21 Ocak 2025 gecesi, Bolu Kartalkaya’da bir otelde çıkan yangın hepimizi derinden sarstı. Bu korkunç felakette 78 canımızı kaybettik. Henüz yaralarımızı saramamışken, olayın hemen ardından başlayan “ben suçsuzum” çabaları, bir kez daha ülkemizdeki siyasetin ne denli ayrıştırıcı bir hale geldiğini gözler önüne serdi. İktidar ve muhalefet, birbirlerini suçlama yarışına girerken, yandaşlar da bu tartışmanın birer parçası haline geldi.
Peki, durup bir an düşündük mü? Bu yangında bir akrabamızı, sevdiğimiz birini kaybetmiş olsaydık; o acıyı derinden yaşarken hala daha hiçbir şeyi öğrenmeden, bilmeden karşı tarafı suçlamak bizi tatmin eder miydi? Yoksa gerçeğin ortaya çıkması ve suçluların adalet karşısında hesap vermesini mi isterdik? İşte tam da bu noktada, partizanlığın ve siyasi önyargıların bir kenara bırakılması gerektiği gerçeğiyle yüzleşiyoruz.
Felaketler, yalnızca doğanın değil, insan hatalarının da bir sonucu olabilir. Eğer ki iktidara yakın bir bürokrat ya da sorumlu bir kişi bu olayda kusurluysa, kimsenin kayrılmaması gerekir. Aynı şekilde, muhalefet yanlısı bir kişi ya da kurum hatalıysa, onun da hesap vermesi sağlanmalıdır. Adaletin tecelli ettiği bir toplumda, koltuk sevdası ya da ideolojik bağnazlık olmamalıdır. Ne yazık ki bugün, pek çok durumda siyaset, gerçeğin ve adaletin önüne geçiyor.
Bu yangın, geçmişte yaşanan ve gelecekte yaşanabilecek tüm afetler için bir ders olmalıdır. Olayın üzeri örtbas edilmeden, gerçek sorumluların ortaya çıkarılması ve adaletin yerini bulması, yalnızca bu olayda hayatını kaybedenlerin anısını yaşatmak için değil, aynı zamanda gelecekte benzer felaketlerin önlenmesi için de elzemdir. Siyasi yaygaralar, tartışmalar ve kavgalar, ne kaybettiğimiz canları geri getirecek ne de gelecekteki felaketlere engel olacaktır.
Bir toplumun huzuru ve güvenliği, adaletin her alanda eksiksiz bir şekilde işlemesiyle mümkündür. Bu noktada, oturduğu koltuğun sorumluluğunu taşıyan her birey, işini layıkıyla yapmakla yükümlüdür. İşini doğru yapan insan, hesap sorma hakkına da sahiptir. Ama öncelikle herkes, kendi sorumluluklarının bilincinde olmalı ve adaletin öncelik olduğu bir anlayışı benimsemelidir.
Bu felaket bize bir kez daha şunu hatırlattı: Koltuklar kimsenin babasının malı değildir. İktidar ya da muhalefet fark etmeksizin, toplumun refahı ve güvenliği için çalışmayan, sorumluluklarını yerine getirmeyen herkes hesap vermelidir. Bu anlayış, yalnızca bugünün sorunlarını çözmekle kalmaz, geleceğimizi de güvence altına alır.
Yangının ardından ortaya çıkan bu trajik tabloyu bir milat kabul edelim. Olayların siyasetin tozlu tartışmaları arasında kaybolmadığı, aksine ders çıkarılarak geleceğe dair çözümler üretildiği bir anlayışı hâkim kılalım. Çünkü unutmayalım ki, gerçek adaletin sağlanmadığı bir toplumda huzurdan, birlikten ve geleceğe dair umutlardan söz edilemez.
Başımıza geldiğinde affetmeyeceğimiz durumlar, başkalarının başına geldiğinde de aynı hassasiyeti hak eder. Gerçeğin peşinde koşan, adaleti savunan ve çözüm üreten bir toplum olmayı öğrenmeliyiz. Ancak o zaman böylesi felaketlerin yaralarını gerçekten sarabilir ve gelecekte benzer acıları yaşamamak için sağlam bir temel atabiliriz.