Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen, şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır. Alparslan TÜRKEŞ
Nizamı Cedid ile askeri alanda başlayan modernleşme süreci zaman içinde toplumun bütün kesimlerini sardı. Cihana nizam vermeye adanmış ülküler, yeni düzen adı altında giderek küçülen hayaller haline gelmeye başladı… Kızıl Elması ötelerin ötesinde olan Türk Milleti, zaman içinde elindekini savunmayı ve kurtarmayı meziyet edinmiş idareci ve aydınların elinde yeni maceraya doğru sürüklendi.
İlk zamanda ordunun ihtiyaçlarını gidermek üzerine yapılan yenilikler… Ordunun donanımlı insan ihtiyacını karşılamak üzere açılan modern okullar… Medrese ve mektep arasında yaşanan çekişmeler ve nihayetinde Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla birlikte geri dönülemez bir yola çıkıldı. Nihayet bu modernleşme kaybedilenlere üzülmemeyi, var olanları ise korumayı başarı sayan bir hale getirildi.
Bütün bu gelişmeler toplum içerisinde iki marjinal kesimin etkisi altına alındı. Bir kısım kadim zamanların özlemi içerisinde geleneğe sarılırken, bir kısmı da hudûs içinde modernleşmenin ipine sarılmaya çalıştı. Sonuç itibariyle modernleşme süreci bizi uhrevi alandan, seküler alana yöneltti. Çünkü yeni mecra geri dönülemez bir sürece girince, onun etkisinde olan kitle, hâkim güç haline geldi… Geçmişe özlem duyan kitle de, devleti ve onu idare edenleri gâvurlukla suçlamaya başladı. Devleti yönetenler, topluma yön veren kurumlar, aydınlar bu iki kitlenin baskısı ve yönlendirmesine göre hareket ettiler.
Burada Cumhuriyet ve Atatürk sonrası ortaya çıkan, tamamen seküler, Kemalist anlayış resmi teze hâkim olmaya başladı. Peki, bu nasıl oldu? Koca cihan devleti Osmanlı ve Türk Milleti, gelenek ve yaklaşımlarını terk ederek, inançlarından uzaklaşan bir mecraya doğru yol aldı… Padişahı halife olan, toplumun büyük kesim medrese eğitiminden geçebilirken, tasavvuf anlayışı ülkenin her yerinde önemli merkezleri oluştururken, ahilik teşkilatıyla iktisat ve ahlak arasında bir dengeyi kurabilirken ne oldu da Türk Milleti, bütün bu alışkanlıklarını, değerlerini, geleneklerini zaman içerisinde terk etmeye başladı. Veya soruyu tersinden sorarsak… Osmanlı Devlet adamları, günde üç saat uyuyan III. Selim, neden birden Nizamı Cedide karar verdiler. Osmanlı Devlet adamları, neden Tanzimat ve Islahat hareketlerine ihtiyaç duydular… Neden Osmanlı Devleti yıkılırken, yerine Cumhuriyet ile idare edilen bir yapı kuruldu. Toplum içinde Kadızadeler denen grup nasıl ortaya çıktı… İmamın dediğini yap, yaptığını yapma gibi vecizeler Osmanlı’nın son dönemine ait söylemler. Koçi Bey IV. Murat’a sunduğu risalesinde toplumda meydana gelen bozulmaları ifade ederken, kurtuluş olarak da kadim ilan edilirse diye bağlıyor.
Bütün bu gelişmeler, gelenek ve modernleşme çatışmalarında gelenek ve modernleşme arasında bir dengeyi temsil eden anlayış 1969 yılında ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir yandan modernleşme süreci ile birlikte unutturulmaya çalışılan gelenekler ile dönemin koşulları içerisinde ortaya çıkan anlayışların senteziyle yeni bir yol çizildi. Milliyetçi Hareket geçmiş, bugün ve geleceği birlikte düşünmek adına yeni bir anlayış ortaya koydu. Türk tarihini kesintisiz bir bütün olarak gören, Türk’ün yaşadığı bütün yerleri kendisine Ülkü olarak seçen ve nihayetinde Nizamı Cedid ile başlayan anlayışa karşı yeniden Nizamı Âlem, İlayı Kelimetullah anlayışını kendisine rehber edinen bir siyasi hareket haline getirildi. Kavgada Cumhuriyet tarihinde burada başlamıştır. Bir yandan geleneklerini savunmak adına üç hilali partinin amblemi haline getirirken, devleti kendisine hedef olarak seçen kadrolarına da tarihin derinliklerinden bugüne gelen bozkurt amblemini kullanmaya başlamışlardır. 9 Şubat 1969 yılı modernleşme süreciyle birlikte seküler alana çekilen devlet ve millet hayatına yeni bir ruh kazandırmak ve yeni bir Ergenekon destanının hikâyesinin başlangıcıdır.
Daha önceki yazılarımızda Türkiye’de Türk Milliyetçiliğinin geçirdiği serüvenlerden bahsetmiştik. Bunları tekrar ele almayacağım. Ama şu kadarını söyleyebiliriz ki, Türkiye’de Türk Milliyetçisi olmak kolay değildir. Dolayısıyla bütün bu zorluklara karşı, Türk Milliyetçiliğini siyasi bir aksiyon haline getirecek bir yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaç dönemin koşulları içerisinde farklı tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Ancak Milliyetçi Kadroları etrafında bütünleştiren bir siyasi yapı oluşturuldu. Fakat söylemlerde de bazı değişiklikler meydana geldi.
Milliyetçi toplumcu anlayışın yerine ÜLKÜCÜLÜK olarak şekillenen yeni bir doktriner anlayış gelişti. Batılılaşmanın ürünü olan, seküler bir milliyetçiliğin, Türkiye’de, Türk Milleti’nin sosyolojik yapısı içerisinde bir kan uyuşmazlığı olması doğaldı. Bu anlamda Milliyetçilik yerine, Türk Milliyetçiliğini de içerisinde barındıran, nizamı âlemi hedef olarak seçen ve bunu bir ahlak çerçevesi içerisinde yaşantı haline getirmeye çalışan insan ve toplum modeline dönüştürülmeye çalışılmıştır. İnsanı madde ve mana ekseninde bir bütün olarak gören bu anlayış, mananın emrinde madde, kalbin emrinde akıl anlayışında bir dengeyle birlikte yeni bir Türk tipi ortaya çıkmıştır. Tarihin derinliklerinden bugüne gelen, kültürel değerlerini yaşamaya ve de yaşatmaya çalışan ve de bütün bu inanç ve yaşantısını da insanlığa sunmaya çalışan bir insan tipi ortaya çıkmıştır. Biz bu insan tipine ÜLKÜCÜ diyoruz. Anadolu coğrafyasına sıkıştırılan hayallere karşı, Adriyatik’ten Çin Seddine kadar olan bir coğrafyayı vatan olarak gören bir anlayışa dönüştü. Nizamı Cedid ile Kızıl Elması elinden alınan Türk Milleti, yeniden Nizamı Âleme dönüşmüştür. Böylece Türk Milleti yeniden Kızıl Elmasına kavuşmuştur.
Ziya Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak olarak formüle ettiği anlayışa paralel Seyyid Ahmet Arvasi ile Milliyetçilik, Ümmetçilik ve Medeniyet anlayışını bir Ülkü etrafında birleştirmeye çalışmıştır. Bütün bu fikri arka planıyla birlikte, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ ve MHP kadroları tarafından Türkiye’de sosyolojik zemine uygun bir siyaset ortaya koyulmuştur. Milliyetçiliği ve mukaddesatı birlikte ele alan Ülkücü Dünya Görüşü, Milliyetçi Hareket Partisi’nin insan, toplum ve devlet algısını ortaya koymuştur. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ, Fikir, kadro ve iktidar üçlemesini, 9 Işık, Ülkü Ocakları ve MHP ile somut hale getirmiştir. Fikrini ortaya koymuş, idealist gençler yetiştirmiş ve Türkiye’yi yönetecek kadroları oluşturmuştur. Ancak siyasi mücadeleler, hele hele ideolojik siyasi hareketin mücadelelerinde kısa zamanda bir başarı kazanmak kolay değildir.
1717 – 1969 bir toplum hayatında uzun bir zaman dilimidir. Aradan geçen bu 250 yıllık zaman dilimi içerisinde toplum geleneklerinden uzaklaşmış, modernleşme adına seküler bir hayatın içerisinde hapsedilmişti. Bütün bu alışkanlıkları değiştirmek kolay değildir. O yüzden milliyetçi hareketin iktidarını kısa zamanda bekleyenlere karşı, Başbuğ’un tavrı netti: Bizimle kısa zamanda iktidar umanlar, bizimle yola çıkmasınlar…
Ötelerin ötesinde gözü olan birileri zaten vardı. Ancak bunları organize edecek bir siyasi yapıya ihtiyaç vardı. İşte o kutlu yapı bugün 47 yıllık bir maziye sahiptir. Binlerce Ülkücü kadrolar yetişmiştir. Öncesinde başlayan ama 1969 yılında şekillenen Milliyetçi Ülkücü Hareketin ortaya koyduğu maya tutmuştur. Bugün MHP, kendi içerisinde yaşadığı birçok problemle karşı karşıya olmasına rağmen, bu maya tutmuştur.
Bizleri bir ÜLKÜ etrafında birleştiren ve bizlere yeni ufuklar açan bütün gönül erlerini bir kez daha rahmetle anıyoruz. Allah (CC) onlardan razı olsun.