Türk milletinin bağrında çok önemli bir yeri olan Alparslan Türkeş Bey’in, dünyanın her tarafındaki Türk toplulukları temsilcilerince getirilen toprakların vatan toprağıyla kucaklaştığı ebedi yurduna tevdi edildiği günün 23. yılıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün daha 1933’lerde varlığını işaret ettiği “Türkiye dışında zulüm altında bulunan dili, dini bir kardeşlerimizin geleceğine hazırlanılması” hususunda en çok emeği olan bir önderdir o.
Selanik’te doğan Mustafa Kemal gibi Türk düşmanlarıyla iç içe yaşanan Kıbrıs’ta doğmuş, çocukluk yaşından itibaren kimliğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır.
İlkokula başladığı dönemde Rum çocukları, Türk çocuklarına hayatı zindan etmekteydi okulda, sokakta.
Küçük Alparslan’ın geleceğe uzanan liderliğinin ilk ışıkları o zaman belirmeye başlamıştır.
Hemen arkadaşlarını teşkilatlandırarak hepsine birer görev verip teşkilatlı toplulukların birlikte kuvvetli doğacağını göstermiş, sonrasında Rum çocukların anaları şikâyetçi olmaya başlamıştır.
Ortaokul yıllarında İngiliz okul müdürü girer sınıfa ve Atatürk’ün fotoğrafını göstererek:
- İndirin bunu, diye üç kere tekrar eder. Kimseden ses çıkmaz. Biri şöyle seslenir:
- Gücün yetiyorsa sen indir!...
Müdür bir sandalyeye çıkar ve fotoğrafı yerinden söker ki demin o sözü eden çocuk hızla gelir sandalyeye bir tekme atar ve müdür yere yıkılır. Hemen emreder arkadaşlarına:
-Tutun şunu, der, hep beraber müdürü pencereden dışarıya atarlar…
O çocuk, Alparslan Türkeş’tir.
1944 yılının 3 Mayıs günü üniversitelerdeki gösteriler dolayısıyla, devrin iktidarının anlaşılamaz aklı sayesinde “Irkçılık, Turancılık” davası açılır.
Üsteğmen Alparslan Türkeş de tutuklananlar arasındadır.
27 Mayıs 1960 Askeri darbesini gerçekleştiren yeteneksiz, devlet idaresinden habersiz, silahtan başka konularda bilgisi olmayan hödükler içinde darbe bildirisini radyodan okuyan Albay Alparslan Türkeş’tir.
Başbakanlığın devletin kalbi olduğunu bilen Türkeş başbakanlık Müsteşarlığına oturur.
Askeri harekâtın arkasındaki SİVİL GÜCÜ siyasilerin baskısıyla 13 Kasım’da 14’lerin “Zoraki Diplomat” yapılarak kendisinin Hindistan’a sürgün edilmesine kadar sadece 5 ay 16 günlük çok kısa müsteşarlık süresinde şu birimlerin kuruluşunu gerçekleştirir:
a) Devlet Planlama Teşkilâtı (DPT),
b) Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE),
c) Türk Standartları Enstitüsü (TSE),
d) Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE).
Bu dört kuruluş ile devlet idaresinde planlama, üretimde standart ve istatistik, Türk Kültürünü araştıracak bilim heyetinin oluşması ile yeni bir dönemin başlangıcına imza atılmış oldu.
Böylece, devlet idaresindeki bilgi ve birikimini de ispatlamış olur.
12 Eylül’de ABD’nin “Çocuklar”ı, en çok Türk Milliyetçileriyle uğraşmışlardır.
Alparslan Türkeş’in mahkemedeki şu cümlesi çok önemlidir:
“Türk milletinin vicdanında teşekkül edecek hüküm ve tarihin hükmü, mahkemenin hükmünden önce gelir.”
Bu öngörünün ne kadar doğru olduğu şimdiden görülmüştür.
Türklüğün şahlanış destanını yazan Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyeti çocukluk ve gençlik yıllarında doya doya yaşayan, sonradan kendisine Başbuğ unvanı lâyık görülen Alparslan Türkeş’in Dış Türkler davası için verdiği mücadeleyi bizzat yaşamış biri olarak içinde bulunduğumuz günlere Kerkük Zindanı’ndan bakmak istedim.
1959’un 14 Temmuzu. Çok iyi planlanmış bir alçaklık örneğinin sahnelendiği gündür.
Molla Mustafa Barzani’nin (şimdi bizimkilerden bazılarının yarenlik arkadaşı olan Mesut’un babasının) militanları Kerkük’te tam üç gün katliam yapar. O günlerde katledemedikleri önderleri hapse atıp bazılarını idam ederler.
Zeytindağı romanında Falih Rıfkı Atay, Osmanlı’nın çöküşü yıllarını anlatır.
Türk askerinin Ortadoğu’da kalbinden ve sırtından hançerlenişini anlattığı bölümde, tren istasyonunda oğlu Ahmet’i arayan bir anneye silah arkadaşları şöyle derler:
“Hayır… Hiç birimiz Ahmet’ini görmedik. Fakat Ahmet’in her şeyi gördü. Allah’ın Hz. Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.”
İşte öyle, Kerkük’ün o günlerini anlatan Fahrettin Ergüç’ün “Kerkük Zindanı” adlı şiiri, Demirçın tarafından bestelenir. Bu besteyi Türkiye’de ilk okuyan sanatçı Cem Karaca’dır.
Kerkük'ün zindanına attılar beni
Mazlumlar sürüsüne kattılar beni
Her yanım dağladılar ateşle annem
Suçum ne günahım ne yaktılar beni
Türkmen obalarından göçen anneler
Ne yuvaları kalmış ne de haneler
Gök kubbeyi sarsar mazlum feryadım
Elbette bir gün güler bize seneler.
Başka bir Kerkük türküsünde bu günler şöyle tanımlanır:
“Kalbime ateş düştü,
Su serptim ateş sönsün
Serptiğim su da yandı”.
27 Nisan 1976 Günü dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk’ün Irak ziyareti programında Kerkük ziyareti de vardır.
Özgürlüğe hasret kandaşlarımız umulmadık bir kalabalık oluşturur ve heyetimiz şaşkınlık içerisindedir.
Bir ara, “Başbuğ Türkeş” diye coşar Kerkük Türk’ü…
Türkeş’e, o günlerde “Faşist, Irkçı, Turancı” diye saldırmak siyaset anlayışıydı Türkiye’deki alçaklarca.
Korutürk Türkiye’ye dönünce Alparslan Türkeş’ten kinayeli sözlerle bahsetmiş, Kerkük’te ise çoktan tutuklamalar başlamıştır.
Yine o günlerde Kırım Türklüğünün sesi olan Cemiloğlu (Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu) SSCB zindanlarında 36 kiloya düşmüştü zulüm ve baskılardan.
Bir gün çıkarırlar hücreden, ellerinde Türkiye’deki bir gazetenin kupürü vardır ve Alparslan Türkeş’in Cemiloğlu’na desteğini bildiren beyanat vardır gazetede.
- Bu adamı nereden tanıyorsun, aranızda nasıl bir ilişki var… diye sorarlar:
Kırımoğlu şöyle özetliyor o anı:
- Ondan sonra bana daha çok baskı yapıldı ama Türkiye’de beni bilen birileri var, diye kendimde güç buldum.
15 Ekim 2019 Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) Devlet Başkanları 7. Zirvesi’nde Türkiye Cumhuriyetinin Reisicumhuru:
“Şimdi 6 devlet bir milletiz. 300 milyonluk büyük bir Türk ailesiyiz” derken, büyük zorluklarla geçilen çileli yolun en emektar yol başçılarından biri Başbuğ Alparslan Türkeş’tir.
Atatürk’ün1933’teki uyarısını Kızılelma kabul edenlerin çileli yolcusu olan Türkeş Bey, Rusya’nın 1990’daki çözülmesini bizzat görmüş, kendisini “Irkçılık, Türkçülük, Turancılık” suçlamasıyla zindanda tutanın oğlu Erdal İnönü’ye Antalya’da örs üzerinde demir dövdürmüştür.
Biz 8 Nisan 1997’de Ankara’da bir büyük adamı toprağa vermedik o gün.
Türk yurdunun bağrına bir büyük evlâdının anıtını diktik.