12 Eylül’ü öncesi ve sonrasıyla tam olarak yaşayanlardınız. Keşke zaman ayırıp ayrıntılarıyla yazabilsek…
Öncesini yazmadan sonrasını yazmak çok anlamlı olur mu, bilemem.
12 Eylülden altı ay on altı gün önce atandığım okulun durumunu anlatsam sayfalar sürer ama özeti şudur:
Eğitim öğretim militan öğretmenlerin keyfine, güdümlü militanların insafına bağlıydı ancak.
Atatürk büstü, dibinde yakılan tarih ve din kültürü kitaplarının isi ile simsiyah durumda.
Ders yapmak çok zor... Zaten bazı öğretmenler okula gelemiyor. Zemin kattaki kütüphane, “eylemsel etkinliklere katılanların karargâhı” olarak kullanılmaya en elverişli yer olduğu için kitaplar çuvallarla üst katta bir yere taşınmış.
Adı geçen okulun adı Devrim Lisesi, forma rengi kırmızı/beyazdı. Kırmızı eşofmanların arkasına büyük beyaz harflerle sadece “DEVRİM” yazılarak çevre güvenliği sağlamak, etrafa gözdağı vermek için salınırmış çevreye militanlar.
O yıl, karne tatili bu sebeplerle uzun tutulmuş, 3 Mart 1980 günü 2. Yarıyıl başlamıştır. Bu sürede okula bazı atamalar yapılarak kadro dengelenmeye çalışılmıştı. Onlardan biriydim.
Kimin idareci olduğunu bilmiyordu öncekiler. Yeni atananlar, idareci gibi davranıyor, öğretmen ve öğrencileri yönlendiriyorduk.
5 Mart Çarşamba günü eski öğretmenlerden biri “bu teneffüste kantinde bir şeyler olabilir” dedi. Öğrencileri tanımıyor, eğilimlerini bilmiyorduk…
Zil çalınca doğru kantine indim. Baktım, biri pencereye çıkmış konuşmaya hazırlanıyor. Doğruca yanına çıkarak:
- Derhâl sınıflara çıkın, dedim.
Bir sessizlik oldu.
- Hocam, forum engellenemez, diye bağırdı biri.
- Evet, engellenir. İzinsiz forum olmaz. Bundan sonra bu forumları hep birlikte yapacağız, şimdi sınıfınıza gidin…
Sessizce dağılıyorlar zannederken durumu sonradan anladık.
Meğer katlarda toplanan eski tüfekler, ilk yarıyılda okula sokmadıkları arkadaşlarını “okşayarak kaçırmak” planı içindeymiş ve kantindekiler topluca karşı koymak için toplanmışlar...
Bilmeden grubun önüne geçtim. Bana katılan iki arkadaşımla merdivenlerde aşağıdan gelenleri engellemeye çalışıyoruz…
Merdiven başına geldiğimizde koltuğumun altından mermi gibi fırlayan biri koridor başında toplananların önündeki parkalı öğrenciyi tek yumrukla yere indirdi. Ortalık karıştı…
O gün kırk tane öğrenci tasdiknamesini aldı. Ertesi gün epeyce öğretmen açığa alındı...
Ardından hemen eğitim öğretim normale döndü.
Sonradan müdür yardımcılığıyla görevlendirildiğim okulda, ilk önce tahrip ve tahrif edilmiş Atatürk Büstünü onardım. Kütüphaneye işlerlik kazandırıp Atatürk Köşesi’ni düzenlettirdim.
12 Eylül olunca M. E. Bakanlığı bir generale verildi. İl M. E. Müdürlüğünde bir yarbay danışmanlıkla görevlendirilmişti.
Bir gün ders çıkışı, giriş katta garnizon teftiş eder gibi, elleri arkada talimatlar yağdırırken buldum onu. Atatürk Köşesinin nasıl “tek tip” olacağını tarif ediyor, müdürümüz de not alıyor.
-Komutanım, gördüğünüz gibi burada bir Atatürk köşesi var. 12 Eylül öncesinde bunu yaptırmayanlara yaptırtmak, hesap sormak gerekmez mi? Müdürüm not alıyor, sonra bana “yap” diyecek ki zaten hazırını ben yapmışım, deyip odama geçtim.
Bunları derken okul müdürü ve bazı arkadaşlar kaş göz ederek susturmaya çalışıyordu…
Bir hafta sonra dersten geldim ki yarbay odamda oturuyor.
Hoş peşten, ikramdan sonra:
-Adınız çok geçiyor her yerde, dedi.
-Lehimizde, aleyhimizde konuşan diller şâd olsun. Önemli olan hakkında söz edilmemesi değil midir komutanım, deyince, güldü.
-Sizde bir kitap varmış. Kızımın Atatürk’le ilgili ödevi var, kaynak olarak yararlanabilir miyiz?
-Elbette, dedim, yanı başımdaki küçük dolaba uzanıp aldım, elimde kalem:
-Kitabın bana ne zaman getirileceğini not almalıyım, çok isteyen oluyor, dedim.
Teşekkür edip gitti.
Muharrem Ergin’in “Türkiye’nin Meseleleri”(*) adlı kitabını ÜLKÜ-BİR olarak toptan getirtmiştik 12 Eylül’den önce. Gerçekten çok kapsamlı bir eserdi.
Kısacası biz, 12 Eylülde Atatürkçü olanlardan değil, 12 Eylülde Atatürk’ü gerçek çizgisine oturtarak gençlerimizin geleceğe yöneldiği yollara asfalt döşeyenlerdeniz...
Dört bardak ortasında sürahi gibi duran “Netekim” Paşa, öyle bir Atatürk portresi çizdirdi ki, eğitimcilerin pusulası şaştı…
“Atatürkçülük” matematik, din kültürü, beden eğitimi, fizik, müzik… bütün derslerde ders planlarına girdi ammaaaa… işte o kadar…
Kaç yıllık tesislerin, caddelerin, ormanların adı değiştirilip başına “Atatürk” ismi getiriliyordu.
12 Eylülden iki ay yirmi sekiz gün sonra okul bahçesindeki 10 Kasım Atatürk’ü Anma Programı’nda bütün mahallenin mikrofondan dinlediği konuşmamda bu çelişkinin Atatürkçülük olmadığını anlattım kılı kırk yararak, herkesin ödü koptu.
82 Anayasa taslağında “Atatürk Milliyetçiliği” konusu gündeme gelince Danışma Meclisindeki adı çok duyulanlara mektuplar yazdım.
“Milliyetçilik milletle ilgilidir. Kişilere özel milliyetçilik olmaz. Atatürk, milliyetçi olduğunu söylerken kimin milliyetçisi olduğunu beyan etmektedir acaba? Bu, yanlıştır…” dedik.
Anayasanın girişine tapu gibi basıldı “Atatürk Milliyetçiliği” ifadesi.
Adını anmaktan çekinirdik Atatürk’ün, “Burjuva Kemal, gardırop devrimcisi” diyenlerin yanında.
Atatürk, Türk’ün ta kendisi olduğu için Türklüğü, kendi yaban kimliğine lâyık görmeyenlerin sevemeyeceği bir şahsiyetti o günlerde. Üstelik hiçbiri Türkçeden başka dil bilmeyen vatan çocuklarıydı hepsi.
Atatürk’ün çok bilinçli bir Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyecek olsak “solcu, devrimci, ilerici biri nasıl milliyetçi, ırkçı, kafatasçı olur” karşılığını alırdık.
Ne demekse, “Siz milliyetçisiniz de biz milliyetsiz miyiz” deyip diklenirlerdi...
12 Eylülden sonra evrimleşerek Atatürkçü ve Atatürk milliyetçisi kesildiler başımıza. Bunu, Kenan Evren başardı. O yüzden bu türlere, “Kenan Evren Atatürkçüleri” demenin tam yerinde olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’ye mesele çıkaranlar devamlı şekil değiştirerek, tipten tipe girerek devam edegelmiştir dünden bu güne.
Atatürk çerçevesinin içine her kesim farklı fotoğraflar yerleştirmektedir. Türkiye’nin en önemli meselesi, İstiklâl Savaşını başlatıp vatanı düşmanlardan kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ün alnında parlayan Türklük ışığına tutunmakta zorluk çekilmesidir.
(*)Türkiye’nin Meseleleri adlı kitabımı iade etmeyen eğer okuyup okunmasına vesile oluyorsa ona hakkım helal olsun.