Bir yanımızda dinimden rahatsızlar sürüsü, öbür yanımızda milletime kini olan din-i dâr çukurları…
Öyle büyüdük, olgunlaştık yıllar yılı…
Fikri yapımızı pekiştirenlerdir onlar.
Cami kapılarında yakalar, sohbetimize maydanoz olurlar ve sorarlardı:
-Türk müsün, Müslüman mısın?
Türküm desen “Müslüman değil misin” sorusu gelecek, bilirdik.
-Hem Türk’üm hem Müslüman’ım, desek:
-Önce hangisindensin?
Bir bakmışsın zırt diye girerler söze:
-Bir sandalda sen, Müslüman bir Arap ve Müslüman olmayan bir Türk… Fırtına çıktı ve kayıktan bir kişi atılacak… Kimi kurtarırsın?
Şeytanca, alçakça…
Ben tamam, buldun, hadi Müslüman Arap’ı da buldun, üç yüz milyon Müslüman Türk içerisinden sayısı bir milyonu bulmayan Türk’ü nereden buluyorsun be alçak…
İlk duyduğumuzda apışıp kalırdık. Sonraları:
-Koçum, ben ülkücüyüm, önce kayığı kurtarmaya çalışırım. Olmazsa kayıktan atlar giderim. Benim kardeşimi de senin kardeşini de atmam, merak etme, derdik.
Bunlarda vatan ve millet fikri yoktu.
“Müslümanın vatanı seccadesini serdiği her yerdir” gibi söylemi olanlar vardı.
Sıkışsalar, Ortadoğu’ya değil Batı Avrupa’ya kaçmayanı yok gibidir…
Dini kırıkların çok acayip soruları olurdu.
Din kurallarıyla ve dindarlarla eğlenmeyi çok severlerdi.
Gusül abdesti almanın gereksizliğinden tutun da kurban kesmenin vahşetine kadar…
Yılbaşlarında hindiler kesilirken sesi çıkmayanlar, kurban bayramında hayvan sever olurlardı.
Hele “Kutuplarda namaz vakti, nasıl oruç tutulacağı, Kıbleyi nasıl tayin edeceğimizi” sorgularlardı.
Bir keresinde babama çattı bir acemi İslam muhalifi: “Kutuplarda ibadeti…” sordu.
Babam zeki adam:
-Hayırlı olsun, deyince şaşırdı çaylak.
-Ne hayırlı olsun?
-Yeni görevin… Seni Kutuplara imam tayin etmişler demek… deyince bir kahkaha koptu…
-Oğlum, sen burada oruç tutuyor, namaz kılıyor musun, yok. Kutuplarda yaşamaya mı karar verdin, yok. Sana ne benim namazımdan, orucumdan? Hadi, işine git işine…
Bir yanımızdakiler de öbür yanımızdakiler kadar bizden uzaktılar.
Kaddafi’nin Yeşil Kitap’ını okumadık ya da Marks’ı iyi incelemedik diye cahile saydılar bizi.
Kaddafi, Humeyni, Saddam arasında gidip gelenlerle Lenin, Mao, Stalin, Enver Hoca, Troçkiperverler kuşatmasından sıyrılıp geldik.
1973 Seçimlerinden önce, 23 yaşımın ataklığı ile seçim sonuçlarını şöyle yorumlamıştım da “Sit…r”i yemiştim büyüklerimden:
“Tek başına iktidar görünmüyor. CHP 1. Parti olur, MSP ile hükümet kurarlar”.
Aynı kişiler seçim sonrasında babama:
“Senin moklu Hocaya selam söyle, o büyük adam” diyenler olmuştu.
Nereden mi bilmiştim?
Çok basit: İki tarafın da bize aynı gözle bakmalarından…
Dedik ya sıkıştıklarında her iki yanımızdakiler soluğu Batı Avrupa’da aldılar. Oralarda geçimlerini Kiliseler Birliği gibi vakıflar karşılıyordu.
Hâlâ öyle değil mi?
Biz, vize ile gidemezken oralara, bizim dış kabuklarımız hatırlı konuk olarak barındırılıyorlar oralarda…
Hep, saf ve masum çocuğu olarak kaldık Anadolu’nun.
Öyle kalmaya da devam edeceğiz.