Dilleri farklı yirmi beş ülkeden üç hakem yirmi iki futbolcu bulup iki takım hâlinde çıkarın sahaya, içlerinde art niyetliler olsa da futbolun ortak dili sayesinde içlerindeki kural tanımazı yola getirir, o maçı tamam ederler.
Maç seyircisiz oynanırsa hiçbir problem çıkmaz, ancak seyirciler iki takım taraftarı olarak çıkmışsa tribünlere, iş değişir…
İçlerindeki o kural tanımazı hizaya getiren oyuncular seyircilerin tepkisinden etkilenirlerse daha dikkatli veya çekingen olmazlar mı? Ayarları bozulmaz mı?
Her maçı, tartışmayı/yarışmayı ne pahasına olursa olsun kazanma hırsı olanların gayrimeşru yollara sapmaması mümkün değildir.
Kısaca, futbolun kuralları dünyanın her yerinde aynıdır ve kuralları çıkarlarına uydurmak isteyenler için hakemler vardır. Seyirciler hakemlerden (kurallardan) ve haktan yana tavır alırlarsa seyir zevkine doyulmayan bir maç oynanır sahada.
Kuran-ı Kerim’in Cenabı Allah’ın kanunu, huzurlu yaşama kılavuzu olduğuna inananlar, din adamları bu kurallara uymayan davranışlar sergilerse orada huzur kalır mı?
Anayasaları toplumun tamamı adına yapan kurumlar, anayasayı koruyan, uygulanmasından sorumlu olanlar vardır. Kendi koyduğu kurallara öncelikle kendisi uymayanlar ve o kuralları uygulatmakla görevli olanlar sapıtırsa toplumda huzur kalmaz.
Dinimizin kurallarını bilip anlatıp ona uygun yaşamayan ilâhiyatçılarla Anayasayı kendi çıkarlarına uydurmada sınır tanımayan hukukçular olmasa insanlar daha huzurlu olurlar.
Söz gelimi, bir bakmışsın böyüüük hukukçu 367 Sabih, Kanad çırparak sığırcıkları coşturur, Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmemek için meclise girenleri “vatan haini” ilân eden bir zümre çıkar, ortalık karışır, mazlumlar “C-enabı H-ak P-aklasın” diye dua eder.
O zümre, yıllar sonra aynı Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı yapmak üzere türlü cambazlıklara başvurur. Kimse çıkıp “ne değişti de o zaman karşı çıktığınız adam şimdi sarılacak ip oldu” diye sorgulamaz bu dönekliği…
Sonra da “Milletvekilliğinin ilk şartı, meclis çalışmalarına katılmaktır” diye meclise giderek Anayasaya göre davranan, meclisi çalıştıran bir partiye savaş açan 367 Sabit’in hempaları yıllarca bunu istismar eder.
Anayasalar, milletin (toplumun) bugüne ve yarınlara ait bir arada yaşama kurallarının ana hatlarıyla tespit edilmiş ortak sözleşmesidir.
20 Ocak 1921'de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (1921 Anayasası) üstünden tam yüz yıl geçti. İlki 1924’te olmak üzere anayasamız üzerinde değişiklik veya yeni anayasa yapımı defalarca gerçekleştirilmiştir 100 yılda. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1921: Teşkilatı Esasiye Kanunu (ilk Anayasa)
1924 Anayasası
1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
1960 Darbesi ve 1961 Anayasası
1971 Darbesi ve 1972 Anayasa değişiklikleri
1980 darbesi ve 1982 Anayasası
1987 Anayasa değişikliği referandumu
1995 Anayasa değişikliği
2007 e-muhtıra ve referandum
2010 Anayasa Referandumu
1960’tan sonra Anayasa değişikliklerini darbeler belirlemeye başlamıştır. Şu an, ilk Anayasanın 100. Yılında yeni bir Anayasa yapımı gündeme gelmiştir.
Anayasa değişikliği veya yeni Anayasa yapılması konusunda fikir beyan edenlerin anlaşamadığı (tartıştığı) 1924 Anayasası’ndan itibaren başlangıç (giriş) maddelerinin özünün değiştirilip değiştirilemeyeceği üzerinedir.
Gizli gizli anayasa değişikliği (veya yeni anayasa) çalışmaları yapanların gündeminde hep o ilk üç (dört) maddenin niteliği vardır.
Din adamları ve hukukçuların Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğunu elbet Allah bilir ama tribünlerin hukuka saygılı namuslu seyircileri de fark ederler. Onların Hakk’a, hukuka uyup uymadıklarını fark edemeyen bir seyirci (vatandaş) topluluğunu nasıl idare ederseniz edin değişen bir şey olmaz.
“Koyun kurt ile gezerdi/ Fikir başka başk’olmasa” diyen Âşık Veysel nur içinde yatsın.
Haram-helâl tanımayan seyirciler/vatandaşlar tuttukları takımın/yöneticinin haksız kazancını kendisi elde etmiş gibi seviniyorsa, herkese sözde “Anaya-SAL” hak doğar, baba ağzı açık bakar, hak güçlünün eline geçer.
Yeni Anayasa Çalışmaları milletimize hayırlı olsun.