Hayat, her birimize özgürlüğün farklı bir rengini sunar. Bu özgürlük bazen nefes aldığımız bir dağ eteği, bazen de zihnimizin derinliklerindeki bağımsız düşüncelerimizdir. Siyaset, toplumu yönlendiren güçlü bir araç olsa da, bireyin özgürlüğünü boğmamalı, aksine ona nefes aldırmalıdır. Ne yazık ki, günümüzde siyaset bazen insanların kendi düşüncelerini ifade etme yetisini törpüleyip, bir partiye ya da ideolojiye saplantılı şekilde bağlanmayı bir norm haline getiriyor. Bu da toplumun birlik ve dirliğine zarar veriyor. Oysa mesele, siyasetle hayatı anlamlandırmak değil; hayatı, insanı ve toplumu daha iyiye taşımak için siyaseti bir araç olarak görmektir.
Herhangi bir siyasi partiye bağlı olmamak, insanın özgür düşünebilmesinin kapılarını aralar. Özgür bir zihin, doğruya doğru, yanlışa yanlış deme cesaretine sahiptir. Bu, bir partiyi ya da lideri yüceltmek ya da yerin dibine sokmak zorunda olmadığınız anlamına gelir. Liyakati temel almak, doğruları alkışlayıp yanlışlara karşı durabilmek, bir bireyin topluma en büyük katkısıdır. Siyasi tercihlerimiz, bir bağnazlık kalesi değil, akıl ve vicdanın buluştuğu bir köprü olmalıdır.
Seçimler geldiğinde, kimsenin omuzlarımıza yüklediği ağırlıklarla değil, sadece kendi vicdanımızın sesiyle hareket edebilmeliyiz. Bu özgürlük, toplumu güçlendiren, bireyi bilinçlendiren bir erdemdir. Bağımlılıkların zincirlerinden kurtulmak ve sadece "ben değil, biz" diyerek toplumun ortak faydasını gözetmek her bir vatandaşın temel sorumluluğu olmalıdır. Unutmayalım ki, bireyler olarak hepimizin siyaset üzerinde bir etkisi var; ama bu etkiyi saplantılarla değil, sağduyu ve samimiyetle şekillendirmeliyiz.
Partilerin gençlik ve kadın kollarına ya da aileleri kapsayan birimlerine yüklenen misyon, yalnızca insanları üye yapmaya yönelik bir çaba olmamalıdır. Bu birimler, toplumun gerçek nabzını tutmak, sorunlara çözüm önerileri geliştirmek ve halka kulak vermek için var olmalıdır. Gerçek siyaset, halkı anlamakla başlar; çünkü çözüm, ancak problemi derinlemesine anladığınızda ortaya çıkabilir. Siyaset, sorunları bir silah olarak değil, bir yapı taşı olarak görmeyi başarırsa işte o zaman anlam kazanır.
Bu anlayış, bireylerin ve toplumların saplantılı bir şekilde bir gruba bağlı kalmasını değil, fikirlerle şekillenmesini sağlar. Saplantılar, bireyi özgürlüğünden uzaklaştırır ve toplumu bölünmeye iter. Oysa farklı düşünceler, farklı renkler toplumu zenginleştiren birer armağandır. Toplumda huzur, ancak bu farklılıkların birbirine düşmanlık değil, birer zenginlik olarak görüldüğü zaman gelir.
Her birey bağımsız bir akıl ve vicdanla hareket etmeli, kendi yaşam felsefesiyle siyaseti şekillendirmelidir. Toplumsal değerleri merkeze alarak, kimseyi dışlamadan, ayrıştırmadan bir bütünlük içinde hareket etmeliyiz. Çünkü gerçek özgürlük, sadece kendi doğrunu savunmak değil, başkalarının doğrularını da anlamaya çalışmaktır. Bu anlayışla şekillenen bir toplumda, liyakatli insanların sayısı artacak ve doğru yerlere gelmesi mümkün olacaktır. Liyakatle şekillenen bir yönetim, hem bireylere hem de topluma hak ettiği adalet ve refahı sağlayacaktır. Özgür bireylerin oluşturduğu bir toplumda siyaset, halkın ihtiyaçlarına en samimi şekilde cevap verecektir.
Her birimizin sorumluluğu, özgür bir zihinle düşünmek ve konuşmaktır. Bu sorumluluğun bilincinde olan insanlar, toplumu bölmez, birleştirir. Bu birliktelik, hepimizi daha güçlü, daha adil ve daha huzurlu bir yarına taşır.
"Özgürlük, yalnızca kendin için değil, herkesin hakkını savunduğun yerde gerçek anlamını bulur."