Ve işte böylece sizleri de bir ümmet-i vasat kıldık ki nâs üzerine şahitler olasınız. Ve bu Peygamber de sizlerin üzerinize tam bir şahit olsun. Ve senin, evvelce tarafına müteveccih bulunduğun Kâbe'yi yine kıble yapmadık, ancak Resûle kimlerin tâbi olacaklarını, gerisi gerisine döneceklerden temyiz etmek için yaptık. Gerçi bu büyük bir hadisedir. Ancak Allah'ın hidâyet ettiği zâtlar hakkında değil. Ve Allah sizin imânınızı elbette zâyi edecek değildir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ nâsa elbette raûftur, rahîmdir.
Bakara – 143
İnsan ve toplumlar dinamik yapılardır. Zamana bağlı olarak değişim meydana gelmesi doğaldır. İnsanın doğduğu andan itibaren belli bir olgunluğa erişinceye kadar sahip olduğu donanım hayat akışını büyük ölçüde etkilemektedir. Burada insanın kişilik yapısı oluştuğundan dolayı, hayatının olgunluk çağları da bu kişilik yapısı etrafında şekillenmektedir. Toplumlarda da insanlardaki gibi kişilik yapısını gösteren, değerler vardır. Değer yargıları milletlerin hafızasında olan ve nesilden nesle aktarılan sosyal genetik kodlar olarak görebiliriz. Toplumlardaki değerlerin ürünü olan örf, adet ve gelenekler belli bir kültür ortamında oluşur, gelişir ve toplum içerisinde uyumlu olacak şekilde değişimler meydana gelerek içinde bulunulan zamana ulaşır.
Bütün bu sosyal davranışları, değerler sistemi içerisinde ele alabiliriz. Değerler, kişinin duygu, düşünce ve davranışlarına yön veren, belli olay ve durumlar karşısında kişinin nasıl davranması gerektiği konusunda yön veren unsurlardır. Bir nevi içselleştirilmiş davranışlardır. Her toplumun tarihsel süreci içerisinde oluşan değerler, kültürel birikimin ürünüdür. Dolayısıyla her toplumun, değer ve değerler algısı farklı olabilir.
Mikro sosyoloji üzerine çalışma yapan, sembolik etkileşimciler, toplumların kültürel kodlarını küçük grup ortamlarında incelemektedirler. Her sosyal grubun kendine ait kültürel bir dili vardır. Bir diğer ifadeyle her sosyal grubu meydana getiren, tarihsel bir arka planı ve bu arka plan içerisinde sosyal grubun üyelerine aktarılan ve de öğretilen değer yargıları vardır. Dolayısıyla hangi sosyal grubu alırsak alalım, her sosyal grubun kendine ait bir değerler sistemi vardır. Bu değerler sistemi toplumun belli makro özelliklerini içerisinde barındırmasına rağmen, küçük grupları da kendi içerisinde toplumun geri kalanından farklı kılabilecek özellikleri içerisinde barındırır.
Kişinin özellikle dış görünüşü ve davranışları hem kişiliğinin hem de mensubu olduğu sosyal grubun değerlerinin birer yansımasıdır. Ancak kendisini herhangi bir mikro sosyal grubun parçası hissetmeyenler, makro sosyal grubun özelliklerini üzerinde taşır ki, bu belli toplumun içerisinde yaşayanlar için asgari ortak zemini olarak görülür. Ancak bunda bile toplumun kendi içerisinde geliştirdiği terbiye sisteminin yönlendirici bir katkısı vardır. Buna göre herkes belli bir yerde, belli bir ortamda dünyaya gelir ve en yakınındaki çevresinin yönlendirmesiyle, terbiyesiyle sosyalleşmeye başlar. Kişinin en yakınının yönlendirmesi sayesinde, toplumdaki kültürel birikimin yeni nesillere aktarılır. Burada zorlayıcı bir durum söz konusu değildir. Herkes içinde bulunduğu ortamın kalıplarına girer ve bu doğal bir süreçtir. Bu anlamda kişilik ve değer yargıları birlikte gelişir. Bütün bunların hem birey için hem de toplum için normalleştirici, uyum sağlayıcı bir tarafı bulunmaktadır. Eğer bireyin yaşantısında meydana gelen anormallikler, kişilik bozukluklarına neden oluyorsa; toplumsal bir varlık olarak bireyin değer yargılarında meydana gelen rahatsızlıklar da sosyal davranış bozuklukları denilen durumları meydana getirebilir. Durkheim, bunu sosyoloji de anomi olarak tarif ediyor. Anomi özellikle modernleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan yeni sosyal ortam ve gelenekler arasında sıkışıp kalan bireyin sosyal uyumsuzluklarının birer göstergesi olarak görülmektedir.
Bugün hangi sosyal grubu ele alırsak alalım, bütün bu kendiliğinden meydana gelen çatışmaların izlerini görmek mümkündür. Bizim klasik romanlarımızda bu tema genel olarak işlenmektedir. Gelenekler ile modernleşme arasında sıkışıp kalan insanımız, iki uç noktada karar vermeye zorlanmaktadır. Hangi fikre sahip olursa olsun, meselenin vasat yolunu bulması istenmez. Kişi ya geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olacak ya da modernleşmenin bütün unsurlarını kabullenecek... Halbuki birey ve toplum dinamik varlıklardır. Değişim ve gelişimin olması mukadderdir. Bunu engelleyemeyiz. Hele hele günümüz koşulları içerisinde bunu yapabilmek mümkün değildir. Ancak insan sadece bugüne ait bir varlık da değildir. Geçmiş, bugün ve gelecek birlikte ele alınmalıdır. İnsanın sahip olduğu birikim geçmişin, ancak yaşadığı sosyal hayat ise içinde bulunduğu anı göstermektedir. Gelecek ise yeni durumlar karşımıza çıkaracaktır. İşte insan hayatı bütün bu değişimler karşısında bile uyumlu hale gelmek ister. Ne geçmişe takılmak ne de geçmişi reddetmek ister… Özlem geçmişe ait, umut ise geleceğe dairdir. Ancak bütün bunlar arasındaki köprüyü kuracak olan ise, içinde yaşadığımız zamandır.
Bizler herhangi bir toplumsal meseleyi ele alacak isek, hem bunun tarihi arka planını hem de zamanın ruhunu birlikte düşünmek gerekir. Özellikle toplum hayatında, sosyal meseleleri geçmişin yaklaşımları ile ele alamayız. Bunu bugün ve yarın ile uyumlu hale getirebilecek yeni sosyal yapılar geliştirmek gerekir. Teknoloji ve iletişimin toplum hayatına yönelik akıl almaz olumlu ya da olumsuz katkıları karşısında dikkatli olmak ve değişim ile doğru orantılı meseleleri ele almalıyız. Yoksa her karşılaşılan ve karşılaşılması da doğal olan yeni durumlar karşısında birey ve toplum olarak rahatsızlıklar duyarız. Makro toplumlar için bu çok fazla hissedilmez iken, mikro toplumlarda yani küçük sosyal gruplar içerisinde bunun etkileri oldukça fazla hissedilmektedir.
Geçmiş, bugün ve gelecek bizim için bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu bütünlüğü gelenek ve modernleşmenin uçlarında yaşayarak sağlayamayız. Tefrit ve ifrata kaçmadan, meseleleri ele almak ve Peygamber Efendimizin (SAV) tarif ettiği gibi tefrit ve ifrattan uzak durmalı ve vasat yolu bulmalıyız. Eğer vasat yolu bulamazsak, hiçbir meselemizi çözemeyiz ve sosyal grup içerisindeki çatışmaları da ortadan kaldıramayız.