Spor, insanı hayata hazırlayan, azmini bileyen, kişiyi zorluklarla baş edecek şekilde yoğuran ve insanlık tarihi kadar eski bir uğraştır.
Biz Türklerin en öncelikli sporu, atıcılık ve binicilikten sonra güreştir. Bizim güreşimiz rakibi ezmekten, yenip aşağılamaktan öte bir hüner gösterme, kabiliyet ve cibilliyet testidir. Yenen yenileni kucaklayıp kaldırır. Yenilen yaşça büyükse yenen onun elini öperek saygısını belirtir.
Kısaca güreş dualı bir spor dalıdır bizde…
İki ihtiyar bir araya geldi mi eski güreşleri en ince ayrıntılarına kadar anlatırken biz küçükler daha çayıra çıkmadan teknikleri, güreşin edebini, adabını öğrenirdik.
Er meydanlarından nice yiğitler gelip geçti ardında dualar, acı tatlı hatıralar bırakarak.
Cazgırların dualarıyla, öğütleriyle büyümüştür yaşıtlarımın çoğu, benim gibi.
Çok duymuşuz:
-Ayağın kökü olmaz, takılır düşersin. İki yumurta tokuşunca elbet biri kırılır, diye teselli ederler yenilen pehlivanı…
Yine, “Hasmın karıncaysa da koru kendini” diye öğüt verir cazgır güreşten önce.
Bir zamanlar genç bir boksör türemişti. 81 kg. da rakipsizdi neredeyse. Samsun’da Türkiye Şampiyonası yapılıyor. Öncelikle bu yeni şöhreti seyretmek için erkenden salonda yerimi almıştım.
Daha bir yumruk atamadan diz üstü çöktürdü rakibi bizimkini. Salonda buz gibi bir hava esti ki şaşkınlığın sessizliği epey sürdü…
Sonradan öğreniyorum, hoca maç öncesi son konuşmasını yaparken şöyle diyor genç boksöre:
-Bak oğlum, çok dikkatli ol, sakar bir boksör, sağı solu belli değil, gözünü seveyim… diye öğütlerken, hiç dinlemediği hocasına arkası dönük vaziyette şöyle sesleniyor:
-Hoca, ben onu dötümle döverim dötümle, deyip hızlıca çıkıyor ringe…
Kimsenin yüzüne bakamayacak durumda olduğunu havlu ile yüzünü kapatıp ringden yarı yuvarlanarak inerek hızlıca soyunma odasının yolunu tuttuğu an içimden köklü bir çınarın devrildiğini hissettim o an…
Hüngür hüngür ağlar buluyor hoca talebesini soyunma odasında. Sakin bir sesle “Dötün de çok yumuşakmış be…” deyip çıkıyor dışarı…
Bir daha boks yaptığını duymadık, şöhret delisi bir kıymet açmadan soldu, gitti.
Yükselirken basamakları dikkatli çıkmayanlar çabuk tökezler çünkü ayağın kökü yoktur.
Millî futbol takımımızın Letonya, Karadağ maçlarından sonra Cebelitarık maçını seyrederken o boks hocasının öğüdü, Şenol Güneş ve o diz üstü çöken genç boksör geldi aklıma.
Hollanda’yı evire çevire yenen bir takım Letonya ve Karadağ’a karşı öndeyken maçı berabere bitiremez. Hele Cebelitarık’ı karınca görüp Hollanda maçına saklamak için bile olsa esas kadroyu kulübede unutmaz akıllı hoca.
Hoca, “kimi oynatsam Cebelitarık’ı dutuyla yener” diye düşünmemişse futbolcular güç zehirlenmesi yaşamış olmalı.
Daha önce defalarca yendiğim birine yenilince babam şöyle dedi:
-Oğlum, eline geçirdiğin adamı önce yeneceksin sonra kucaklayacaksın. Karşına ben çıksam bile bir Yunanlıyla cenk ediyormuşsun gibi tutacaksın, bundan sonra öyle yap, diyerek yürüdü gitti…
Temel işlediği suçlardan dolayı idam cezası alır. “Bir diyeceğin var mı” diye sorar hâkim.
-Habu baa ters olsun, der Temel…
Eğer ders alınacaksa bu maçlar çokları için hayırlı olmuştur inşallah.
"Ayağını yere sağlam basmak" demek her türlü tedbiri almak demektir. Bütün karşılaşmalar başlamadan çok önceden kazanılır ki bu, tedbirini almak, ayağını köklendirmektir işte.
Karşındakini önemseyip karınca görmeden ya da çok büyütmeden çıkacaksın meydana. Sen düşüneceğine o düşünsün
Öncelikle yenerken üstün sayı farkı oluştur ki uzun yıllar unutulmasın, başkalarının gözü korksun.
Eğer o gevşeklikleri yapmasaydık şimdi Hollanda maçından önce biz değil onlar düşünüyor olacaktı.