* Türküsünü söylemeyen milletlere, başka milletler cenaze marşı söyletir.
Her türkünün bir çıkış hikâyesi vardır. Anlamını, hikâyesini bilmeden ritmine göbek atıp kalça oynatarak söyleyen ve dinleyenler çoğunluktaysa türküler asaletini yitirir…
Türk’ün bağrından fışkıran sevinç ve hüzün pınarı, ruhunda tepişen coşkulu deli tayların kahramanlık, yiğitlik yaylası, özlemi iç yakan sevgiliyle arasındaki hasret dağıdır türküler…
Türküler nerede söyleniyorsa, orası Türk yurdudur. Kapı komşularımız Azerbaycan, Kerkük ve Balkanların türkülerini söyleyip dinledik, alkışladık yıllar yılı ama “oralarda Türk mü kaldı” diye ahmakça sorular sorduk niyeyse…
Kerkük türkülerinde tüten aşk acısının şifresini bilemeden, mesajını sezemeden takdim edenler “Urfa isotu” diye yedirdiler bize. Türk yurtlarının öz sesini, feryadını çığıran türkülerin ne dediğini anlamadan, o türküleri söyleyen sanatçılara, garsonlara bahşiş verir gibi alkışlayıp dinledik umarsızca yıllar yılı...
1926 Ankara Antlaşması’ndan sonra yazılan, 1970’li yıllarda İbrahim Tatlıses’in Türkiye’de ilk defe seslendirdiği “Beyaz Gül, Kırmızı Gül” türküsü var ya o, bir aşk türküsüdür ama şifresi, mesajı olan bir aşkın türküsüdür.
Perdeleri örtük,
Lâmbaları sönük,
Sırtında yıllar yük,
Hatıralar kırık dökük
Bir yer var orada,
Adı Kerkük, şanı Kerkük, mısralarında adı geçen Kerkük’ün feryadını, hasretini dile getirir “Beyaz Gül, Kırmızı Gül”. O zamanlarda istersen şifresiz söyle de görelim öz varlığının sesini…
Özbeöz Türk yurdu Kerkük’ten Türklüğün ebedi kalesi Türkiye’ye ve al bayrağa mesajdır “Beyaz Gül, Kırmızı Gül” türküsü.
Beyaz ve kırmızı gül, Al bayrağın ta kendisidir.
Yârin giydiği beyaz ezye (elbise) kefendir.
Peki, aynı türkünün şu mısralarında yılların yürek yakan çilesi, özlemi tütmüyor mu?
“Beyaz gül deste deste
Derdinden oldum heste
Di gel bir üzün görüm
Kalmışam son nefeste”…
Son nefeste kalışın sebebi bakın nasıl açıklanıyor türküde:
Güller açmaz her yerde.
Bülbül ötmez har yerde.
Felek bizi ayırdı,
Her birimiz bir yerde…
İlk defa Abdurrahman Kızılay’dan dinlediğimiz “Altun Hızma Mülayim” türküsündeki hızma, hilâl şeklindeki bir hızmadır ve her şeyi:
“Gün gördüm, günler gördüm,
Seni (Al bayrağı) gördüm şâd/Bey oldum.” mısraları daha iyi anlatıyor anlayana.
Altın hızmav tomağa (kuşların kafasındaki kâkül gibi süslü duran hızma)
Yaraşır al yanağa
Güzel gel görüşelim
Ben gidirem Irağa (Irak)
Bir başka Kerkük türküsü hürriyete hasreti şöyle dile getiriyor:
Aya bah, yulduza bah, (Ay yıldızlı al bayrağa bak)
Sarı saçlı kıza bah.
Aşkuvdan koyma, yanım, (Aşkından uzak tutma, yanayım)
Derduvden koyma, ölüm, (Derdinden ayırma, öleyim)
Üzün dönder bize bah. (Yüzünü döndür de bize bak)
Kerkük Divanı adlı eserde:
“Gülüm di gel bayramlaşak, bugün şanlı bayram günüdü” diye Türkiye’ye seslenilirken bir gerçeği, hasretin acısını en net şekilde söylüyor şu mısra:
“Öpsem öldürürler, öpmesem men öllem”.
Misak-ı Millî sınırları nerelere uzanır? Kızılelma, kızılcık gibi bir meyve midir? Bunları bilmeyenler oturdukları makamın önemini, değerini bilemeyecek tadar hafif olanlardır ve sorarlar:
“Ortadoğu bataklığında ne işimiz var”, “bizim orada ne işimiz var” diye…
1976’da Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ün Kerkük ziyaretinde coşkunun, hüzün karışık gözyaşlarının en yoğun anında “Başbuğ Türkeş” diye haykıran yaralı yürekler, ertesi gün zulmün en şiddetlisini gördü orada. Burada, Başbuğ Türkeş’i suçlayıcı avam ağızları salya saçtı…
Şimdi, köprülerin altından çok su aktı. Devlet Bahçeli Bey “82 Kerkük, 83 Musul” diye plaka numarası verdiğinde ahmakça söz eden kafasızların benzerleri yüzünden, yıllar yılı orada hep “yıktılar kal’amızı, yaktılar balamızı”, duymadık, duysak utanmadık, kıpırdanmadık.
Soruyor “bizim orada ne işimiz var” diye ama biz ona “onlar oradayken bizim burada ne işimiz var” sorusunu soramıyoruz. Onlar Atatürkçü oluyor, biz Türkçü olunca suç oluyor.
Anasının hep evde oturmasını isteyen çocuğun “Ana hiç gitmesen olmaz mı” demesi gibi “Ortadoğu bataklığında ne işimiz var” diye çocukça soru sormak koca koca bebelere yakışıyor mu?...
Daha hoyratça olan, bilinç düzeyi en düşük seviyedeki şu cümleye bakın. “Onlar başının çaresine baksın, bize ne”. İyi, söylerim, başlarının çaresine baksınlar…
Oturduğu makamın ağırlığı altında ezilmenin feryadıdır bu. İnsanın söyle diyesi geliyor:
Miras kaldı eşek arılarına,
Koltuğunda kimler oturuyor bak.
Ey Mustafa Kemal, ya kalk oradan,
Ya bu Kılıçdar Bey çıksın aradan.
Türkülerin mesajını anlamayan, tarihini, hikâyesini bilmeyenler Türk’ün yüreğinin sesinden habersizdir. Bu tiplerin Türk milletini yönetmeye talip olması ne kadar acıdır değil mi?