Yurt dışı görevim sırasındaki gözlemlerim ve meslekteki tecrübeme dayanarak “herkese temsil görevi verilemez” derim her zaman.
Bir öğrencimi dışarıda bir yere göndereceksem titizlikle seçmek ilkelerim arasındaydı. Yan sınıfa, müdür, müdür yardımcısına göndersem bile özenle seçerdim öğrenciyi.
Törenlerde bayrağımızı ve okul flamasını taşıyacak öğrencilerin de görevlendirilmesinde ölçüm bu olmuştur.
Kılığı/kıyafeti, düzgün konuşması, ciddiyet ve soğukkanlılığı ön şartımdı.
Öyle ki bazı kereler erkek öğrencilerin saç diplerini kontrol etmişliğim bile vardır da merak eden biri ertesi sabah karşılaştığımızda şöyle dedi:
- Hocam, bu gece uyuyamadım. Siz dün akşam üzeri saçlarımızda ne aradınız?...
-Oğlum, kimin kafasında küçüklükten kalma yara izi var, diye baktım.
Şaşırdı:
- Niçin?
-Okul çıkışı göndereceğim yerde dimdik durarak beni temsil edecek birini aradım. E, küçükken hiç ağaçtan düşmemiş, kafası yarılmamış biri o işi yapamazdı, deyince uzun süre düşündü delikanlı.
Yurt dışındaki bazı okulların müdürlerini, bazı bürokratları gözlerinden teşhis ederek ona göre davranmayı öğrendim.
Yabancılar polisi bir hanım, aynı evde oturduğumuz din görevlisi arkadaşımızın oturumunu uzatmakta nazlanıyor, sürekli erteliyor.
Ne istediğini öğrendim, benim oturma kâğıdımı beğenmiyor. İşçilere kendi verdiği belgenin aynısını istiyor.
Öğretmenlerin oturum belgesi Fransa Dış İşleri bakanlığından verilirken din görevlileri yerel polisten alıyorlardı oturum belgelerini.
Sordurdum ilgili memura:
- Oturduğu makam mı Dışişleri Bakanlığı mı daha üst makamdır diye. Durakladı. Hiç fırsat vermeden:
- Şimdi derhal bu oturum belgesini niçin kabul etmediğini bana yazılı olarak bildireceksiniz, yoksa gereğini yaparım…
Eli ayağına karıştı.
- Ben bunu arıyorum, bulamıyorum, o yüzden gecikti, yarın gelsin, belgesini alsın, dedi.
Sonra ne zaman karşılaşsak öyle candan selamladı ki beni…
Dersimin olmadığı bir okulda meslektaşım öğrencilerle pikniğe gidecek. İki öğretmen ve iki veli olmadan öğrencilerin okul dışına çıkarılmasına izin verilmiyor.
Çocukları okuldan çıkardıktan sonra başka okuldaki dersime gidecektim.
Bir öğretmen hanım, kız çocuğumuzun birine öyle bağırıyor ki, çocuk ağlamaya başladı. Meğer o gün doktora gittiği için sabah okula gelememiş. Öğleden sonra hesabını soruyor sınıf öğretmeni, “ders zamanı okulda değilsin, piknik olunca geliyorsun” diye…
Öğretmen arkadaşımıza:
- Şu an bu öğrenci bizim sorumluluğumuzda. Bu yapılan çocuğa değil bize hakarettir. Sizin Fransızcanız iyi, kendisini ikaz eder misiniz, deyince:
- Bu okulla iyi bir diyaloğum var, onu bozamam, demez mi?
- Yerim senin diyaloğunu!... Al çocukları, çıkalım. Sonra ben gereğini yapacağım.
Çocuğumuzun babasının Fransızcası iyi, Türk Milliyetçisi bir kardeşimiz. Durumu anlattım ve:
- O öğretmenle konuş. “Çocuk o an bizim sorumluluğumuzdaydı. O, çocuğu değil bizi azarlamıştır. Böyle bir davranış ilkel toplumlarda bile yapılmaz. Gelecek yıl bu okulda görevim olursa ve böyle bir davranışını görürsem kendisini cezalandırırım” dediğimi ilet.
Öğretmen, ağlayarak özür diliyor ve bunu bana iletmesi için çok rica ediyor velimize.
Gelecek yıl o okulda görevim oldu. Çok yüz vermedim kendisine. Bir tatilde Türkiye’ye gitmiş. Tatil dönüşü beni kapıda bekliyordu gülümseyerek.
Elini uzattı, “Türkiye’nin çok güzel olduğunu” söyledi. Sonra yavaş yavaş daha sıcak selâmlaşmamız oldu.
Dış ilişkilerdeki atamalar, atayanın doğrudan kişiliğini yansıtır.
Devletimizin ve milletimizin bir ferdi olmayı şeref sayamayacaklara ve en yakın akrabaları arasında sicili şaibeli olanlara ülkemizi temsil şerefi bahşedilemez.
Bu işin belli kuralları ve aşamalı olmalıdır.
Atama ve yer değiştirme yönergelerinde yerleşik kuralları bozanların iyi niyetli olduğunu söyleyenler zaten iyi niyetli değildir.