Eti yönmez gönü giyinmez insanın.
… da, öyleyse insan niçin vardır?
Anlatamazsam kusur dilimdedir, gönlümde değil. Lütfen affedin…
Apartmanda komşumuz olan Iraklı bir aile var.
Dili dilimden değil.
Nasıl mı anlaşıyoruz?
Tebessümün, nezaketin, selamlaşmanın diliyle…
Çok da güzel anlaşıyor, insan olmanın hazzını tadıyorum.
Milliyeti, dini nedir?
Bir zararı olur mu diye hiç aklımdan geçmediği gibi “Oruç tutar mı, namaz kılar mı” diye de bir takıntım olamaz zaten.
Şimdi…
Yan yana namaza durduğumuz bir insanımsının dışarı çıkışta, cenazede, bir tenhada karşılaştığımızda sesini kısarak “Belki gıybetini etmiş olabilirim, hakkını helâl et” diye defalarca dilencilik yapması unutulacak acı mıdır sizce?...
Zenginliğin, makamın, şöhretin, abdestin-namazın, orucun başkalarına tek faydası, sende olumlu değişiklikler yapıp yapmadığı, bizi ne kadar olgunlaştırdığıdır. Ötesi gereksizdir zaten.
Sıkıştığı zaman, bir kudretlinin katırı-hatırı için doğruları eğip büken birinin dininden, milliyetinden bana ne?
“Elinden, dilinden emin olamayacağım” birinin dindaşlığı, kardeşliği beni ne kadar mutlu eder?
Sırayı, saygıyı, nezaketi, insan olmanın bereketi, sadakası olan tebessümü insanlardan esirgeyen biri ne işe yarar?
Kargaların, çakalların, ayıların birbiriyle dayanışmasından ibret alamayan, insan olabilir mi?
En yakınlarına bile haksızlık eden, kaba davranan, selamı sabahı kesen, affetmeyi bilmeyen birinin eti yense, gönü giyilse ne olur?
Kendisinde var olanlarla, elde ettikleriyle gittikçe yalnızlaşan nasıl insandır sizce?
Çok kimsenin başkalarından nezaket, samimiyet ve tebessümden daha fazla bir şey istediği yok aslında…
Bu Iraklı komşumuzun Sinop’a taşınacağını duyunca ne kadar üzülmüştüm bilseniz.