Çünkü o gün, Türk’ü sindirip silme gayretine ortam hazırlayanların Türk’ü yönetme anlayışının tabutuna ilk çiviyi çakma günüdür.
3 Mayıs 1944’te başlayıp üç yıl süren, işkencenin çirkin yüzüyle tanışan vatan evlatlarının Irkçılık- Turancılık Davasında aldıkları beraat kararının gerekçesinde, “Turancılık suç değildir” ve “Bu nümayiş (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir” denilerek, tarihe damga vurulmuştur...
2. Dünya Savaşı yılları… Hükümet, savaşın gidişine göre devamlı rota değiştirmektedir.
Cumhuriyet Gazetesinin sayfalarında, Nazi Almanya'sından haberler ve Hitler’in resimleri yer alırken, Ulus Gazetesi, Komünist SSCB'den yana yayın yapıyor, sayfalarını, İnönü ile Stalin'in birlikte çekilmiş resimleri süslüyordu.
Elbet bunların yanında millî duyguların sesi olan küçük gazete, dergiler vardı ve çok etkiliydiler.
Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, TBMM'de yaptığı bir konuşmada "Ben, Türkçü bir başbakanım... Türkçülük bizim için kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir." derken;
"Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir",
"Doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir",
"Ne mutlu Türküm diyene !" sözlerinin sahibi Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşlarıydı 3 Mayıs 1944’ün iktidar sahipleri…
Üç yıl sürer duruşmalar, sonucunda "Turancılık ve Irkçılık" suçlaması, beraatla sonuçlanırken bir anıt gibi şöyle belgelenir:
İstanbul 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin beraat kararının gerekçesinde Turancılığın suç olmadığı belirtilerek “Bu nümayiş (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir” denilir.
Neymiş, neymiş?
1947’den beri mahkeme kararıyla tescillendiği gibi, Turancılık suç değilmiş efendim… De 1990’lara kadar SOL yanımızdakiler, niye “Turancı” diye böğrümüze bastı hançeri, anlayamadık hiç.
Bedeni Türk, ruhunun kimliği meçhul, kiralık, rotasız, bedeniyle ruhu çatışan, bulunduğu yerlerden uzaklara merdiven kurmayı amaçlayanlar vardır.
Bir kedi yavrusu gibi okşandıkça munisleşen, sahibinin dizinin sıcaklığıyla yaşamaktan başka bir özlemi olmayan sözde yetişkinler yok mudur?
Sahibinden çok, komşuların sunduğu kemiğin hakkını verme gayretindeki köpekleri aratmayacak insanlar her devirde var olmuştur.
Böylelerine karşı haysiyet mücadelesi yapanların mücadeleleri bir bayrak gibi elden ele devredilerek geleceğin ufuklarına doğru şerefle yürüyüp gider.
Asılsızlar hatırlansalar bile acı bir tebessümle anılırlar ancak.
Bu davanın Başkahramanı Hüseyin Nihal Atsız (12 Ocak 1905-11 Aralık 1975).
7-8 yaşlarında Deniz Güverte Binbaşısı babasıyla kısa süre bulundukları Süveyş’te İtalyan çocukları, Fransız İlkokulu’nda Rum çocukları Türklüğünün farkına varmasını sağlar.
Henüz 19 yaşında Askeri Tıbbiye 3. Sınıfındayken 25 Ekim 1924’te vefat eden Ziya Gökalp’in cenaze törenine katıldığı günün gecesinde bedenen ve ruhen kimliği karışıklarla kavga eder. Bunun ardından Arap asıllı Mesut Süreyya Efendi adındaki teğmene selam vermediği gerekçesiyle okuldan atılır.
Bir yıl aradan sonra İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’ne kaydolur. Sonrası, adeta çeliğin yalçın kayalarda bilenmesini andırır bir hayat.
Görevden almalar, sürgünler… Varlığından güç aldığı milletinin yok olmaması için müthiş bir çaba.
Devamlı yazar, yazdıkça sürülür, cezalandırılır, yazdıkça yargılanır ama yaşadıkça bedenen ve ruhen Türk olmanın sorumluluğuna daha fazla omuz verir.
İşsiz kalır, geçinmek için kitaplarını satar, kimi zaman sansürcülerden kurtulmak için kitapları başka adla basılabilir ancak.
Her şeye rağmen çıkardığı Atsız Mecmua, Orhun, Ötüken dergileri Türklüğün burcu, Türkçü aydınların dergâhı olmuştur hep...
Geçen yüzyılın en çilekeş, en yılmaz Türkolog’u olan Atsız’ın Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt romanlarını okuyamamış olanlarla anlaşamıyoruz bu gün.
Irkçılık- Turancılık davasının Başkomutanı Alparslan Türkeş (25 Kasım 1917- 4 Nisan 1997).
O, ilkokula başlamadan Lefkoşe’de Türk çocukları Rum çocukları yüzünden huzursuzdur.
Ne zaman Alparslan (Türkeş) ilkokula başlamıştır, durum tersine döner. Bu sefer Rum çocuklarının anneleri şikâyetçi olur çünkü arkadaşlarını teşkilatlandırıp “BİR” ederek güçlendirmiştir.
Bir İngiliz, ortaokulda müdürdür. Sanki Atatürk onun dedesini kovalamıştır İzmir’e kadar ki sınıftaki Atatürk fotoğrafını indirmelerini ister. O, “sen indir de görelim” deyince getirttiği sandalyeye çıkar müdür. Tam fotoğrafı indirecekken arkadaşlarıyla beraber sandalyeye basarlar tekmeyi. Hep birlikte pencereden dışarı atarlar. Bu da Alparslan’ın teşvikiyle olur.
İşte bu çocuk gelir, Kuleli Askeri Lisesini bitirir, orduya katılır.
Hüseyin Nihal Atsız’ın çıkardığı dergilerin sürekli okuyucularındandır. Kitaplarını okumamış olması mümkün değildir.
3 Mayıs 1944’deki tutuklanıp tabutluklarda işkence gören 23 kişiden biri o zaman Erdek’te Piyade Üsteğmeni olan Alparslan Türkeş’tir.
Berat kararından sonra ordudaki görevine döner.
27 Mayıs 1960 darbesinin bildirisini radyolardan okuyan odur.
13 Kasım’da sürgün edildiği Hindistan’dayken onu sürgüne gönderenler Menderes’i astırır. Dönüp siyasete atılınca “Menderesi asan, Cemal Gürsel’i kurşunlayan adam” yalanı yıllarca peşini bırakmaz.
1947’deki beraat kararında suç olmadığı kesinlik kazanan “Turancılık”, siyasette de peşini bırakmamış, onu tabutluklarda çürütenler ve yavruları, bir de “Irkçı, faşist” ekleyerek adının geçtiği her cümlenin başına “ırkçı, Turancı, faşist” iftirasını eklemişlerdir utanmazca.
Sağ yanımızdaki gereksizler, onu destekleyenlere “Kurtçu-putçu”, sol yanımızdakiler de “ırkçı, faşist” dediler alçakça.
1990’larda var oluşlarının iftihar kaynağı SSCB, çat diye parçalanınca, sudan çıkmış balık gibi havasız kaldı o günlerin şakşakçıları.
Atsız’la tutuklanıp yargılananlardan Alparslan Türkeş, kendisine işkence edilmesine göz yuman devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğluna 50 yıl sonra örs üzerinde demir dövdürdü.
Bugün, Türk Dünyası olarak, 3 Mayıs 1944’ten beri süregelen her türlü engellere rağmen bir davanın gerçekleştiğini görmenin gururunu yaşıyoruz. Ne mutlu.
3 Mayıs, aslında sadece Türk Milliyetçilerinin değil Turan illerinin de bayramı olmalıdır.
3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin “Onur Günü”dür.
Kutlu olsun