Türk milletine Bizans'tan geçen bir hastalık vardır.
Gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik,
birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek.
Bu hastalık sizde var.
Bu hastalığı tedavi etmeniz lazımdır.
Bu hastalığı tedavi etmezseniz, kendinize yol seçiniz.
Milliyetçi harekette bir saniye daha fazla kalmayınız.
Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz
her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz.
Türk milletini batıran, Bizans'ı batıran, Osmanlı imparatorluğunu
batıran hastalık budur.
Alparslan TÜRKEŞ
İnsan ilişkilerindeki en önemli hususlardan birisinin güven duygusu olduğunu belirtmiştik. Ancak toplumumuzda uzun zamandan beri gözlemlediğimiz, gerek eğitim sistemi içerisinde gerekse toplumsal ilişkileri belirleyen bütün etkileşim ağlarında güvensizlik mesajlarının iletildiğini ifade etmiştik.
Söz verdiğinde sözünde durmayan, randevularını önemsemeyen, sözleştikleri yerlere genelde geç gitmeyi alışkanlık haline getiren, her salon toplantılarında zamana riayet etmeyen konuşmacı ve konuklara son dönemde fazlasıyla rastlar olduk. İşin ilginci bu hastalığa toplumun hemen hemen her kesiminde rastlamaktayız. Bu konuda da topluma önemli mesajlar vererek, bu kötü alışkanlıkların yapılmamasını ifade edenlerin de aynı hastalıklar içerisinde olduğunu görüyoruz. Böyle olunca da bazı insanların sözlerini duymamayı hatta o insanlarla tanışmamış olmayı dahi arzu ettiğiniz zamanlar olur.
İnsan ve toplum hayatı basit beşeri ilişkiler içerisinde gelişir. Selam alıp vermek, emanete sahip çıkmak, verilen sözü yerine getirmek, insan ilişkilerinde olumsuzluklara karşı tedbirli olmak, özür dilemek, hatayı telafi etmeye çalışmak gibi medeni ilişkileri geliştirir, karşılıklı ilişkileri sıradanlıktan dostluklara çevirir.
İnsanoğlu, kusurlarıyla varlığını sürdürmektedir. Önemli olan bu kusurların farkında olabilmektir. Bu anlayış sadece nefsimiz için değil, kendi dışımızdaki insanların da aynı kusurlara sahip olabileceğinin farkında olmayı gerektirir. Ancak insanın kendisinin ve çevresindekilerin sahip oldukları insani kusurların, insani olarak telafisi her zaman mümkündür. Karşımızdakine samimiyetine karşı duyduğumuz güven ve inancımız, çoğu zaman kusurları görmezden gelmeye neden olabilmektedir. Ancak bunun telafisi de ancak kusuru işleyenin yaptığının farkında olması ve bunu telafi etmek için uğraş vermesiyle ilgilidir. Bu da samimiyetin göstergesidir.
Not almayı pek sevmeyiz, her şeyi aklımızda tutmayı tercih ederiz, ancak insanoğlu unutkan bir varlıktır. Unutkanlığımızın da ana sebebi ya çevremizdeki insanları önemsemiyoruz ya da kendimizi çok büyük görüyoruz. Bizim çökmeye devam eden medeniyetimizin sebeplerinden bazılarını buralarda aramak gerektir.
Değerli bir büyüğümüzün ifade ettiği gibi, her şeyin başı samimiyettir. İnsanın sahip olduğu kimliğe yönelik samimi inancı, insanın bütün beşeri ve ilahi ilişkilerini belirler. İnsanın bütün değer ve davranışlarının temelinde samimiyet yatar. Sabah ezanı işitir işitmez, ilahi davete kulak verip kalkmak, şöyle hoş bir abdest alıp namaza durmak Allah’a karşı olan samimiyetin bir göstergesi değil midir? Ya tersi nedir? Sabah ezanını işitmez, işitir ama kalkmaz, kalkar ama namaz için hazırlık yapmaz… bu da tersinden okununca Allah (CC) a karşı samimi olmadığımızın birer göstergesi değil midir? Her şeyin bir imtihanı muhakkak vardır. Samimiyette burada gizli değil midir? İmsak vakti girince evinden erkenden çıkıp, sabah namazı için Hacı Bayram Camiine gidenler mi daha samimidir, yoksa evinde ezanı bile duyamayacak kadar kör kütük uyuyanlar mı samimidir?
Yola çıkarsınız, yarı yolda bırakırsınız; söz verirsiniz, sözünüzde durmazsınız; üzerimize sorumluluk alırız, sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmek için özverili olmayız; olmamız gerektiğini düşündüğümüz yer de olmayız, çünkü hep birilerinin yönlendirmesine ihtiyaç duyarız. Birileri bizi yönlendirmezse, üzerimizde bir mesuliyet hissetmeyiz. Dündar Taşer, milleti birbirinden haberi yokken dahi birbiri gibi olan varlık olarak tarif etmektedir. Biz birbirimizden haberdarız, ama bir değiliz, birlikte değiliz. Birlikteyiz ama samimi değiliz. Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz, insan tek boyutlu bir varlık değildir. İnsan, madde ve mana ekseninde yoğrulan bir varlıktır. Sevgi, dayanışma, fedakârlık gibi duygular etrafında samimiyete dayalı insani ilişkiler gelişir. Kişi karşısındakine karşı sevgi besler, sevgi beslediği kişi veya kişilerle dayanışma içerisinde olur ve gerektiğinde ölümü dahi göze alabilecek fedakârlıklarda bulunabilir.
Arkadaşınla veya bir toplulukla sözleşiyorsun, bulunman gereken yere ya geç gidiyorsun, ya da hiç gitmiyorsun… Burada arkadaşına ya da bir topluluğa karşı samimi olmadığının birer göstergesi değil midir? Elbette gecikmenin veya gelememenin insani olarak bir karşılığı olabilir. Ancak bunu insanları rahatsız etmeden, uygun zamanda ifade etmek ve bunu telafiye çalışmak da birer samimiyettir. Bütün bunları görmezden gelemeyiz. Önemli gördüğümüz kişi, kişiler, topluluk veya kuruluşlara karşı olan tavır ve davranışlarımızdaki hassasiyetleri, küçük gördüğümüzü sandığımız meselelerde de gösterebilmeliyiz. İşte öyle tutarsızlıklar içerisinde olduğumuzda samimiyetin yerini, yalakalıklar almaya başlar. Başkana, abiye, hocaya, müdüre, bakana, kuruma veya bilmem hangi mertebedeki kişiye karşı gösterdiğimiz ihtimamı, başta evimizdeki eşimize ve çocuklarımıza olmak üzere, iş arkadaşlarına, bir cemiyet içinde beraber mücadele ettiğini düşündüğün dava arkadaşlarına, kendimizden daha küçük olanlara karşı da gösterebilmeliyiz.
Daha önceki yazılarımızda üzerinde ısrarla durduğumuz, kolektif iman ve medeniyet ilişkisini de yukarıdaki satırlar arasında arayınız. Güven duygusuyla birlikte gelişen samimiyet ve samimiyet dayalı ilişkiler kolektif imanı geliştirir. Samimiyet, hem beşeri hem de ilahi ilişkilerdeki en önemli göstergelerden birisidir. Bunların birinde bile aksamalar oluyorsa, samimiyet derecesinin küçüldüğünü söyleyebiliriz. Rahmetli Hocamız Nevzat KÖSOĞLU’nun tabiriyle, eğer birine yalan söylediyseniz, sözünüzde durmadıysanız, emanete sahip çıkamadıysanız Türk İslam kültür ve medeniyet duvarından birer tuğlayı yerinden sökmüş gibisinizdir.
Selam, muhabbet ve dua ile…