Bir ülke sadece yollarla, köprülerle ya da binalarla ayakta kalmaz. Onu asıl güçlü kılan şey, insanlarının birbirine duyduğu güven, saygı ve ortak geleceğe dair taşıdığı umuttur. Bugünlerde o umudu gölgeleyen gelişmelerden biriyle daha karşı karşıyayız. Siyasetin dili sertleştikçe, toplumsal dayanışmanın dili de sessizleşiyor. Ve bu sessizlik içinde bir çağrı yankılandı: Boykot.
Bir siyasi parti tarafından dile getirilen bu boykot çağrısı, sadece bir alışveriş tercihi gibi gösterilse de, aslında çok daha derin bir yaraya işaret ediyor. Çünkü hedef gösterilenler bu ülkenin üreticileri, esnafları, çalışanları… Yani biziz. Komşumuz, mahallemizdeki dükkân sahibi, sabah erkenden kepenk açan bir emekçi.
Boykot, bireysel iradeyle alınan bir tutum olabilir. Herkes kendi vicdanına göre karar verir, verir ama bu kez mesele bir partinin çağrısıyla toplu bir ayrıştırmaya dönüşüyor. İşin rengi de tehlikeli bir hâl alıyor. Çünkü bu yalnızca bir ticari tercih değil, toplumsal bir bölünme riski taşıyor.
Düşünelim… Bugün ‘şu ürünü alma, şu dükkândan alışveriş yapma’ deniyor. Peki yarın? Hangi fikirde olduğu için, hangi gazeteyi okuduğu için ya da sadece bir paylaşımı beğendiği için kimler dışlanacak? Birbirimizi ayrıştırmaya başladığımızda, aslında kendimizi de parçalıyoruz. Aynı ülkede yaşayıp farklı düşüncelere sahip olabilmek, bir zenginliktir. Bu zenginliği korumazsak, fakirleşen sadece ekonomi olmaz; vicdanlarımız da yoksullaşır.
Bir de işin diğer yüzü var. Eğer bu çağrılar, bir erken seçimin zeminini hazırlamak için yapılıyorsa, soralım: Bu süreçte oluşacak ekonomik zarar, seçimden sonra sihirli bir değnekle düzelecek mi? İnsanların geçim derdi, işsizliği, borcu boykottan etkilenmeyecek mi? Yeni bir yönetim geldiğinde aynı halkın desteğine ihtiyaç duyacak. O gün geldiğinde, bugün verilen zararların izleri kolayca silinebilir mi?
Siyasi mücadele meşrudur. Ama bu mücadelenin aracı halkın ekmeği, umudu ve birliği olmamalıdır. Bu ülkenin en büyük değeri, kutuplaşmalara rağmen hâlâ birbirine tutunmaya çalışan insanlarıdır. Bunu kaybedersek, kazandığımız hiçbir şeyin anlamı kalmaz.
Belki de şimdi en çok ihtiyacımız olan şey, kendi görüşümüzden olmayanla da konuşabilmek. Farklı düşüneni düşman değil, başka bir pencereden bakan bir insan olarak görebilmek. Çünkü ancak o zaman bu ülke gerçekten büyür.