Aralık ayının gelişiyle sokaklar süslenir, vitrinler parıldar ve toplumun bir kesiminde Noel ve yılbaşı heyecanı başlar. Ancak burada durup şu soruyu sormamız gerekir: Müslüman bir toplum olarak bu kutlamalar bizim inanç ve kültürümüzle ne kadar örtüşüyor?
Noel, Hristiyan dünyasında İsa Mesih’in doğumunu kutlamak için düzenlenen bir bayramdır. Yılbaşı ise miladi takvimin başlangıcını ifade eder. Ancak İslam’da yılın başlangıcı, hicri takvime göre Muharrem ayının birinci günüdür. Bu durum, kutlanan tarihlerden çok, kutlamanın anlamını sorgulamamız gerektiğini hatırlatır. Noel ve yılbaşı gibi gelenekler, yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda dini ve kültürel aidiyet açısından da bizimle bağdaşmamaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav), "Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır" buyurarak, başka kültürlere özenmenin inanç üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Necip Fazıl Kısakürek’in şu çarpıcı sözü de bu hadisin üzerine düşünülmüş gibidir: “Yedi Hristiyan bir danaya ortak girmedikçe, çam ağacı süslemem.” Bu söz, İslam inancındaki kurban ibadetine gönderme yapar ve şu mesajı verir: Onlar bizim ibadetimizi benimsemiyorken, bizim onların geleneklerini taklit etmemiz ne kadar doğru olabilir? İslam inancı, özgün değerlerini koruyarak, kendi çizgisinde bir yaşam tarzı benimsemeyi emreder.
Bugün Noel ve yılbaşı kutlamalarının Müslüman bir toplumda kendine bu kadar yer bulması, yalnızca bir kültürel etkilenme değil, aynı zamanda aidiyet duygusunun zayıflaması olarak da okunabilir. Türk-İslam kültürü, yardımlaşmayı, tevazuyu ve samimiyeti esas alan derin bir mirasa sahiptir. Bayramlarımız, ibadetlerimiz ve özel günlerimiz, gösterişten uzak, manevi bir anlam taşır. Bugün Noel ve yılbaşı kutlamalarının tüketim odaklı bir eğlenceye dönüşmesi, bu anlamın tamamen yitirilmesine yol açmıştır.
Bu noktada, "Ne olacak canım, devir değişti!" diyerek meseleyi basitleştiren bir anlayışa kapılmamalıyız. Devir değişebilir, ama insanın öz değerleri, zamanın rüzgarlarına teslim edilmemelidir. İnanç ve kültür, bir toplumun geleceğe bırakabileceği en büyük mirastır. Tarih boyunca değerlerimize sahip çıkarak ayakta kaldık; bugün bu değerlerden uzaklaşmamız, bizi kimliksiz bir topluluğa dönüştürebilir.
Noel ve yılbaşı, bizim kültürümüze ait değildir. Önemli olan, başka kültürlerin etkisinde kaybolmak değil, kendi değerlerimizi güçlü bir şekilde yaşatabilmektir. İslam, kendine has bir medeniyet inşa etmiş bir dindir ve bu medeniyet, Arap yarımadasında doğmuş olsa da, mesajı tüm insanlığa hitap eder. Tıpkı Hristiyanlık gibi... Hristiyanlık, Kudüs ve çevresinde doğmuş, ancak zamanla Avrupa'ya yayılmış ve farklı kültürlerle harmanlanarak bugünkü Batı medeniyetlerinin bir parçası haline gelmiştir. Bugün Hristiyanlığın sembollerine baktığımızda, pek çok unsurun Avrupa’nın tarihsel ve kültürel dokusuyla şekillendiğini görürüz.
Benzer şekilde, Türkler de İslam’ı kabul ederek, inanç ve kimliklerini zenginleştirmiş; kendi kültürel miraslarını, İslam’ın evrensel değerleriyle harmanlayarak özgün bir medeniyet oluşturmuşlardır. Bu durum, inançların doğduğu yerden farklı coğrafyalarda kendine özgü yorumlarla yaşatılmasının doğal bir süreç olduğunu gösterir. Esas mesele, inancın özüyle bağını koparmadan, kendi kültürel değerlerimizi bu evrensel mesajla nasıl birleştirdiğimizdir.
Aidiyet duygusu, insanın yalnızca geçmişine değil, geleceğine de sahip çıkmasıdır. Bir toplum, değerlerini yitirdiğinde, varlığını devam ettirme iradesini de kaybeder. Köklerinden kopmayan bir ağaç gibi, sağlam bir aidiyet bilinciyle geleceğe uzanmalıyız.
"Bir millet, inancıyla güç bulur, kültürüyle köklenir. Bu iki değer birleştiğinde, ne rüzgarlar savurabilir ne de zaman unutturabilir."