Millet,
Birbirinden haberi yokken dahi,
Birbiri gibi olan varlıktır.
Dündar TAŞER
Millet, sosyolojik bir vakıa olarak tarihsel süreç içerisinde ve kültürel ortaklıklar üzerine oluşur. Kültür kavramı ise sosyal bilimler alanı içerisindeki en karmaşık kavramlardan birisidir. Ancak kültür kavramı yapısı itibariyle hem ortaklıkları hem de farklılıkları vurgulamaktadır.
Ortaklıklardan kastedilen, ortak bir tarih içerisinde kolektif olarak duygu, düşünce ve davranışlarda birbirine benzer tepkiler veren sosyal yapılar ifade edilmektedir. Belli kültürler içerisinde bu sosyal yapılar en büyük sosyal yapı olan milletten, en küçük sosyal gruplara kadar belli bir nizam içerisinde hareket edilmesini sağlar. Sevinç ve üzüntülerde gösterilen tepkiler birbirine benzer. Kolektif anlayış içerisinde aynı ortak hedefe doğru yönelmeler söz konusudur.
Farklılıklardan kastedilende, bir milletin ya da herhangi bir sosyal grubun diğerlerinden ayıran özelikleri söz konusudur. Günlük ya da sosyal olaylarda sosyal yapıların olaylara karşı verdiği tepkilerde farklılıklar olması doğaldır. Çünkü her toplumun kendi tarihsel ve sosyal süreci içerisinde oluşturduğu terbiye sistemi farklıdır. Bundan dolayı da sosyal olaylara karşı gösterilecek tepkiler de farklı olmaktadır.
Bütün bu ortaklık ya da farklılıkları kimlik etrafında ele alınmaktadır. Kimlik ise kişinin veya grubun en yakınındakilerden ayıran özellikler olarak ifade edilebilir. Her insanın kimliği olduğu gibi, sosyal yapılarında kendine ait kimliği bulunmaktadır. Bunlar ise kolektif kimlik olarak ifade edilmektedir. Her sosyal yapının bu anlamda birer kolektif kimliği bulunmaktadır. Bu sosyal yapılar ise makro, mikro ve mezo yapılar olarak ölçeklendirilmektedir. Makro yapılar olarak millete ait olan devlet ve onu oluşturan ana unsurlar gibi sistemlerle birlikte ele alınırken, mikro sosyal yapılar da ise daha küçük ölçekli sosyal yapılar ele alınmaktadır. Mezo yapılar ise orta ölçekli olup, büyük yapılar ile küçük yapılar arasında yer alır. Mikro yapılar bazen makro yapılardan farklı gibi görülse bile, yakından yapılan incelemelerde, sosyal yapıların kendi içinde oluşturduğu alışkanlıklar ve yaşam tarzında benzerlikler olduğu görülür. Toplumsal meseleler bu tür yaklaşımlar esasına ele alındığında, sosyal yapılar arasında meydana gelen sosyal olayları daha rahat kategorize dilebilir ve bu anlamda da sosyal meseleler olması gerektiği gibi değerlendirilebilir.
Sosyal bilimleri fen bilimlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi, şüphesiz kavramlardır. Kavramlar yerli yerine oturtularak sosyal bilim alanında ilerleyebilirsiniz. Bu anlamda da kavramlar, fen bilimlerinin sayıları gibidir. Sosyal bilimlerde bütün işlemler kavramlar üzerine bina edilir.
Millet, aynı ortak geçmişe sahip, aynı dili konuşan ve ortak bir gelecek hedefinde olan en büyük sosyal gruptur. İçerisinde farklı sosyal grupları barındırmasına rağmen, bu sosyal grupları birbirine bağlayan ortak birçok unsur bulunmaktadır. Bu ortak unsurları kültür ve değerler sistemi etrafında anlayabiliyoruz. Milleti oluşturan unsurlar arasında birbirine benzeyen özelikler ne kadar fazla ise, o toplumun birbirini anlaması ve ortak bir geleceğe doğru yol alması kolaydır. Bir milletin bazı unsurları arasında, sosyal grup içerisinde farklılıklar olması millet unsurunu kendi içerisinde farklılıklaştırmaz.
Bugün Türk Milleti olarak ifade edilen sosyal grubun yayıldığı coğrafya göz önüne alınırsa, Cebelitarık Boğazından, Japon Denizine kadar yayılmış muazzam coğrafyanın her karesinde izlerini görebiliriz. Bu geniş coğrafyanın her yerinde aynı özelikler göstermese bile sosyolojik olarak aynı milletin unsurları olarak diyebileceğimiz birçok özelikler sayabiliriz. Örneğin konuşulan dilin Türkçe olması, aynı ortak geçmişi ifade eden hatıraların bir olması gibi bir milletin insanlarını aynı kader etrafında yürümesini sağlayan unsurlardan bazılarıdır. Örneğin müzik ve estetik zevkler, mutfaktaki damak tadı, ortaya konulan mimari eserler arasında yer yer farklılıklar olsa bile, önemli ölçüde benzerlikler bulunmaktadır. Kerkük’te söylenen bir türkü ile çalınan saz ile, Kırım’da söylenen türkü ve çalınan sazın ritmi arasında muazzam bir benzerlik vardır. Dolayısıyla bir milletin bütünlüğünü bu kıymet hükümleri olarak ifade edilen, Ziya Gökalp’in hars olarak tarif ettiği kültürel bütünlükte görmek gerekir.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız soyut kavramları biraz daha somutlaştıralım. Bir insan Edirne sınır kapısından içeriye girdiğinde, farklı bir yere geldiğini kolaylıkla gözlemleyebilir. Sınır bir yanında kilise var iken, diğer yanında camii bunun en belirgin görünen özeliğidir. Bir tarafta Türkçe konuşulurken diğer tarafta farklı bir dil konuşulması da buranın farklı bir yer olduğunu gösteren diğer belirgin özeliklerdendir. Her iki tarafta anlatılan hikâyeler, hatıralar dinlenildiğinde ise mesele daha da belirginleşmiş hale gelmektedir. Dolayısıyla insan farklı bir coğrafyada olduğunun farkında olur. Aynı insan yoluna devam ederek, Hakkari Yüksekova’dan dışarı çıkana kadar aynı coğrafyada olduğunu bilir. Ancak Yüksekova’dan dışarı çıkıldığında, ortak bazı özelikler olmasına rağmen yine farklılıklar olması muhtemeldir. Öncelikle konuşulan dil farklıdır. Fars toplumunun ve Arap toplumunun dilleri farklıdır. Aynı dine inanan toplumlar olmasına rağmen, yaşantı ve üsluplarında farklılıklar vardır. Aynı insanın bilgi donanımı ise meseleyi daha ince detayına kadar aydınlatabilir. Eğer mimari bilgisi var ise, farklı coğrafyalardaki camiler arasında farklılıklar olduğu görülür. Uzakta bir köy görülse ve köyün bir yerinde minare görüldüğünde herkesin ortak görüşü bu köyün Müslüman köyü olduğudur. Ancak mimariden anlayan insanlar, mimarideki estetiğe göre bu köyün hangi millete ait olduğu konusunda da fikir verebilir. Türkler genelde kalem tipi minare yaparlarken, Arap veya Fars toplumunda mimari daha farklıdır. Fars, Arap ve Türkler genel itibariyle aynı dine inanan insanlardan oluşan toplumlar olmasına rağmen birbirinin en önemli ortak özeliği olan dini yaşantı arasında bile önemli farklılıklar bulunmaktadır. Türkler dışında hiçbir toplunda Mevlid-i Şerif okunduğu görülmemiştir. Kutsal Emanetler için Hırka-i Saadet dairesi içerisinde yüzyıllardır Kuran-ı Kerim okunması ve buna özen gösterilmesi sadece Türkler için tarif edilir. Ramazan ayında her Müslüman topluluklar oruç tutarlar ve Ramazan ayını kendi üslubu içerisinde geçirirler. Türkler de Ramazan ayındaki yaşantısı diğerlerinden farklıdır. Bu farklılık her toplumun farklı bir dine sahip olduğu anlamında değildir. Ancak her toplumun kendi sosyolojik süreci içerisinde oluşturduğu ve geliştirdiği üslubu bulunmaktadır. Türk Müslümanlığı olarak ifade edilen de budur. Türk Müslümanlığı olarak tarif edilen ve bunu büyük ölçüde şekillendiren unsurlara bakıldığında bir yanda İmam-ı Azam, bir yanda İmam-ı Maturidi diğer yanda ise Hoca Ahmed Yesevi’yi görmek mümkündür. İslamiyeti ilk kabul eden topluluk olan Araplar ile İslamiyeti sonradan kabul eden Türkler arasında farklılıklar olması doğaldır. Bir yandan coğrafyanın getirdiği özel durumlar, diğer yandan da sorup sorgulama adına aklın öne çıkması tamamen sosyolojik bir vakıa olan milletin en güzel örneğidir. Bu yüzden genel itibariyle Türkler, Hanefi Mezhebi’nden olması, itikadi olarak da İmam-ı Maturidi’nin öğretileri etrafında bir inanç sisteminin oluşmasını bu özeliklerde aramak gerekir.
Dolayısıyla her toplumun tarihsel ve sosyolojik olarak kendi üslubu içerisinde geliştirdiği bir kolektif kimliği vardır. Bu kimliği herhangi bir sosyal grubun bir parçası olan kişilerin kendini kabul etmesinin yanında, farklı sosyal gruplarında bu kimliği onaylaması gerekir. Kişinin kendisini nasıl gördüğü ve başkasının da o kişiyi nasıl gördüğü kimliği oluşturur. Bu iki yaklaşım arasında oluşan tutarsızlık ise kimlik karmaşasını oluşturan unsurlardan birisidir.
Tarihi kaynaklarda binlerce yıllık geçmişi olan Türk Milleti’ne mensup olanların kendisini nasıl tarif ettiğinin yanında, dışarıdakilerin de o milletin insanlarını nasıl tarif ettiği arasında tutarlılık olması gerekir. Bir kişinin kendisini kimliksiz veya farklı bir etnik tarif içerisinde değerlendirmesi o kişinin farklı olduğunu göstermez. Onun dışındaki toplulukların da onu nasıl tarif ettiği önemlidir.
Bugün araştırmalar gösteriyor ki, özelikle Balkanlardan, Ortadoğu’ya ve Orta Asya’ya kadar ortaya çıkan kaynaklara göre, bu coğrafya da yaşayanların büyük çoğunluğu Türk’tür. İlginç olan ise, Balkanlarda Türk milli kimliği İslam inancı esasında ele alınarak değerlendirilmektedir. Ortaya konulan eserler de Türk kavramı sürekli vurgulanmaktadır. Hatta öyle ki, günümüzün Osmanlıcı geçinenleri dahi biraz incelediklerinde kullanılan kavramın belirgin bir şekilde Türk kavramının kullanıldığı görülmektedir. Hatta daha ilginci, günümüzün Dış Basınında, özelikle İngiliz gazetelerinde PKK terör örgütü mensupları bile Turkish Kurdi olarak tarif edilmektedir. Bu da şu anlama gelmektedir, birileri kendilerini ne kadar inkar ederse etsin, başkaları sizi nasıl görüyor bir de ona bakmak lazım. Burada Türkiye’de doğudan batıya, kuzeyden güneye bir milletin mensupları yani Türk Milleti’nin unsurları bulunmaktadır. Bunu yazımıza başlarken ifade ettiğimiz, makro sosyal yapı olarak ele alırsak, diğer mikro yapılar arasındaki bütünlük milleti oluşturur.
Mikro yapılar arasındaki bazı farklılıklara göre diğer mikro yapılardan ve hele hele makro yapıdan ayırmak mümkün değildir. Sosyolojik olarak da bunun bir karşılığı yoktur. Meselelerin siyasi olarak kaşınması, sosyal gerçeği değiştirmez. Çünkü kültürel hayat eninde sonunda kendi mecrasında akmaya devam eder.