Türk fikir hayatına; üç ciltlik Türk-İslâm Ülküsü, altı ciltlik Hasbihal, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Doğu Anadolu Gerçeği, Eğitim Sosyolojisi, İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri, İnsan ve İnsan Ötesi, Kendini Arayan İnsan, Mamak Günleri, Sohbetler, İlm-i Hâl, Türkiye'de Şark Meselesi ve Alınacak Tedbirler ve Şiirlerim adlı eserleriyle fevkalâde önemli hizmetlerde bulunan büyük içtimaiyatçımız S. Ahmet Arvasî, sâdece son dönemin değil, umûmî mânâda Türk ve dünyâ sosyoloji ilminin de önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Bir şiir kitabı olmasına ve kendisini şâir saymamasına rağmen, aynı zamanda, iyi bir şâirdir.
Ele aldığı mevzûlar, millî kültür değerlerimizi, antik ve çağdaş dünyâ değerleriyle mukayeseli bir şekilde ortaya koyarak, İslâmî ölçü ve ayârla tahlile tâbi tutabilen fevkalâde titiz bir araştırmacıdır.
Yazdıklarında, hiçbir zaman, sathîlik mevcut değildir. Başlangıcından günümüze kadar cereyân eden her türlü felsefî hareketlerdeki müspet ve menfî tavırları, mevkilerine göre değerlendiren fakat İslâm'ın kabûl ettiklerine zıt görüş ve beyanları da ispatlamak suretiyle saf dışı bırakan bir ilmî anlayışa sahiptir.
Bu yazımızda, bu çerçevede, eserlerinden öne çıkardığım bâzı fikir öbeklerini sunarak, kabataslak da olsa, S. Ahmet Arvasî'nin fikir dünyasında bir gezgin gibi dolaşmak arzusundayım. Nakledeceğim konuların herbirindeki Türkçe gayet sâde, üslûp gayet anlaşılır ve gayet vecîzdir. Herbiri, otuz-kırk yıl evvel yazılmış olmasına rağmen, tâzeliğini ve ehemmiyetini hâlâ korumaktadır.
b. Önce İnsan
Meselâ; "Eskiden beri, ilim ve fikir adamları, "yaratılmışlar âlemini" , âdeta hiyerarşik bir sistem içinde, tasnif etmişlerdir. Onlara göre, dünyamızda bulunan varlıkları, "cemadât", "nebatât", "hayvanat" ve "beşeriyet" diye üstüste duran basamaklar hâlinde etüd etmek mümkündür. Yâni, mineraller ve cansızlar, en altta, onun üstünde bitkiler, onların üstünde bütün türleri ile hayvanlar ve en üstte de insanlar..."
Arvasî; sathî bir tahlil peşinde bulunmuyor. "Eskiden beri, ilim ve fikir adamları..."nın da görüşlerinden hareketle, sağlam delillerle görüş beyan ederek, kâinattaki her varlığın mevkiini ve bu arada insana bahşedilen üstün mertebenin de bilinmesini , hem bilgi kaynaklarından ve hem de tecrübî olarak ifade ediyor.
Bundan hareketle; "Ahlâk, psikolojik, sosyolojik ve metafizik bir problem olarak sadece insan için vardır" diyor.
Yâni; İsrâ Sûresi'nin 70. âyetinde -ve daha bir çok âyette de- buyurulduğu gibi: "Âdemoğulları, üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılınmıştır".
Dikkat edilirse görülür ki, Arvasî; bir "ahlâk" târîfi yapmıyor. Ancak; ana unsurları olan "psikoloji, sosyoloji ve metafizik"i işâretle, bunların, sâdece "üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılınmış insana" mahsus olduğunu vecîz bir şekilde dile getiriyor.
"Hiç şüphemiz yoktur ki, "değişmeye en istidatlı olan canlı varlık" insandır. Çünkü, tâlim ve terbiyeden en çok istifade etmesini bilen varlık odur. Esasen "değişmek" demek, "tâlim ve terbiyeye müsait olmak" demektir."
c. Kültür ve Medeniyet
Bir başka mevzû ise, kültür ve medeniyet târîfleridir. Bunlar; târih boyunca târîf ve îzah edilmeye çalışılarak, üzerinde en çok kafa yorulan mes'eleler olarak karşımıza çıkar. Tıpkı şiir târîfi gibi, onlarca kültür ve onlarca medeniyet târîfi mevcuttur. Emînim ki, daha da olacaktır. Bu hususta, S. Ahmet Arvasî de fikir yürütür ve şöyle der:
"Bize göre "kültür", "dış tabiatın" ve "bizzat insan tabiatının" insan eli ile işlenerek değiştirilmesi, "medeniyet" ise, böylece elde edilen "kültür malzemesinin" hassas ölçüler ve teknikler ile inceltilmesi, yüceltilmesi, muasırlaştırılması ve orijinal bir terkibe ulaştırılmasıdır."
Demek ki; kültür, daha millî, daha ben'ci, daha kendi'ci, daha mahallî; medeniyet ise, yine buna bağlı olarak, "hassas ölçüler ve teknikler ile inceltilmesi, yüceltilmesi, muasırlaşması ve orijinal terkibe ulaştırılmasıdır" yâni bâzı değerlerin bâzı değerlerle irtibat sağlayarak karılması/kaynaşması, biraz daha zarâfet kazanarak/kazandırılarak, genişletilmesi/yaygınlaştırılması/milletlerarası hâle getirilmesidir.
Şüphesiz ki, bir millet için millî kültür ne derecede kıymetli ise, cihânşümûl olan ilim, teknoloji, san'at gibi medenî unsurlar da o derecede mûteberdir.
d. Târih-Kültür-Ülkü
S. Ahmet Arvasî; dîğer taraftan da, bir "millet" için mühim unsurlar olan, "târih", "kültür" ve "ülkü"yü tek cümle hâlinde vecîzeleştirerek şöyle der:
"Tarih, bir milleti "geçmişte", kültür bir milleti "hâlde" ve ülkü, bir milleti "gelecekte" birleştirir."
Böylece; o milletin mensupları, geçmiş-hâl ve gelecek'ten, neyi beklemeleri , neyi yaşatmaları ve neyi idâme ettirmeleri gerektiğinin şuûruna varabilirler.
S. Ahmet Arvasî; "kültür" mes'elesine çok farklı pencerelerden bakan bir fikir adamıdır. Kültür'ün, basit târîfine takılı kalmayarak, "kültür alış verişleri"ndeki ayâr ile, "kültür emperyalizmi"nin arasındaki ayrımın iyi yapılması gereğine dikkat çeker ve uyarır:
"Milletlerarası " kültür alışverişleri" elbette gereklidir ve faydalıdır. Müşahedeler göstermiştir ki, böyle bir "alışveriş"ten ve "temas"tan mahrûm kalan cemiyetler gelişememektedirler. Milletler, elbette, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanacaklardır. Bunu önlemek doğru değildir.
Ancak bu, çok hassas bir konudur. Çünkü, bu "alışverişlerin" ve "temasların" gerekli dikkat gösterilmediği takdirde, "kültür emperyalizmine" dönüştüğü de bilinmektedir.
Nedir "kültür emperyalizmi"? Bu, bir milletin, çeşitli sebeplere bağlı olarak, kendi kültür ve medeniyet değerlerine "yabancılaşması", kendi kültür ve medeniyet değerlerinden "utanması", kendi kültür ve medeniyet değerlerini "hor ve hakîr görmesi", yabancı "kültür ve medeniyet değerlerine" hayranlık duyarak kapılanması demektir."
e. Kavmiyet Mes'elesi ve Türklük
Kavim/millet mes'elesi içersinde, Türklük, ne yazık ki, içimizdeki bâzı sapıklar tarafından da sürekli olarak istismar edilmektedir. Hattâ, "Türk dediğin bir sentezdir zâten. Türk diye bir ırk yok" diyebilecek kadar ileri giderek ilim ve irfân mahrûmları da mevcuttur. S. Ahmet Arvasî, bunları, âdeta hissetmiş gibi, yıllar öncesinden mes'eleye ışık tutmuş, açıklık getirmiştir:
"Türk, dünyanın ve tarihin en eski kavimlerinden biridir. Çeşitli tarihî belgelerden öğreniyoruz ki, bu kavim, aynı zamanda tarihin kaydettiği en medenî ve dinamik " içtimâî ırklardan" biridir. Öte yandan, bu kavmin dikkatli çeken bir yönü de diğer kavimler gibi " putperest" olmayışıdır. Yâni, Türklerin yontulmuş ve müşahhas tanrıları yoktur.
Türkler, bütün tarihleri boyunca, hep " dosdoğru" olan dini aramışlar, Musevîlik, İsevîlik başta olmak üzere çeşitli dinlere girip çıkmışlardır. Türklerin eski dinleri olan " Gök-Tanrı" dininde de " Tanrı Tek"tir ve asla müşahhas bir varlık değildir, fezâları ve semâları istilâ eden bir yüce varlıktır. Kaldı ki, bu dinde, Cennet( Uçmak), Cehennem (Tamu), İblis (Yalbız), Melek( Erçin), Âhiret( Öte dünya), Peygamber( Yalvaç),...inançları vardır."
f. En Güzel Örnek
O'nun fikir haritasının ilk merhalesinde ahlâklı insan gelir ve bunu da, Kâinatın Efendisi'ne bağlılıkta görerek, nasihatta bulunur ve nihâî hedefini şöyle işâret eder:
"İslâm Terbiye Sistemi'nde, "ilk" ve "en güzel" örnek, bizzat Şanlı ve Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'dir. (O'na binlerce selât ve selâm olsun). Diğer insanlar, ilim ve fikir adamları, ahlâk kahramanları, O'na benzedikleri ve yaklaştıkları nisbette "nümûne-i imtisal" olabilirler. Yâni, Sevgili Peygamberimiz, tâlim ve terbiyemizin " mihver şahsiyeti"dir."
Arvasî Hoca, bir başka mevzûda fakat aynı kararlılıkla nasihatlarına ve uyarılarına devam eder:
"Ard niyetlilere bir sözümüz yok...Fakat, iyi niyetli kimseleri uyandırmak için belirtelim ki, İmam-ı Âzamların, İmam-ı Malîklerin, İmam-ı Şafiîlerin, İmam-ı Hanbellerin, İmam-ı Mâtüridîlerin, İmam-ı Eş'ârîlerin, İmam-ı Gazalîlerin ve İmam-ı Rabbanîlerin yerine, İbni Teymiyyeleri, Şeyh Abdulvahhabları, Cemaleddin-i Efganîleri, Muhammed Abduhları, Seyyid Kutupları, Mevdudîleri ve Şeriatîleri, Âyetullahları...oturtmaya çalışanlar, asla İslâm'a hizmet etmemektedirler...Bilhassa Türk Gençliğinin bu konuda çok hassas olması gerekir.
(...) Türkoğlu unutmamalıdır ki, en az bin yıldan beri müslümandır. Ashab-ı Kiram'dan sonra, İslâm'a en çok hizmet eden kavim olmak şerefini taşımaktadır."
g. İlim-Dîn-San'at
Bir fikir adamı, bir muallim ve bir sosyolog olarak, S. Ahmet Arvasî'nin temas etmediği konu hemen hemen yok gibidir. Dil'e/ lisân'a/Türkçe'ye, ilme, san'ata/estetiğe çok önem verir. Bunların ileri seviyede inkişâfı için, kitabın kıymetinin bilinmesini, okumanın ehemmiyetini her sözünde ifade eder.
Târih boyunca yaşanılan tecrübelerin ışığında, dâimî bir arayış içinde bulunur. Bu hususta yaptığı şu tespitler, emînim ki, bütün ilim ve san'at şûbeleri için geçerlidir:
"İnsanın kurduğu kültür ve medeniyette, "ilim", "sanat" ve "din" âdeta "üç sütun" gibidir. İnsanlık, bunlara dayanarak yücelebilmektedir. Yâhut, insanlık, kendini koruyup geliştirecek "üç sığınak" bulmuştur; bunlar "laboratuvarlar", "sanat galerileri ve evleri" ile "mâbedlerdir."
"İlim", sanat" ve "din"i, insanlığın kendini koruyup geliştirebilmesi için "üç sığınak" olarak işâret etmenin isâbetini kavramak lâzımdır. Bunların tatbikat mekânlarını da şöyle açıklamaktadır: "Bunlar, "laboratuvarlar" , "sanat galeri ve evleri" ile "mâbedlerdir".
S. Ahmet Arvasî; bu "üç sığınak"ın bir daha açıklamasını yapar ve bilhassa genç ilim ve sanat adamlarına yol gösterir.
"Bize göre, "ilim" objektif gerçeği, "sanat" sübjektif gerçeği, "din" mutlak gerçeği aramak demektir. Üstelik, bunlar, ferdî ve içtimâî hayatta, bir arada ve iç içe bulunurlar. İnsanlık, bütün tarihi boyunca, bu "üç gerçeği" koşturup durmuştur. "
"Ferdî ve içtimâî hayatta", bu "üç gerçek", hiç durmaksızın bizleri peşinden koşturacak, zihinlerimizi ve gönüllerimizi yoğuracak temel insanî unsurlardır.
h. Millî Dil/ Türkçe
S. Ahmet Arvasî; cihânşümûl vasıflı bir lisân olan Türkçe'nin bozulmaması, korunması ve geliştirilmesini titizlikle müdafaa eden bir fikir adamıdır. Bu bakımdan; hem millî şuûr sâhibi bir fikir adamı olarak ve hem de tarihten gelen tecrübe ve kazanımlarımızın geleceğe intikali bakımından, Türkçe'yi millî kültürün asıl ve değişmez unsuru olarak görür.
"Millî dil, sadece yaşayan nesillerin dili değildir. O, geçmiş ve geleceği ile bir milleti kucaklar. Onun için, milletler ve devletler, "millî dil politikalarını" sadece yaşayan nesillere göre değil, geçmiş ve geleceklerini de düşünerek plânlamak zorundadırlar. Halk, "yaşayan dille" konuşur ve yazar, fakat aydınlar, hiç olmazsa kendi sahalarında "en geniş mânâsı ile millî dilini" anlamak mecburiyetindedirler".
Yazının îcâdı, târihin başlangıcı kabûl edilir. Öyleyse yazı; medeniyetin temelidir. Mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm, "Oku" emriyle başlar. Fakat, ne yazık ki, bu emri sık sık tekrar etmemize rağmen, dünyânın en az okuyan ve tabiî ki, en yazan milletlerinden biri durumundayız.
S. Ahmet Arvasî; bir içtimâîyatçı olarak, insan-kitap-kültür-medeniyet münâsebetini vecîz ifadelerle îzah ederken, acı bir gerçek olarak, kitaba olan ilgisizlikten üzüntüsünü de belirtir:
"Bizim Kültürümüzde "kitabın" âdeta kudsiyeti vardır. Türk insanı, yere düşen ekmek parçalarını toplayıp kaldırdığı gibi kâğıdın da yerlerde sürünmesine razı olmazdı. Şimdi bile, ülkemizde, bu tavrı ortaya koyan çevreler - çok şükür ki- vardır. Müslüman Türk milleti, ekmeğin de, kâğıdın da zelil düşmesini istemez...Ama esefle belirtelim ki, son yıllarda, bilhassa büyük şehirlerimizden başlayarak bu saygının azaldığını müşahede etmekteyiz. Evet, ekmeğe ve kitaba saygı azalıyor...Bunun sebepleri üzerinde ayrıca düşünmek lâzım."
ı. Bediîyat/Estetik
S. Ahmet Arvasî, en verimsiz sahalarımızdan biri olan estetik anlayışımız hakkında da en ciddî ve anlaşılır eser ortaya koyanların başında gelir. Hattâ, diyebilirim ki, birincisidir. "Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz" adını taşıyan bu eserinden de birkaç kısa numûne arzediyorum:
"Estetiğin konusu, tek kelime ile "güzellik"tir. İnsanoğlu, yaşadığı âlemde, yalnız "doğruyu" ve "iyiyi" değil, "güzeli" de arar. Bu sebepten estetiğin gerçek konusu "güzellik" ve "çirkinlik" tir. Sanatkâr'ın hedefi "güzele" ulaşmak ve "çirkinden" uzaklaşmaktır."
"(...)İslâm'a göre, bizzat Allah, "en büyük san'atkârdır" ve kendindeki "cemal" sıfatı ile her an tecelli etmektedir. Bu açıdan bakınca, kâinat, bir güzellik okyanusudur; insan ise, bu okyanusun üzerinde parlayan ve "en güzel biçimde yaratılmış" olan bir yıldız gibidir. Kâinata ve insana, bir san'atkâr gözü ile bakanlar, onlarda muhteşem "estetik mesajlar" bulacaklardır. Ama, müslüman san'atkâr, kendini, bu mesajların "sûretlerine" (formlarına) kaptırmaz; bütün bunların arkasında gizlenen "Mutlak Güzeli", bulmaya çalışır."
i. Emperyal Güçler Karşısında Tavır
Ve ne yazık ki, iç ve dış tehditler karşısında vurdumduymazlığımız, kibre dalışımız, birbirimizle gereksiz bir şekilde çekişmemiz ve çatışmamız, bizi, dünya üzerinde yalnızlığa itmiş, emperyalist güçlerin her türlü hücûmu karşısında birlik rûhundan uzaklaşarak istenen seviyeyi yakalayamamışız.
P(i)lânlı ve bunu gerçekleştirecek istikrarı, kısır çekişmeler yüzünden istenen mertebeye çıkaramamışız. Teknoloji t(ı)ransferiyle vakit geçirip, düşünce merkezlerimizi çok yönlü olarak hareket ettirememişiz. Diyor ki:
"Çok değil, bundan bir - iki asır önce, aşağı - yukarı bütün İslâm Ülkeleri, Şanlı Osmanlı - Türk Devleti'nin koruyucu kanadları altında, birlik ve bütünlük içinde idi; İslâm Dünyası'nı ele geçirmek isteyen bütün "Haçlı Kuvvetler", Müslüman - Türk'ün çelikten yumruğu karşısında perîşan oluyordu...
(...) Sonra, olan oldu....Bugünkü İslâm Dünyası oluşuverdi. Şimdi, her rengi ile emperyalizm, İslâm Dünyası'nı işgâl etmekle, sömürmekle ve ezmekle meşgul, asırlar boyu süren kin ve hınç ile saldırıyorlar. Nüfûsu, bir milyara yaklaşan İslâm Dünyası'nın hâli yürekler acısı..."
Düşünmemiz ve ibret almamız lâzımdır ki, bugün yaşadığımız şartlar, S. Ahmet Arvasî'nin bu yazıyı kaleme aldığı otuz-kırk yıl evvelkinden daha ağırdır. Ve netîce, yine S. Ahmet Arasî'nin iki tespitiyle şöyle ifade ediliyor:
"İslâm Dünyası, üç asırdır, üstünlüğünü Batı'ya kaptırmıştır. Şimdi, tefekkürde, güzel sanatlarda, ilim ve teknikte, hamle üstüne hamle yapan onlardır. Şimdi, onlar "sahnede", bizler "seyirciyiz". Onlar "oynuyor", biz "alkışlıyoruz"...Onlar yapıyor, biz taklit ediyoruz..."
"İslâm Dünyası'nı sevk ve idâre ettiğini sanan "lider kadrolar" farkında olmasalar bile, emperyalist güçler, Türk'ün dinamizmini, teşkilâtçılığını, bağımsızlık şuûrunu ve hürriyetçi karakterini çok iyi tanıyorlar. İslâm dayanışmasının, ancak Türkler'in öncülüğü ile sağlanabileceğini de çok iyi biliyorlar.Her türlü menfî propagandaya rağmen, İslâm Dünyası'nda yaşayan yüzmilyonlarca müminin gönlünde, Türk'e güven ve sevginin yattığından haberdârdırlar. İşte, sırf sebepten dolayıdır ki, Türk'ü İslâm Dünyâsı'ndan, İslâm Dünyâsı'nı Türk'ten tecrid etmek istiyorlar.."
Bulunduğumuz yer hâlâ burasıdır!!! Yâni, biz, hâlâ, taa oralardayız!!!
k. Milliyetçilik Mes'elesi
S. Ahmet Arvasî'nin üzerinde durduğu bir başka husus da milliyetçilik mes'elesidir.
Şüphesiz ki, O; yaşadığımız bu yüzyılda, dilden, kültür ve medeniyete, âileden devlete, dinden, ilimden, san'at ve estetiğe kadar uzanan değerler silsilesi hakkında görüş ortaya koyan, sâdece Türkiyemizin değil, dünyânın da önde gelen sosyologlarından biri olması sebebiyle, elbette ki, bu hususta da görüşler beyan etmiştir.
Ayrıca; ifade etmeye çalıştığımız ve dile getirmediğimiz pek çok mes'eleye çözüm aramayı gaaye ve hedef edindiği gibi, milliyetçilik hususunda da isâbetli düşünceler ileri sürerek, bu mevzûda da çâre bulucu olmuştur. Zîrâ; milliyetçilik mes'elesi , eskiden beri, ülkemizde en çok tartışılan ve ırkçılıkla karıştırılan sosyo-kültürel mes'elelerden biridir.
Sözlük mânâsıyla, "Milliyetçilik i. 1. Milletini sevme, milletine bağlı olma ve milletinin menfaatlerini kendi çıkarlarının üstünde tutma, milliyetperverlik,ulusçuluk...2. Milletin hürriyetini , bağımsızlığını herhangi bir biçimde kısıtlayacak her türlü anlaşma, birleşme, yabancı tesir ve baskıya karşı çıkan,milletinin yüceliğine inanan ve ona yalnız kendi gücüyle başka milletler yanında üstünlük sağlayacak bir siyâset tâkip etme hakkının tanınmasını savunan doktrin, ırkçılık, nasyonalizm." ( Bknz: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2010, Sf. 824)
Bu veya buna benzer sözlük târîfleri, ana çerçeve içinde doğru gibi görülmektedir. Ancak; târîfin sonundaki, "ırkçılık" ve "nasyonalizm" kelimeleri, birbiriyle tezat teşkil etmektedir. Çünkü; "ırkçılık" karşılığı "nasyonalism" (nationalisme) değil, "rasism" (racisime)dir.
S. Ahmet Arvasî, 'milliyetçiliği' kendisi üzerinden târîf ederek şöyle der: "Ben, İslâm îmân ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihânda azîz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanın da Şanlı Peygamberimizin "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi îmândandır" tarzında ortaya koydukları yüce prensibe de bağlıyım. Öte yandan, İslâm'ın yakından uzağa doğru bir fetih ile bütün beşeriyeti tevhid bayrağı altında bütünleştirmeye çalışan ilâhî sistem olduğunu da unutmuyorum. "
Bu düşüncelerin ışığında, bir sosyolog olarak Arvasî, Türk milleti hakkında târihin şâhitliğinde bir tahlil yaparak şöyle der: "Türk, dünyanın ve tarihin en eski kavimlerinden biridir. Çeşitli belgelerden öğreniyoruz ki, bu kavim, aynı zamanda tarihin kaydettiği en medenî ve dinamik "içtimâî ırklarından" biridir. Öte yandan, bu kavmin dikkati çeken bir yönü de diğer kavimler gibi "putperest" olmayışıdır. Yâni Türklerin yontulmuş ve müşahhas tanrıları yoktur.
Türkler, bütün tarihleri boyunca, hep "dosdoğru " olan dini aramışlardır. Musevîlik, İsevîlik başta olmak üzere çeşitli dinlere girip çıkmışladır. Türklerin eski dinleri olan "Gök Tanrı" dininde de "Tanrı Tek"tir ve asla müşahhas bir varlık değildir, fezâları ve semâlari istilâ eden bir yüce varlıktır. Kaldı ki, bu dinde, Cennet (Uçmak), cehennem (tamu), İblis (Yalbız), Melek (Erçin), Âhiret (Öte Dünya), Peygamber (Yalvaç)...inançları vardır.
(...) Şanlı Peygamberimiz'in tebliğleri ile şereflenmeden önce, bütün Türkler, kâfir değildi. Kimi Musevî, kimi İsevî, kimi de yukarıda belirttiğimiz tarzda "muvahhid" idi. Tıpkı, pusperest Araplar'ın arasında bulunan "Hanif"ler gibi Türkler'in içinde de doğru inananlar çoktu.
(...) 11. Asırda ise Türklük, artık İslâm'ın hizmetinde ve "İlâ-yı Kelimetullah" için canla başla çalışacak, birçok İslâm büyüğünün de belirttiği üzere, İshâbı Kiram'dan sonra, İslâm'ı yücelten en büyük millet olacaktır."
Arvasî'nin milliyetçilik anlayışı, büyük ve çok sağlam bir rabıta hâlinde bulunduğu Necip Fâzıl Kısakürek'in anlayışıyla aynı safta bulunur. Bu hususta, İdeolocya Örgüsü adlı eserinde Necip Fâzıl şöyle der:
"İslâm inkılâbında milliyet görüşü, her şeyi ana ruh vâhidine bağladıktan sonra, o ruh vâhidini en iyi aksettiren yâhut en iyi aksettirmeye memur olan zarf, kalıp ve madde ölçüsü olarak da (dâima bu kayıt altında) kendi ırkını mecnuncasına sever.
İşte Gaye-İnsan ve Ufuk Peygamberin "Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılamaz!" meâlindeki muazzam Hadîsinde, dışardan ve ilk bakışta o kadar kolay sanılan nâmütenahî derin mânaya bir yol; ve hudut içinde hudutsuz milliyetçiliğe işâret!..
İslâm inkılâbında milliyetçilik görüşü, Müslümanlıkta mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisini hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetçilik ulaşamaz; ve böyleleri bizimle uyuşamaz."
"(...)İslâm inkılâbında milliyet mefkûresi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberine lâyık olma cehd ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şadedecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en ileri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin tâ kendisi olacaktır.
*İslâm inkılâbında, Şeriatle hudutlu akıl, hakikatte nasıl hudutsuz aklın tâ kendisiyse, yine onunla hudutlu milliyetçilik de, hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin tâ kendisidir.
* Hudut içinde hudutsuzluğa çıkmanın girift sırrından nasip almamış olanlar, mücerret ve münhasır milliyetçilik alevinde gaz ve fitil âhengi verecek ve onu Şeriat şişesinin içinde en ileri ışığa kavuşturacak sistemin de, derin ve gerçek mü'min anlayışıyle İslâm inkılâbına bağlı milliyetçilik görüşünde olduğuna inansın!...
(...) Allah ve Resûlünü en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türkü sevmek, onun şahsî ve kavmî ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştirmek ve bütün zaman ve mekân boyunca bu ruhu geliştirmek, kalıplaştırmak, billûrlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkûredir ki, usûl ve sistemini de her millete veren, böylece darlık ve hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır."
l. Şiir Anlayışı
S. Ahmet Arvasî'nin "Şiirlerim" adlı bir şiir kitabı vardır. Eserini "Takdim"inde şöyle der:
"Vaktiyle şairliğe özenmiş ve yazdıklarımı "Sır" adını verdiğim bir kitapçıkta toplamıştım. O zaman, Ahmet Cezzar Arvasî imzasını kullanıyordum. 1955 yılında, daha yirmiüç yaşında bir delikanlı iken yayımladığım ve mürettip hataları ile dolu bu kitapçığımı, her nedense hiç sevemedim ve âdeta şairliğe küstüm. Kendimi, fikrî çalışmalara verdim.
(...) Daha sonra, yıllar önce yazdığım şiirlerimi tekrar gözden geçirmek ihtiyacını duydum. Böylece, bu dosya meydana geldi. Kimbilir, belki, birgün onları yeniden yayımlamak ihtiyacını da duyabilirim. Yâhut, birileri çıkıp bunu yapabilir. Yâhut, çocuklarım için bir hâtıra olabilir.
Onyedi yaşında yazdığı "Özleyiş" başlıklı şiirinde şöyle der:
"Tuna neden köpürmüş, Kırım neden inliyor?
Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?
Şimdi Hazar uzaktan feryâdımı dinliyor,
Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet?
Kıbrıs'ın ayrılışı derd oldu içimizde,
Barbaros'un sesini kaybettik Akdeniz'de,
Adalar yabancıda, dinmez dertleri bizde,
Balkan'ımız vatandan ayrıldı mı nihayet?
Nerde bütün Türkeli, Taşkent, Buhara nerde?
Müslüman-Türk ülkesi Büyük-Mâvera nerde?
Asya'yı, Avrupa'yı titreten nâra nerde?
Vatan parçalanınca yüzümüz gülmez elbet.
Yüce İslâm âlemi, boyun eğmiş haçlıya,
Vicdanı yosunluya, elleri kırbaçlıya,
Zaman hasret duyuyor başı hilâl taçlıya,
Nerede kaldı tarih, nerde bizdeki heybet. "
(1949)
Şüphesiz ki, buradaki ilk düşünülmesi gereken hususun, onyedi yaşındaki bir gencin, 1949 yılında, bu hedeflerle, bu mevkide/güzellikte bir şiir yazmasının muhasebesi iyi yapılması olmalıdır.
Son şiiri ise, "Mâceramız" başlığını taşıyor. Onun da ilk ve son kıt'alarını sunuyorum:
"Mutlu oluruz sandık "Dünya" denen bu yerde,
Hayaller tuz-buz oldu, başımız girdi derde.
Binlerce "dün" ve "bugün" böyle akıp gider de
Mutluluk at koşturur nedense hep ilerde!
(...) Boşaldı zemberekler, yoruldu yelkovanlar,
Hâlâ soracak mıyız: "Kurtarıcımız nerde?"
Ölümün ötesinde gerçek hayat umanlar,
Yaramıza son merhem, şimdi, Son Peygamber'de."
(1985)
S. Ahmet Arvasî'nin fikir haritasının bu kadar sathî geçiştirilecek bir mevzû olmadığı elbette ki, bilinmektedir. Biz, bu satıh üzerinde, derinlemesine olmayan, fakat ipuçları veren kısa bir yolculuk yaptık o kadar!..
Fakat...Her şeye rağmen, ümit ve temenni ederim ki, bu kadarcık bir yolculuk/hatırlatma bile, S. Ahmet Arvasî'nin ana fikir istikameti hakkında bir uyarı, bir ön çalışma olarak yeni idrâklerle, yeni hamleler için hız kaynağımız olur!..
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI:10, KASIM-ARALIK 2017, SF. 59-65