Kitaplar, mâzîyi yakınlaştırır; geleceğe kucak açarlar. İtici, yargılayıcı, kovucu değil; dâvetçidirler. Kim ki, doğruluk, hoşgörü, bilgi, medeniyet ve ahlâklılık peşinde koşmak istiyorsa, ilkönce ve mutlaka, değeri yüksek bir kitaba ulaşmalıdır.
Bu yazımda, Peyami Safa’nın iki eseri üzerinde duracağım. Unutulmamalıdır ki, Peyami Safa, çok yönlü bir edib, muharrirdir ve bir ‘mektep adam’dır.
“OSMANLICA TÜRKÇE UYDURMACA”
Peyami Safa, yayıncı, romancı ve deneme yazarı olarak Cumhuriyet Dönemi edebiyat ve fikir hayatımızda önemli bir yer tutar. Bu yer tutuş, söz gelişi söylenmiş bir ifade değildir. Zîra; Peyami Safa, 9 yaşında geçirdiği kemik hastalığı sebebiyle tahsiline devam edememiş, babası yazar İsmail Safa’yı da erken yaşta kaybetmiş ve 13 yaşında iş hayatına atılmak zorunda kalarak çok sıkıntılı bir ömür sürmüştür.
Server Bedii ve Cingöz Recai takma adlarıyla yazılar yazmıştır. “Sözde Kızlar, Mahşer, Bir Akşamdı, Dokuzuncu Hâriciye Koğuşu, Fatih Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Yalnızız, Biz İnsanlar gibi romanları; Türk İnkılâbına Bakışlar, Millet ve İnsan, Mahutlar, Doğu-Batı Sentezi, Sanat Edebiyat Tenkit, Kadın Aşk Aile, Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar, 20 Asır Avrupa ve Biz, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Eğitim Gençlik ve Üniversite adlı deneme eserlerinden başka, okul kitapları ve Türk Grameri, Dil Bilgisi, Fransız Grameri. Türkçe İzahlı Fransız Grameri gibi eserlere de imza atmıştır.
Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, O’nun, Türkçe hakkındaki düşüncelerini dile getiren denemelerinden meydana getirilmiştir.
Nihat Sâmi Banarlı’nın “Türkçenin Sırları” adlı eseri gibi, “Osmanlıca Türkçe Uydurmaca” da, Türkçe’ye sahip çıkmanın, Türkçe’yi geliştirmenin yollarını gösteren bir kılavuzdur. Sâdece Türk Dili ve Edebiyatı tahsili yapanların değil, anadilimiz Türkçe hakkında kanaat sahibi olmak isteyenler için de bir müracaat kitabıdır.
Kitapta, konu başlığı çok fazla. Ancak, “Türkçe’nin Softaları ve Züppeleri” başlıklı makalesinden bir bölüm naklediyorum:
“Her büyük dâvaya iki uğursuz tip musallat olur: Softa ve züppe.
Dil softası bağırır:
-Lisanımızın tekâmüli tabiîsi üzerindeki ferdî ve içtimaî tesirler meyanında bâlâdan vâki olan müdahaleler onun terâkkisini sektedar eder.
Dil züppesi cevap verir:
Hayır! Dilimizin normal evrimi üzerindeki toplumsal ve kişisel etkiler arasında yukarıdan aşağı gelen karşıtlar onun ilerlemesini durdurmaz.
Lenguistiğe (dil bilgisine) sorarsanız, ne birinci, ne ikinci iddiayı doğrulayan bir kanun olmadığını , söyler. Sadece her iki iddiayı okşayan nazariyeler olabilir.
(...) Dil dâvamızda, her büyük hareketin başına çöken softanın ve züppenin cayırtılarına kulaklarımızı tıkamalı, kökleri bilgiden ziyade mizaç ve temayüllere bağlı günlük ve acele hükümlerden kurtularak faraziye, tecrübe ve ilim arasında âhenkli ve ihtiyatlı adımlar atmalıyız.” (Bkz. Osmanlıca Türkçe Uyudurmaca, Peyami Safa, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 148-149)
“YAZARLAR SANATÇILAR MEŞHURLAR”
Peyami Safa’nın denemelerini ihtivâ eden kitaplarından biridir. Bu da, Ötüken Yayınevi tarafından hizmete sunulmuş 264 sayfalık nefis yazılarla donatılmış bir eserdir.
Konu başlıkları oldukça fazladır. Hazret-i Mevlâna’dan Yûnus Emre’den Ahmed Rasim’e, Agâh Efendi’den Kırımlı Aziz Bey’e kadar daha niceleri.
Peyami Safa’ya mahsus edebî değerlendirmeler ve tahliller bilhassa edebiyat öğrenimi görenler için bulunmaz bir müracaat kaynağıdır.
Yine de, bâzı başlıkları vermeliyim: “Yûnus Emre ve Genç Dostu, Yusuf Akçora ve Türk Rüyası, Süleyman Nazif Merhum, Bergson Mistik midir?, Yahya Kemal’in İstanbul’u, Ziya Gökalp ve Durkheim, Talât Paşa Merhum, Bu Neslin Gerçek Mümessilleri, Valery’yi Anlamağa Doğru, Mahmut Yesari, “Millî “Düşmanları, Mareşal, Mevlâna’sız Dünya, Fransız Edebiyatının Büyük Kaybı, Mithat Cemal, Sanat ve Size Dair, Tevfik İleri, Mustafa Şekip Tunç, Albert Camus’nün Ölümü, Mareşal’in Üç Vasfı...”
Kitap, sözünü ettiğim gibi, baştan sona kadar mükemmel tahlillerle doludur. Ancak, ilgimi çeken ve bize de ibret olması gereken, 1955 yılında Milliyet Gazetesi’nde yayınladığı “Fransız Edebiyatının Büyük Kaybı” başlıklı yazıdan bir bölüm nakledeceğim.
Bir devletin/Millî Eğitim Bakanlığı’nın bir yazarına verdiği kıymeti ve bu yazarın da , kendinden sonra gelenleri “keşfetmesi”, üzerinde çok ciddî olarak düşünmemizi gerektiren hususlardır.
Şimdi yazının girişinden bir bölüm naklediyorum:
“Fransa en büyük şâirlerinden birini kaybetti. Paul Claudel öldü. Bu, bir temel direğin yıkılışı gibi, Fransız edebiyatını kökünden sarsacak, millî ölçüde bir yastır. Fransa Millî Eğitim Vekâleti şairin millî törenle gömülmesini karar altına aldı.
Claudel’in şair, denemeci, tiyatro yazarı ve filozof olarak o kadar çok cephesi var ki, onu tanımayanlara tanıtmak isteyen böyle bir sütun, başından büyük bir iş almış olur. Onun dünya şiirine kattığı tazeliklerden, Rimbaud’yu keşfetmesi gibi öncü edebiyata kazandırdığı değerlerden, mistik ve dinî şiiri yeni bir aşk ve iman soluğuyla genişletmesinden daha üstün vasfı, nihilist (inkârcı) bir Avrupa’nın karşısına, yıkılmaz bir iman anıtı gibi dikilmesi ve tereddüdün şaşkınlığı ve perişanlığı içinde kalmış bir memlekette manevî enerjileri diriltmesidir.” (Sf. 141)