Bağlamamın perdeleri üzerinde gezinerek büyük ustaların çaldıkları yerleri arayıp duruyorum.
Ara sıra yakalıyorum biraz, başka başka ustalar dikiliyor karşıma “Bizi de an” der gibi bakıyor hüzünle…
Nasıl anarım bir anda, bilemiyorum ve dalıp gidiyorum.
İnsan belli yaşlardan sonra hatıralarıyla yaşamaya başlıyor.
Yapabildiklerimiz, yapılagelen olmaktan çıkıyor, yapabilsem ahlanması giriyor araya...
Belli yaşlarda aklımız ermezken elimiz yeter durumdaydı. Sonra hem aklımız yeter oldu hem elimiz.
Bir baktık ki aklımız erse bile elimiz yetmez olmuş.
Hevesimize yetişemiyor nefesimiz artık.
Tarlada, inşaatta, spor yaparken, yürüyüşte, otururken dinlediğimiz şarkılar, türküler ne çok ziyaret ediyor zihnimizi böyle günlerde.
Özay Gönlüm, Nurettin Çamlıdağ, Muazzez Türüng, Nezahat Bayram, Zeki Müren, Safiye Ayla, Feraye’nin Anası Müzeyyen Senar, Yaşar Özel, Neşet Ertaş, ille Neşet Ertaş, Cemile Cevher, Ali Ekber Çiçek, Zekeriya Bozdağ, Nuri Sesigüzel, Nida Tüfekçi, Mehmet Özbek, Abdurrahman Kızılay, Musa Eroğlu… Ahmet Gazi Ayhan…
Sahi, Ahmet Sezgin’i unutuyordum az kalsın. “Bük dibinde yatarım / Beşli martin atarım” diye çıkıverse radyodan…
Fındık zamanı, tarlalarda ekim ekerken, hasat kaldırırken sıraya dizilse türküler radyoda, bütün vadiler, yamaçlar dinlerken sesler kesilse, ağustos böcekleri bile kulak kabartsa…
Diyeceksiniz ki “ses kayıtları var, indir, dinle”.
Yok, o, öyle olmuyor işte. “Bundan sonraki benim olsun” diye dilek tutması var bunun, kimin şansına hangi türkü, hangi sanatçı çıkacak, onların yorumu var geride… Olmaz.
Söz gelimi Tuğrul Şan ki hayatta olduğu için ilk o geldi aklıma, türkü çığırmaya başlasa karşımda, dönerim arkamı öyle dinlerim.
Şaşırdığınızı biliyorum.
Ben bunu bir kere yaptım bir düğünde.
Yıllar yılı radyodan dinlediğim o buğulu sesin sahibini görmeden dinlemek, geçmişin duvar dibine bağdaş kurup oturmaktır benim için, nefes almaktır keyifle, gerisi, yakın geleceğe akmaktır.
İnanın, bana öyle geliyor ki o eski tatlar, ancak böyle hissedilir.
Mediha Şen Sancakoğlu ve Canan Altınörs o buğulu sesiyle, Gülşen Kutlu, evet, o da bozlak okusa, gırtlağının titreşimlerinde dolsa gözlerim…
Müzeyyen Senar:
“Benzemez kimse sana
Tavrına hayran olayım
Bakışından süzülen
İşvene kurban olayım” diyerek sesinin o yumuşak kıvrımları arasına alsa bizi, kim istemez?
Özay Gönlüm’ün hikâyeli türküleri hiç de fena olmazdı şu an.
Ninesi ölmeyesice, estirdiği kültür rüzgârı, su içtiği hayat pınarı sönmeyesice o güzel adamı da dinleyebilirdim geçmiş duvarının dibinde, kıpırdamadan, bağdaş bozmadan oturabilirdim saatlerce.
Onun “Pakistan, Pakistan, cive Pakistaaaan” diye bağlamasıyla çalıp söylediği Pakistan Millî Marşı, Arif Sağ’ın Berlin filarmoni orkestrasına bağlamasıyla eşlik ettiği o an kulağımdadır hâlâ. Ne kadar şanslıymışım…
Mustafa Sağyaşar, Karam’la seslense omzumun üstünden, mırıldanarak eşlik etsem…
Meyanda zorlansam, sesim azıcık cızırdasa ama birlikte varsak düze, “Boşa kostaklanma karam, kostak değilsin, değilsin karam aman” diye final yapsak…
Yaşar Özel, Enis Behiç’in “Geçsin günler, haftalar, aylar, yıllar, mevsimler” mısralarını o davudî sesiyle söylese…
Başkası olmaz asla. Bunu başkasından dinlemek tatlı üstüne su içmek kadar yavan kalır.
Zeki Müren neyi söylerse söylesin, yeter ki benim seçtiğim değil, ne çıkarsa bahtıma, olsa… Radyo günlerindeki gibi.
Musa Eroğlu, “Mihriban”ın ardından “Seher yeli bizim ile varırsan”la yaksa yüreğimi, kılım kıpırdarsa vurun beni.
Hasan Mutlucan’ın “Yine de şahlanıyor aman” diyen tok sesi nereden geldi şimdi aklıma?
Bu yaşımdan sonra ihtilal yapıp hükümet mi devireceğim sanki?
Bedia Akartürk neyi söylerse kabulümdür de, “Ötme bülbül ötme bahar erişti”sine hayır diyeni kızılcık çubuğuyla döverim.
Bugün, bir tek Aysun Gültekin gelmesin.
Uzun hava okur o şimdi.
Böyle bir günde yaktığı yürek kebabı kimseyi ayakta tutamaz da ondan.