Her Müslümanın bildiği şu Hadis-i Şerif’i hatırlatayım önce:
“Bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle düzeltin, eğer buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin, eğer buna da gücünüz yetmezse kalbinizden buğz edin (düşmanca davranın ve kalben o insandan nefret edin), buğz etmek imanın en zayıf fiilidir.”
“Allah ıslah etsin!” der, geçeriz ya sanki – hâşa- Allah’ın âmiriymiş, işimiz yoğunmuş da ufak tefek işlere tenezzül edemiyormuşçasına “Allah ıslah etsin, benim işim var” der gibi oluruz.
16-17 yaşlarımda o zamanki Milliyet’te Refi Cevat Ulunay bir İsveç gezisini değerlendirirken şöyle diyordu:
“İsveçliler ülkelerini kendisi yönetiyor.
Herkes işini iyi yapmak için gayret gösteriyor. Sözgelimi, evinin önündeki belediye görevlisini şikâyet ediyor telefon açıp:
-Buradaki görevliniz mesai saatinde sigara içiyor, pek çalışmıyor” diyor.
Bizde öyle mi?... Fakirin ekmeğiyle oynanmaz, diyoruz”.
Fransa’da kaldığım yerde Perşembe ve Pazar günleri pazar kuruluyordu. Bir keresinde iki kadının çok sert tartışmasına şahit oldum.
Meğer kadınlardan biri belediye görevlisiymiş. Öteki kadın:
-Her zaman bakıyorum, sen burayı iyi temizlemiyorsun. Seni şikâyet edeceğim.
-Sana ne, deyince:
-Ben vergisini ödeyen bir vatandaşım. Maaşın benim vergimden ödeniyor…
Vergisini ödüyor olmak, merkezi ve yerel iktidara ortak olmaktır aslında. Ancak ortakların yönetimi denetleme hakkı olur.
Bu günlerin sonunda inşallah şu alışkanlığı kazanmış oluruz:
Gördüğümüz kötülüğü elimizle düzeltiriz, olmazsa dilimizle düzelttiririz.
16-17 yaşlarında böyle bir yazıyı okuyan biri olarak bunu hayatıma yansıttığımı düşünüyorum. Noksanlarım için Allah af etsin.
Hukuk dışı uygulamaları, karakteri zayıflar gibi dedikodu hâline getirmek yerine muhatabıyla anında görüşerek hoşnutsuzluğumu iletmişimdir hep. Üstüne buğz etme hakkımı da kullanmışım.
Telefonla emniyet güçlerini arayıp suçüstü yaptırdığım az durum yok.
Sözlü olarak etki oluşturamamışsam bunu resmiyete döküp ilgili hakkında kovuşturma açtırdığım çok olay var.
Toplantılarda, muhataplarını kırmadan doğrudan söyleyip aksaklıkların düzeltilmesine katkı sağlamışımdır.
İsimsiz, imzasız şikâyetlerim de olmuştur ama burada bilgi ve belgelerin doğruluğuna titizlikle uyulmuş olup böylece hayırlı sonuçlar alındığını gören bahtiyarlardanım.
Yazdığım isimsiz şikâyetlerle sorguladığım çalışanlarım bile vardır.
Gülmeyin, önemli olan arızalı kimseleri zımparalayıp düzeltmek değil midir?
Birini, bir kurumu veya yetkiliyi, hatta öğretmenler odasında bir öğrenciyi ağzına sakız edenlere hiç iyi davranmadım. Bilenler bilir, onlar da benden pek hoşlanmazlardı…
Ne zaman bir sınıf veya öğrenci hakkında dedikodu yapılırsa hemen:
- İyi çocuktur, der yürürdüm.
Bir keresinde:
- Kardeşim kimden bahsetsek “iyi çocuktur” diyorsun. Sen bu çocukların hepsini nereden tanıyorsun, diye soran öğretmen arkadaşım istediğim fırsatı sundu önüme:
-Ben onların hepsini Galûbela’dan bilirim. Bu vatan evlâtları sayesinde ekmek kazanıyoruz. Onlarda istenilen davranışlar oluşturma işidir eğitim. Aynı sınıfa, öğrencilere benim de dersim var ama sizin şikâyetlerinizi görmüyorum o çocuklarda. Koç gibi hepsi maşallah… Beceremeyen evine gider, oturur. Dedikodunun günah olduğunu vaaz edip öğrencilerini sakız gibi çiğneyenlerden eğitici olmaz, deyip çıktım dışarı.
Niçin?
Müslüman ve duyarlı bir vatandaş olmanın gereği budur da ondan.
“Bırak, Allah’ından bulsun” demedim çünkü her Müslüman yeryüzünde peygamberinin halifesidir.
TV’de mi bir yerde gözüme ilişti:
Korona karantinasını delip sokağa çıkan ihtiyarları telefon ederek eve toplattırma fikri…
Ne yalan söyleyeyim, umutlandım.
Al sana yaparak yaşayarak eğitim.
Niye?
Korona virüsünün öptüğünü imamın kayığına bindiriyorlar, tahta çıkarıp omuzlarda uğurluyorlar bu dünyadan.