İçimin yangınına baca açıp ferahlıyorum yazarak. Bu yazı, bütün akıllı geçinip aklımıza ayar vermeye yeltenenler içindir.
Ben de zekî çocuklardanım. İlkokuldan sonra kaç tane okulun sınavını kazandım. Kaç yarışmadan başarıyla döndüm, kaç tane kursu başarıyla bitirdim, hatırlamıyorum…
Okula gitmeden okuma yazma öğrenip dört işlemi, 4-5. sınıflarla yarışacak kadar başaran zeki çocuklardanım.
Bir kere okuduğunu anlayabilen, bir yazının giriş, gelişme bölümlerini şöyle bir süzüp sonuç bölümünün nereye varacağını sezen birinin zekâsından şüphe edilemez.
Genellikle sözün girişinden hemen sonra sonucunun nereye varacağını kestirenlerdeniz elhamdülillah.
Üşenmeyip telefonundan memleket için kaygılarını yazıyor uzun uzun. (Not: Bu, tek örnek değildir aslında) Araya “Okuduktan sonra sil lütfen” ifadesi girince içim kıkırdamaya başlıyor.
Bürokraside yaşanan ayak kaydırma oyunlarını anlatıp vatanın elden gittiğini dile getirirken, o makamlara kimlerin, nasıl getirildiğini, hangi ayak oyunlarının döndüğünü tahmin bile edemeyeceğimi vurgularken kendimi aşağılanmış ve yazının sonunda beni bağlayacağı (örkleyeceği) yuları ve kazığı hazırlamakta olduğunu fark ediyorum
“Hiçbir partiye yakın değilim” cümlesi tarafsızlığının dayanağıymış zannediyor.
Pis pis gülünecek yer burası işte.
Niye mi?
Şunun için:
Kara çalmadığı siyasi yapı yok ama bir tanesi hariç. Bizim cenaha ne zaman çakacak diye tetikte bekliyorsunuz.
Arkadaşı olduğunu söylediği ilçemizin parti başkanını “Görüşebiliyor muyum, başarılı buluyor muyum” diye tekraren soruyor.
Beni okuyup araştırmaz, okuduğundan sonuç çıkaramaz biri, partinin kapısında bekçi zannediyor olmalı. Gerçi oradaki çok arkadaşımız böylelerine boy abdesti aldırır ya, neyse…
Genel başkanımın kulağını bükmeye geliyor sıra:
“Genel merkezde vatanseverlik lâftaymış, en başta da Bahçeli öyleymiş. Çok yakın çevresinde bulunuyormuş genel başkanın, dostları varmış. MHP binasını huzurevine çevirmiş. Devlette Fetöcülerin tam temizlenmediğini, Bahçeli’nin bu konuda hükümete iki çift laf etmediğini belirtiyor, hiçbir iş yapmayıp sadece muhalefete laf yetiştirmek vatana ihanet bence, susarak ve gündem oluşturup hızır gibi yetişerek en büyük ihaneti yapıyor” diye noktalıyor.
15 Temmuz gecesi, adamlığın, vatanseverliğin, demokrasiye bağlılığın, devlet adamlığının altının mihenk taşında test edilmesi gibi test edildiği gecedir.
Eğer o gecenin ilk saatlerinde “Kalkışmanın karşısında, hükümetin yanındayız” diye kellesini ortaya koymasaydı emniyet güçleri ve bürokrasideki vatanseverler nasıl ayağa kalkacaktı?....
Hükümetin kendine gelmesini sağlayan kimdir?
O gecenin korkak, emellerinin içine tükürülmüş ezik siyasetçilerini, suskun ve tırsak demokratlarını bilmiyor muyuz?
15 Temmuz sonrası için aldığı işaret fişeğiyle gerdeğe girecek damat gibi heyecan duyanları bilmiyor muyuz?
En önemlisi 15 Temmuz’da “kalkışanlar” başarılı olsaydılar bu devlet gölgesinin zübükleri, hangi emperyalist gücün darbeyle gelmiş yetkililerinden emir alıyor olacaklardı acaba?
Son günlerde sık tekrarlanan “Düşmanda şer, bizde er tükenmez” sözü boşuna dillendirilmiyor.
Keşke düşman hep karşıdan gelse…
Yanı başımızdaki tırsak, vatansever olduğunu zannedip fitne ve antipropaganda, dezenformasyon (bilgi çarpıtması) ile gaza gelen saflar da düşmanın kullanacağı tiplerdir.
Bu ülke için sürgünlere gönderilmiş, gittiği yere kendinden önce adı gitmiş, oralarda saldırıya uğramış, vurulup kanı akmış, amirleri tarafından örselenmiş ama devletin diz çökmesine izin vermemiş olanlardanız.
Vatanseverliğin ve devletin yalçın kayaları, Türklüğün yılmaz savunucuları bunları yaşarken hep karşımızda duranlar ve burunlarını dışarı çıkaramayanların artıkları bize akıl veremez.
Akıl vermeye kalkarsa güler, geçeriz.
Bizi bilen bilir, bilmeyen kendi bilir.