“Türkler kahramanların kahramanıdır.
Türk Tugayı için imkânsız diye bir şey yoktur.”
Mareşal Douglas MacArthur – Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Başkomutanı
25 Haziran 1950. Kuzey Kore, Rusya’nın kışkırtmasıyla, kandaşı Güney Kore’ye saldırıyor. Arkasında ise, kızıl komünist Çin bulunuyor.
Çin; 25 Ekim 1950’de, Kuzey Kore’nin yanında yer alarak 200 bin kişilik askerle birkaç koldan saldırıya başlıyor.
Bunun üzerine, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşmiş Milletleri harekete geçiriyor. Fakat, ABD, Çin saldırıları karşısında bocalıyor, yer yer bozguna uğruyor.
Tabiî ki, biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmak üzere onaltı ülke, ABD’nin yanında yer alarak savaşa katılıyor.
Sözde; ‘demokrasi mücâdelesi’ veriliyor. Hâlbuki; arka p(i)lânda, ‘komünist-kapitalist çatışması’nın kıvılcımları ateş topu olup, başta Kore ve Koreliler olmak üzre ortalığı kasıp kavuruyor.
Tuğg. Tahsin Yazıcı komutasındaki 5.083 kişilik Türk Tugayı; 19-20 Eylül 1950’de, Ankara/Etimesgut’tan İskenderun’a t(i)renle intikal ettiriliyor.
Tugayımızın, Kore’ye nakli için, Birleşmiş Milletler adına, ABD, 5 gemi tahsis ediyor.
25 Eylül 1950 ve 2 Ekim 1950 tarihlerinde, beş gemi, iki bölüm hâlinde İskenderun’dan Kore’ye hareket ediyor.
***
Tahsin Yazıcı Paşa, dedi, görelim ne dedi:
“Emir geldi, ebed müddet Devlet’ten:
-Türk askeri, akın akın akacak!
Geçilecek yârdan, serden servetten,
Koç yiğitler şimşek olup çakacak!
***
Bugün, işte, bir uyanış zamanı;
Adı, yine tutacaktır cihânı.
Cesâreti, tevâzûsu, irfânı,
Peygamber Ocağı şaha kalkacak!
***
Gidişin gülerek severek olsun;
Toplaşılıp il-il, tek yürek olsun.
Yürüyün, gazânız mübârek olsun.
Buradan yeni bir güneş doğacak!
***
Tâcınız-ülkünüz, hak- adâlettir;
Soyadınız, saffet ve hürriyettir.
Işığınız yüksek medeniyettir.
Çağın benliğinde şeref duyacak!
***
Bir Mehmetçik, dedi, görelim ne dedi:
-Her meydan, erlikte, meydanımızdır!
Hak yolda savaşmak, cihadımızdır!
Dünyaya örneklik, feryâdımızdır!
Türk olmak, adımız şanımızdır heyyy!
***
Birer birer geldik, uzak illerden;
Hız aldık Türk yurtlu, görklü dillerden.
Alp-eren yürekli, şen gönüllerden...
Türk olmak, adımız şanımızdır heyyy!
***
Irak durun gayri, ırak, bizlerden!
Yürüdük hep, asîl-âdil izlerden!
Haz etmeyiz oynak-kaypak sözlerden!
Türk olmak, adımız şanımızdır heyyy!
***
Bilmeyiz hiç, çıkarcının işini;
Bırakmayız, haksızlığın peşini.
Yakmışız hep hürriyet ateşini;
Türk olmak, adımız şanımızdır heyyy!
***
Alp-eren nesliyiz, Oğuz torunu!
Gaaziler sûreti, şehitlik nûru!
Çetiniz, kırarız, kırılmaz zoru!
Türk olmak, adamızı şanımızdır heyyy!
***
Türk Tugayı; 21 günlük çetin yolculuktan sonra, Süveyş Kanalı-Kızıldeniz, Babülmendep Boğazı, Seylan Adası’nın merkezi Colomba, Singapur, Filipinler ve Formoza Adası deniz yolunu tâkîp ederek, 17 Ekim’de, Kore’nin güneydoğusundaki Pusan Limanı’na ulaşır.
Pusan’dan da, Taegu-Taejon arasındaki yol emniyetiyle görevlendirilir. 20 gün Taegu’da kalır ve burada, ona, Kutup Yıldızı/North Star adı verilir.
Anadolu’nun berrak kalbli yiğitleri, vatanlarından, dostlarından, eşlerinden, çocuklarından, ana-babalarından ayrı, bu yaban diyârlarda, şerefli bir vazîfenin omuzlarına yüklendiğinin idrâkiyle mücâdeleye devam etmeye başlarlar.
Nihâyet, Kasım ayının 20’sinde, bir emri gelir ve 23 Kasımda, motorlu birlikler; 24-25-26 Kasımda da yaya birlikler, Kuzey Kore’nin başşehri Pyongyang’ın kuzeyinde küçük bir kasaba olan Kunu-ri için harekete geçer.
Kunu-ri Destanı, ömürleri boyunca yüzlerini bir olsun görmediği kâfirler arasında savaşan Mehmetçiğin şanlı destanıdır.
Bu âna kadar, ne bir Çinli görüp tanımışlar ve ne bir Koreli’yle muhatap olmuşlardır.
Kuzey Kore’nin karlı dağlarında, bir insanlık mücâdelesi vermişler, kimi gaazi, kimi de şehit olmuştur.
***
Tarih: 26 Kasım 1950 Pazar Akşamı... Sopsoğuk Bir Kuzey Kore Zamanı
Küçük büyük nehirler kızıla boyandığında,
Kızıl-kara emperyaller sınıra dayandığında,
Birbirinin boğazındaydı Koreli kardeşlerin elleri,
Ormanlar cayır cayır, dağ-taş alev alev yandığında:
***
Sopsoğuk bir zamandaydı, hayâlleri.
Teslim edilmişti başkalarına, emelleri.
Sızlamıştı gönül telleri,
Kinle, nefretle tıkandığında.
***
Karlı dağlarında, acı-yakıcı sert rüzgâr...
Kızıl akarken nehirler, kana bulanmış dağlar.
Kuşatıldılar çepeçevre, damar damar
Hepsi de düşmana kandığında!..
***
Gaflet; dehşetin başıdır, derim.
Kin; zamanın gözyaşıdır, derim.
Kalleşlik; irfânı ezen göktaşıdır, derim.
İş biter, mâsûmlar uyandığında!
***
27 Kasım 1950 Pazartesi...Çin ordusu, Tokchon şehrini kuşatmış ve Kunuri-Tokchon yolunu denetimi altına almıştır.
Bu yolun emniyetiyle görevlendirilen Türk Tugayı ise, Korilyon Dağı’nı aşıp Tokchon Ovası’na indiğinde, ona, Wavon’a dönmesi emri verilmiş ve bunun üzerine, bütün mes’uliyeti üzerine alan Tahsin Yazıcı Paşa, Wavon’a çekilme emrini vermiştir.
***
28 Kasım 1950 Salı...Çin Ordusu, Wavon’a saldırır.
Böylece; asırlardan sonra, Türk askeriyle Çin askerleri ilk defa karşı karşıya gelir.
Hem de, başkasının vatanında...Hiç bilmediği kişilere karşı, hiç tanımadığı bir mekânda...
***
Pyongyang, Kuzey Kore’nin başşehridir.
Kore’de, her Çinli, tıpkı yılan zehridir.
***
Kim dost, kim düşman karmakarışık;
Hiçbir dosta rastlanmıyor desek de, yeridir!
***
Öyle bir sefîllik ki, bilinmez!
Kim kimin canyoldaşı, kim kimin esiridir!
***
Çepeçevre bakınca hep kâfir;
Bâzıları da kâfirin kâfiridir!..
***
Bir şey var ki, Mehmetçik;
Îmânlı kalblerin gönül eridir!
***
Biliyor ki, Türk’ün cihâdı mukaddes,
Şehâdetse, O’nun en şerefli seferidir!
***
Oğuz nesli hep bu îmânla yaşadı;
Aslı, alp-erenlik cevheridir!..
***
Kâfirlere karşı yegâne silâhı,
Göğsündeki, bu îman siperidir!
***
Elbette ki, insanda şarttır asâlet;
Kalanı, yalnızca bir kemikle, bir deridir!..
***
“Süngü tak!” emriyle, hedefi,
Hücûmdur: Geri değil, hep ileri’dir!..
***
Bu ruhla saldırdı düşman üstüne;
Dediler: “Bu asker, ne muazzam çeridir!..”
***
28 Kasım’ı 29 Kasım’a bağlayan gece, Çin ordusu, âniden, Kuzey Kore’nin başşehri Pyongyang’ın kuzeyinde bulunan küçük bir kasaba olan Kunu-ri’nin sırtını dayadığın Sinnim-ni tepesi üzerinden Sinnim-ni köyüne saldırır.
***
Sinnim-ni
Bir dağ köyüdür, hava buz gibi
Kum gibi kaynıyor ağaçlıkların dibi.
***
Bağından çözülmüş, dömbelekler çalarak
Cins cins hayvan sesi çıkararak
İnsan diye saldırıyorlar işin garibi!..
***
(Ç) harfli kelimeler: ça-çe-çu-ço-çi...
Çakal sürüsü dolu âdeta ormanın içi!
***
Karşımızda beş-on mislimiz Çinli asker vardı.
Mesâfemiz de, bir süngü mesâfesi kadardı.
***
Havada uçakları, tankları karada...
Süngülerimizi takmıştık, bu arada.
***
Hücûm emri verilince, fırladık yerimizden...
Kısa sürede, Türk süngüsü, Çin çemberini yardı.
***
Böylece ilk saldırı püskürtülmüştü;
Düşmanın hevesi kırılmış, düşürülmüştü!
***
Sinnim-ni
Görmemiş böyle vahşeti ömrünce
Şaşırmış olmalı bu mahlûkatları görünce.
***
Öyle bir kalabalık ki, târîfsiz!
Anlayın, vaziyeti artık siz!..
***
Bizimkilerse...
Ses veriyor herkese!..
Yer yarılsa, gök çökse!..
***
Herbiri, andırıyordu bir Kür Şad’ı...
Soğukkanlı, saldırdı, Türk evlâdı.
Duyguludur, hürmetlidir yâdı.
Fırtına gibidir figanı-feryâdı
Kavi mi kavidir inadı.
***
Sükûnetle bekledik
Telâşsız taktık süngüleri...
Dedik:
“Gelmiş olmalı, ecelleri!”
Keşfettik, teker teker yerlerini.
Ve seyrettik, bir kez daha uzaktan
Sinnim-ni tepelerini!..
***
Duâlarımızı yaptık:
“Allah’ım, utandırma bizleri!”
Ve inletti, göğü-yeri
Allah! Allah! Sesleri!..
***
Ve herbir yamaç, herbir vâdi,
Bu tepeler, bu yamaçlar, bu dağlar,
Binlerce kez bunu tekrarladılar!
Buydu şanlı ecdâdın va’di!..
***
Bu gece, en meş’um gecemizdi.
Bu gece:
Târihe bıraktığımız tertemiz izdi.
***
Çok büyük bir mücâdele vermiştik, çünkü...
En çok şehit verdiğimiz gündü, bugünkü!
***
Kaybımız fazlaydı, acımız büyüktü bu çatışmada;
Geri çekilip karargâhı kurduk Kaechon’da.
***
Yazıcı Paşa; herkesi topladı, Tugayı toparladı.
Nasihat etti, hislendi, direnme kararı aldı.
Herbirimiz, artık, bir Kür Şad’dı,
Bir Börü Alp’ti, bir Yamtar’dı.
Hepimizde böyle bir azîm vardı.
***
Peşimizden geldiler.
Ve öyle bir baskı kurdular ki, Çinliler,
Süngümüz parlayınca şaşkına döndüler
Teker teker, üçer-beşer geberip-öldüler!
***
Ellisi, yüzü leş oluyordu, önümüzde, yanıbaşımızda...
Leşleri, leşlerine, eş oluyordu, önümüzde, arkamızda.
***
Gerisin geri kaçanlar da bunun cabası.
Geride kaldı kiminin tüfeği, topu, libası!
***
Kaechon’a Çin baskısı haddinde fazla çok artmıştı...Tugay, tekrar kuşatılmakla karşı karşıyaydı....Çinliler, yağmur gibi mermi yağdırıyorlardı...Arazi, dar, sarp ve Türk askeri tarafından bilinmezliklerle doluydu...Hava kararmış, gözgözü görmüyordu...
Âcilen Kunuri’ye çekilmek gerekiyordu. Tahsin Yazıcı Paşa, hemen, çekilme emrini verdi... İlk defa, ABD uçakları, tankları ve topçu bataryaları düşmanı baskı altına aldı ve Türk Tugayı, Kunuri Boğazı’nı binbir zorlukla Çin çemberini yardı. Bir târih yazıyordu Türk askeri..
Daha sonraları; ABD Kolordu Komutanı John B. Coulter, Türk Tugayı sâyesinde üç ABD tümeninin kurtulduğunu ifade ederek, bir hakîkati ortaya koymuştur.
26 Kasım 30 Kasım 1950... Şehit kanları, Türk ve Dünyâ târihinin altın harfli sayfalarında bu yeni şahlanışın adını yazacaktır: Kunuri Zaferi!..
***
Kunuri Boğazı, çok mu çok dardı.
Üstelik, etrafta çok sayıda Çin askeri vardı.
***
Güneylisi, kuzeylisi hepsinin aynıydı çehresi
Çığlığı aynıydı...Aynıydı sesi!
***
Kunu-ri...Kunu-ri...
Bizimkilerin
Parlıyordu gözleri...
Kutlarcasına bir zaferi!..
Can havliyle tetiğe basıyordu Nuri,
Alp Er Tunga, Çağrı, herbiri!..
Ahmet, Mehmet, Gökbörü...
***
Gönüllerinde vatan...
Tahsin...Celâl...Faik...Numan...
Etraf tozdumandı...
Hepsi yamandı, birer civandı!..
***
Allah Allah!.. sesleri yankılandı vâdilerde, tepelerde...
Mehmetçiğin ayak bastığı her yerde...
***
Asker, o askerdi; süngü, aynı süngü!...
Tekrardaydı o eski zaferler sanki!
***
Herbirimiz, “Lâ havle *”çektik, kalbimizden;
Öyle bir güç ve kuvvet diledik Rabb’imizden!
***
Düşman öyle zâlimdi ki, târîfi zor!
Üç-dört kişi, bir kişiye çullanıyor!..
***
Tek çâremiz vardı, yaşamak için öldürmek...
Ve bu kaatillerin ocağını söndürmek!..
***
Yanımızda, kanlar içinde gördükçe kandaşımızı;
Silmek yerine gözyaşımızı,
Dünyalara sığdıramayıp başımızı,
Vargücümüzle saldırıp düşmanı püskürtmek!..
***
İşte böyleydik, yüksekti irâdemiz
Dimdikti başımız, aktı alnımız
Neyse o olacaktı alınyazımız
Ap-ak, pırıl pırıl, tertemiz!..
***
Ve...kim bilebilirdi, nasıl,
Bitebilirdi, bu fasıl?
***
Dağlar küçüldü gözümüzde...birer ateştik!
Mesâfeler kısaldı...helâlleştik!...
Nicesinin boynunu büktük.
Nice kâfirin karnını deştik!..
***
Düşman, kalleş mi kalleşti!..
Ortalık dopdolu leşti!..
***
Yegâne arzumuz, Türklük için zaferdi.
Çok şükür, Yüce Allah, bize, bunu da gösterdi.
***
Her Mehmetçik, birbiriyle, kardeşti...
Hâldeşti, kandaştı, dildeşti,
Dindeşti, ülküdeşti...
***
Her Mehmetçik bir güneşti...
Saâdeti, gaazilikle, şehitlikle eşti!
***
Her Mehmetçik;
Bu zafer ferahlığını,
Bütün Türk dünyâsıyla üleşti!..
***
Elbette ki, çözmüştük, biz, bu sırrı, topyekûn;
Veriyordu gönlümüze, anlatılmaz bir sükûn!
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn”**
***
(* Lâ havle...=Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm= Kuvvet ve güç yalnızca Allah ü teâlânın yardımıyla olur)
(**”İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara, 156)= Biz, şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz.)
***
Son Söz:
Dünyâ; “kapitalist-komünist-faşist” totaliter idârelerinin zulmüyle boğuşmaktadır.
İnsanlık âlemi; bugün, hak, adâlet ve demokrasi kelimelerinin çokça kullanılmasına rağmen, bilhassa, ABD, AB, Çin ve Rusya emperyalizminin baskısı altında eziyet çekmektedir.
Buna rağmen; az da olsa, zaman zaman, hakkı teslim eden münferit değerlendirmelere de şâhit oluyoruz.
Kunu-ri Zaferi’nden sonra, Amerikalı Mareşal Douglas MacArthur’un, kahraman Türk Askeri hakkındaki sözünü girişte arzetmiştim. Son söz olarak da, yine bir Amerikalı askerin, Türk askeri hakkındaki görüşlerini sunmak istedim.
İstedim...Çünkü, insanlık âlemine yapılan zulümlerin nereden geldiği, kendilerinin ağzından duyulsun!.. Bu sözler; ilk önce, ABD’ye, Çin’e, Rusya’ya, AB ülkelerine ve ardından, her ne kadar sömürü emelli varsa onlara ve onlara uşaklık yapanlara ibret olsun!..
1950 yılının soğuk bir kasım günü, Türk Tugayı ile birlikte olan ABD İrtibat Subayı Antony B.Herbert, bir hâtırasında şunları söyler:
“Türkler, bir birlik kadardılar. Bulunduğumuz tepenin üzerinde mevzilerimizi hazırladık ve gelecek emirleri bekliyorduk.
Ben, Türkçe bilmiyordum ve onlarda İngilizce konuşan kimse yoktu. Böylece sessiz ve soğuk bir gece geçirdik.
Ertesi sabah, kendimizi, Çinliler tarafından kuşatılmış hâlde bulduk. Gergindim. Türkler ise, oturup piknik yapıyorlardı. Ne tarafa baksalar düşman vardı. Hangi tarafa ateş etseler Çinlileri öldürebilirlerdi. Onlar da, tüm sabahı Çinlileri öldürerek geçirdiler.
Ben ise, bir kenarda oturmuş buradan nasıl çıkacağımızın planlarını yapıyordum.
Güneş yükseldiğinde herkesin cephanesi iyice azalmıştı ama Türkler inanılmaz derecede sâkindiler. Süngülerini taktılar ve gülümseyerek yüzlerini düşmana döndüler.
Türklerin oluşturduğu savunma hattı güneye doğru çark etti ve birden kendimi tüm Kore Savaşı içerisinde gördüğüm, en mükemmel eski usûl süngü hücûmu içerisinde buldum, buradan şu dersi çıkardım:
“Türkler asla tuzağa düşürülemez. Başı belâda olan kişiler, onları kuşatanlardır.”