Sığ ve durgun sular çabuk bulanır.
İnsanın da sığı vardır ve öyle çabuk bulanır ki çamurlaşır adeta…
Şu Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan gezisi ile ilgili yaptığım “Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ın Yunanistan'daki çalışmalarını, konuşmalarını takdirle takip ediyorum.
Ben de olsam benzer şeyler yapardım.
Teşekkürler... “ şeklindeki kısa paylaşıma verilen bir cevap beni düşündürdü…
Özeti şudur:
“Ben olsaymışım Yunanistan’a gitmezmişim, onlar ayağıma gelmeliymiş, başlarına vura vura onları denize dökermişim…”
Ayrıca bir hayret bildirimi var:
“Sayın hocam! Kinaye yaptığınızı söyleyin....”
Öncelikle belirteyim, Türk Milliyetçileri bu milletin “Erken Uyarı Sistemi”dir.
Siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik, askerî alanlarda esecek en hafif tehlike rüzgârlarını en erken fark eden ve tedbirler geliştiren milletin has evlâtlarıdır Türk Milliyetçileri.
Dışarıdan gelecek etkilere karşı milletin refleksi= irkilme gücü’dür Türk milliyetçileri. Türk Milliyetçilerini etkisizleştirmeden bu millete düşmanlıkları olanlar emellerine ulaşamazlar.
Bunu başaracak güç henüz yok.
***
Son devrin en önemli zirvesi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Mustafa Kemal’i, “Atatürk” yapan sır, onun milletini iyi tanımasındadır.
“Çocukluğumda elime geçen iki kuruşun yarısını kitaplara ayırmasaydım, bugün yaptığım işleri başaramazdım” sözü ondaki derinliğin ana kaynağıdır.
Edindiği tarih şuuru onu Oğuz Kağan ve Bilge Kağan’la çağdaş yapmıştır.
Alın Gençliğe Hitabe’yi, Onuncu Yıl Nutku’nu, karşılaştırın Göktürk Kitabeleri’yle… Ne çok ortak yön bulursunuz…
Bir de, Türk tarihi ve kültürüyle ilgili okuması olmayanların yaptıkları işlere, o işlerdeki acemiliklerine, verilen tepkilere ve yan çizmelere, günü, dününe uymayan zikzaklarına bakın…
Konuştuklarına bakın, içeriden ve dışarıdan gelen övmeler ve saldırılar karşısında gösterdiği tepkilere bakın…
Sığlıktan hep.
Günlük olayları inceleyin, siyaset alanındaki tutarsız, itici, gerdirici söylemlere bakın.
Eğri, doğru olup almadığına bakmadan işin ve söylemin sahibine göre tavır alanlara bakın…
Bizim çocuk dil çıkarırsa “ne terbiyesiz”, onların çocukları dil çıkarırsa “ne sempatik çocuk” damgası vuran ahmaklara bakın…
Bir çekindiğinden ömür boyu tırsan, ona boyun egen, öfkelendiği, gücünün yettiği birisini ömür boyu ezmeye uğraşanlar yok mu?... Onlar kümes hayvanı cinsindendir ve ufukları, kümesleri kadardır. Kurguları, yeniden yorumlama, yargılama, çare arama güdüleri yoktur…
Kökleri, babalarından öteye gitmeyenler, cehaleti tahsiliyle tescillenmiş zavallılar, tarih şuurundan yetim kalmış olan bedbahtlardır. Oysa insan, çağlar ötesinden bugüne getirdiği birikimleriyle insandır.
Sultan Alparslan’nın Malazgirt’te mağlup ettiği Bizans İmparatoru Roman Diyojen’i, “hatırlı konuk” olarak ağırlaması ve ülkesine göndermesini düşünün.
1922’de yurdunu işgal eden ordunun başkomutanı Venizelos’u esir alıp Yunan bayrağını çiğnetmeyen Mustafa Kemal’i düşünün.
1930’larda, Atatürk’ün Balkan Paktı kurulmasında, cephelerde savaştığı Venizelos’la yaptığı işbirliğini düşünün.
1934’te, Yunan vatandaşlarının İran’daki diplomatik işlemlerinin görülmesi için Türkiye Büyükelçiliğini seferber eden de Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayın.
Sevr Antlaşması’nı imzalayanların arkasında dolanıp öfke ve kin kusma yerine, neredeyse onlarla işbirliği yapıp Sevr’i dayatan dışarıdakilerin karşısına dikilen, içerideki işbirlikçilerin boğazına sarılan Mustafa Kemal’i düşünüyorum.
Zaafları, çaresizlikleri yüzünden Sevr’i imzalayanların karşısına geçip “Oh olsun, yanlışınızda boğulun” deyip keyif çıkarmamıştır Mustafa Kemal…
Mustafa Kemal “SIĞ”, çiğ, kalibresi düşük bir adam değildi.
Mustafa Kemal’le kan uyuşmazlığı yaşayanların akrabaları günümüzde de yaşıyor.
İşin en acıklı yanı, bu sefer zihni bulanıklar çoğunlukta…
Sığlık her asırda insanlığın yarasıdır, yüz karasıdır.
Abdest alacaksan derin sulardan al…
Boğulacaksan derin sularda boğul…
“Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır.”.