Hangi kanalı açsanız, hangi saatte kontrol etseniz, bir tartışma programı ya devam ediyor ya da başlıyor olacaktır. Özellikle siyasi konuların tartışıldığı bu programlar, birçok insan için gündemi takip etmenin ve değişik fikirleri öğrenmenin en önemli yollarından biri. Ancak Türkiye'deki tartışma programları, artık bir bilgi paylaşımı aracı olmaktan ziyade, bir hakaret ve çatışma ortamına dönüşmüş durumda.
Bunun en belirgin örneğini, yayınlar boyunca konukların ve hatta sunucuların karşılıklı olarak birbirlerine sergiledikleri tutumda bulabiliriz. Farklı görüşlere sahip olan konuklar, birbirlerini dinlemek ve anlamak yerine, sürekli birbirlerinin söylediklerini çürütmeye çalışıyorlar. Sunucular ise, genellikle bir tarafta yer alıyorlar ve bu durum, sorularını sordukları şekilde bile hissediliyor.
İşin içine bir de medyanın genel taraftarlık durumu giriyor. Örneğin, haber kanallarının %60'ı iktidar yanlısı, %30'u muhalif, geriye kalan %10 ise her iki tarafa da eşit yer verme çabasında olan kanallar. Ancak ne yazık ki bu çabaları, kavgaların ve çatışmaların ortasında sık sık göz ardı ediliyor. Bu durum, seçmenlerin çoğunluğunun tek taraflı bir görüşe maruz kalmasına ve at gözlüğü takarcasına sadece kendi tarafının argümanlarına odaklanmasına neden oluyor.
Bu durum, toplumun geneline yayılan bir ayrışma ve kutuplaşmayı tetikliyor. Bilgi edinme ve analiz etme yerine, ön yargılı bilgileri benimseme ve bu bilgileri kendi düşünceleri gibi savunma eğilimi yaygınlaşıyor. Bu durum, özellikle 30 yaş ve üzeri demografik grupları da etkileyerek, bilgiye dayalı bir muhakeme yeteneğinin yerine, ön yargılı ve çatışma odaklı bir tutum geliştirmesine yol açıyor.
Bu sorunun çözümü, tartışma programlarının formatının ve içeriğinin gözden geçirilmesinden geçiyor. Yayınlar, bilgi aktarımına ve farklı görüşlerin çözüm yollarının tartışılmasına odaklanmalı. Bu süreçte, konukların birbirlerine karşı saygılı bir dil kullanmaları ve farklı görüşlere değer vermeleri sağlanmalı. Aynı zamanda sunucuların, tartışma boyunca tarafsızlıklarını korumaları ve her iki tarafa da eşit şekilde sorular sormaları gerekiyor.
Ancak, bu sorumluluk yalnızca medyanın ve seçmenlerin omuzlarında değil, toplumun her bireyinin omuzlarında da. Herkesin, aldığı her bilgiyi sorgulama, araştırma ve doğru bilgiye ulaşma sorumluluğu var. Bilgiye adil bir şekilde yaklaşmalı ve doğru olmayan veya çürütülmüş bir bilgiyi, hiçbir araştırma yapmadan savunmamalıdır. Bu adaletsizliğin önüne geçer.
Türkiye'deki haber kanallarının, tartışma programlarını daha kaliteli hale getirmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlayacaktır. Tartışmalar, toplumun farklı görüşleri öğrenmesine ve bu görüşleri tartışmasına olanak tanır. Bu durum, insanların daha bilinçli ve daha sorumlu vatandaşlar olmasına yardımcı olacaktır.