E he, gülersiiz! Dert yok, gasavet yok, deyince babam kapının önünde, kalakaldık…
O maviş gözleri az çiseli, girdi içeri. Şaşırdık.
-Gözü çıksın yoksulluğun, dedi. Anama uğradım da ağlıyordu. Evleri yanmış bi çocuk gelmiş, yüzünde yanık izi varmış, yardım topluyormuş. Anam:
-Senin Rasim kadar bir çocuktu, dedi, deyince gülmemek için sıktım kendimi.
-Oğlum, hiç param yoğ idi, eli boş gönderdim çocuğu. Nasıl oğulsunuz, bana hiç harçlık vermiyorsunuz, dedi. Cebimde 75 kuruş vardı, verdim, geldim, derken yine nemlendi gözleri.
Gel de gül şimdi. Dayanamadık, anlattık durumu:
-Baba, Rasim’in yüzünü vişneyle boyadı uşak. Senin eski ceketini ters giyerek babaannemize şaka yapmaya gittiydi…
-Eşşek oğlum, deyip gitti.
Anlatmış durumu anasının üzülmesi geçsin diye. Bu sefer de kandırılmış olduğu için üzülmesin mi babaanne…
O, öyleydi. Üç kuruş olsun, yardım isteyeni boş göndermezdi. Kapıdan biri geçse “kimdi o, uzaktan mı geliyordu, açlığını tokluğunu sordunuz mu” diye gelinlere çatardı.
Babam ondan el almış olmalı ki o fakirlik günlerimizde kaç defa para toplandıysa camide, cemaatte, mutlaka elini cebine atardı.
Öğretmen olarak ilk atandığım Hakkâri’ye gitmek için yol parasını ne zorlukla bulduğumu hiç unutamam.
Ve biz de babamızdan el almışız evlâtları olarak, dokuz kardeşiz, içimizde öyle “paranın kulu” cinsinden kimse yok çok şükür.
12 Eylül’ün M. E. Bakanı Öğretmenevlerini kurarken her öğretmenden aybaşlarında para kesiliyordu.
Mutemedin kapısında kuyruk olurduk. Parayı, imanından çok seven dinidar gardaşlarım o parayı vermemek için mutemedi dövecek gibi olurlardı.
Birinde seslendim maaş kuyruğunun arkasından:
-Mustafa, yardım vermek istemeyenlerin parasını benden kes de bekletme bizi, deyince ses kesilmişti.
Günü geldi, emekli olduk. Bilenler bilir, o üç kuruşluk parası kadar yüzle gezen adamcıklar yüzünden öğretmenevine gitmiyorum.
Başka gidecek yerleri de olmaz böylelerinin. Allah o konuşma özürlü M. E. Bakanı Hasan Sağlam’dan razı olsun, bu mıymıntılara ev yaptırdı.
O yüzsüz adamların öğretmenevinde yayılıp oturmasını hazmedemiyorum hâlâ…
Ne onlar çok zengin oldu, ne ben fakirleştim.
“Ağalık vermekle, yiğitlik vurmakla olur” der atalar. Pinti adamlardan ağa olmaz, ağa olamayan zaten yiğit değildir.
İtibarsız iki ayaklıları hiç sevmedim.
Hâlâ sevmiyorum çünkü mızmızlıkları, ciyaklamaları çekilir gibi değil.
Benim gibilerin verdiği, vereceği paranın hesabını soran cıvıkları seveni de sevmem.