “Gelini görmedim” deyip bizi işletiyor.
Anam yemeğin sonunda ayran doğraması yiyip yemeyeceği sorulunca ki özellikle sorulurdu, “yimiyumiçcem” şeklinde ulama yapınca yemeğin tadı gelir, gülerek kalkardık sofradan.
“Ana buyur, ye” diye bir ikramda bulunurduk da “Madam yok, yüreem aari, (yanii), yimiyum” veya “Eccük ver” derdi anamız.
Sabah yemeği (kahvaltısı) sonrası sofradan erken kalkıp ineği sağmaya yönelir, bana mutlaka ”Abduraman, kap tenceri” diye seslenir, o zaman nasıl gülerdik kıs kıs… İneğin yalını ahıra benim indirmemi çok isterdi anam.
Titiz adamdı babamız. “Yemeen duzu yok…” deyince anamın cevabı “Saa duzlu yariu mu da”, tuz fazla kaçıp babam çıkışmışsa “Sen duzlu seviun zatdı” derdi anam, gülmekten kırılırdık da “Gâvurun uşakları sizi” der, yalandan küserdi.
Babam yanıldığını anlayınca ses tonunu düşürerek “Bilmiyum ben” veya “Ben bilmem” der, susardı bir süre…
Bunaldığı zamanlar “Gardaşım, elin talihi önden gider yol gösterir, benimki ardımdan dökülenleri toplar…” diye şikâyetlenirdi. Anlardım ki bir sıkıntısı var…
Faydadan çok zararı dokunacak kimseler için “Varma meyhanesine, içme şarabını” derdi babam. Ve eklerdi: “Oolum, görüp geççeen, sorup gitçeen, selam verip aleykümselam diyene kadar gaççaan adam vardır. Evine gitceen, sadece gapısından geçceen adam vardır… Aman ayarı gaçuma…”
“Tüvf bee!...” demişse babam, aklına gelen bir işi yapmayı unutmuştur. Bir de doğru bildiğini zannettiği bir durumun aslını öğrenince “Haa öle mi” der, susardı.
Evde, özellikle mutfakta bir gürültü olsa “U ne u?” veya “Ohhoohooo” demezse babam, mutlaka derin bir düşüncededir.
Nebahat Bacım bunu çok kullanır, yalandan yere bir tas atar veya durup dururken seslenirdi öte odadan “U ne u?... Neyi kırdıız gine?...” der, babama suskunluğunu bozdururdu.
Öylesine ortalığa konuşurdu:
-Bizim garı bile beni gandurii artık. Uşaanı yaturi zabatleyin, baa “Saa gaymak, yav, süt vercem ” diyerek malı baa bakduri deyip deyip kıs kıs gülerken ne sevimli olurdu babamız.
Babamın atasözü niteliğindeki tekrar tekrar kullandığı kalıplaşmış cümleleri vardı:
Mal zabına benzer.
Azacua sormuşlar “nere gidiyun diye, uzacuğa gidiyum” demiş.
Aah emmi, sen iki lafı bi araya getirene kadar benim çişim gelii…
Bakamicaan malı gapıya getüme.
İyi uşak anasına söödürmez.
Ben sizi çok yaptım ki birbiriizle oynan diye, elin gapısında görmicem sizi…
Oolan yidi oyuna gitti, çoban yidi goyuna gitti.
Çok tez canlıydı babam. Dışardan gelen biri daha yerine oturmadan anama seslenirdi:
“Yimek verin uşaa, uşaa yimek verdiiz mi?” Hele inek bağırmaya görsün ahırda, “Mal niye baarii?” der, eve telaş salardı.
Bir gürlerdi, eser yağar, durulurdu. Fındık zamanı bir başka titiz olur, “Akşamdan yatmazu, zabahtan galkmazuu, el hep fındıı toıpladı, siz yatın bakalım” derken babam, anam:
-Her sene böle diyun emme fındıı gine uşak toplii. Acuzluun ne? Uyusun uşak.. deyince sesi çıkmazdı.
“Yalanın şakkasını bile sevmem” dediyse sözü toparlamak zorunda bırakırdı seni.
Torunlar salıncak yapıp sallanırken kızar:
-Sallana sallana aacı gurutuuz, der ama ardından “Uşak gendü sallanami, yardım etseeze!” diye ikaz ederdi.
Gizli kapaklı konuşurlarken orta şiddette bir ses tonu ile “Goca burunlu Kirkor seniii, sen ne ala bula gözlü herifsin seeennn” dediğini duyardık Ömer Amca’nın. Bütün konuşmalarının sonunda:
-Aramızda kalsın, dediler mi sözü bitirmiş sayılırlardı.
Çeşitli sebeplerle aileden birisinin, yakınlarımızın söylediği, sık sık tekrar edilerek o ana gönderme yaptığımız kalıplaşmış sözlerimiz vardı ki her biri için ayrı birer hikâye yazılabilir:
“Isırganlı aazlı garı”, “Ah ulan Bediye”, “ Süt daştı süt”, “Gâvurun oolları, dööşmesinler”, “Yok oolum yok, baban da gelse faydasız”, “ Sen ne anaan gözüsün”, “Bal mı var bende”, “Yirsen gine verürüm”, “Hobpalaaa, kapıyı kim kapicak”, “Gara gız gostili gaptı”, “Uy gülüüm, aazını yidüüm gülüm”, “Uzmanlar gabaa (gostili, balcanı) incelemişler içinde yariişli bi şey bulamamışlar”, “Melek, gızım, kirmidin yandım alamadım olmuş”, “Bu benim horuzum muuu?”, “Ben ayrı yiicem”, “U unu kölletür kölletür”, “Hıh, .ruspuluk”, “Hızır uuradı baa şükürler olsun”…
Öylesine aklıma geldi, sıralayıverdim.
Dünden yarına yazılı olanlar kalıyor malum.