Bir insanın arabası lüks, kıyafetleri şık, evi gösterişli diye ona farklı davranıyorsak, aslında kimi kandırıyoruz? Onu mu, kendimizi mi? Ya da şöyle soralım: Eğer aynı kişi bir anda tüm bu gösterişi kaybetse, ona olan tavrımız değişecek mi?
Toplum olarak şekilciliğin içine öyle bir hapsolduk ki insanları makamlarına, maddi güçlerine, sosyal statülerine göre değerlendirmeyi bir alışkanlık haline getirdik. Kim olduğundan çok, neye sahip olduğuyla ilgileniyoruz. Bir insanı gerçekten tanımadan, onun karakterini sorgulamadan, sadece dışarıdan gördüğümüz kadarıyla bir kıymet biçiyoruz. Ve ne acıdır ki, bu kıymet ölçüsü değişken. Kişi varlıklıysa, güçlü bir konumdaysa dostluklarımız pekişiyor, kapılar açılıyor. Ama menfaatin rüzgarı tersine estiğinde, ilişkiler anında yön değiştiriyor.
Menfaatin Maskesi ve Yapay Dostluklar
Aristo, dostluğu üçe ayırır: Menfaat dostlukları, haz dostlukları ve erdem dostlukları. Birincisi ve ikincisi gelip geçicidir. Çünkü menfaatler değişir, hazlar tükenir. Ama erdem dostluğu, kişinin karakterine, değerlerine dayanır ve kalıcıdır. Peki, biz toplum olarak dostluklarımızı hangi zemine inşa ediyoruz?
Bir makam sahibiyle dostluk kurmak, onun yanındayken prestij elde etmek, ondan fayda sağlamak cazip geliyor olabilir. Ancak bu tür ilişkiler insanı içten içe özgürlüğünden eder. Çünkü kişi, bu tür dostlukları korumak için kendinden ödün vermeye başlar. Yapmacık gülümsemeler, sahte iltifatlar, içi boş sohbetler… Gerçek duygu nerede? Samimiyet nerede? Ve en önemlisi, insanın kendi iradesi nerede?
İbn Haldun, toplumların çöküşünü sosyal bağların yozlaşmasıyla açıklar. Eğer insanlar, birbirleriyle yalnızca çıkar üzerine ilişki kurmaya başlarsa, güven azalır, dayanışma zayıflar ve sonunda toplum çöker. Şekilciliğin, yapmacıklığın ve menfaat odaklı ilişkilerin egemen olduğu bir düzen, aslında yavaş yavaş kendi sonunu hazırlayan bir düzen değil midir?
Özgünlük ve Özgürlük
İnsan, özüyle var olur. Ne giydiğiyle, ne sürdüğü arabayla, ne de mevkisiyle… Eğer insanlar olduğu gibi görünmeye cesaret ederse, çevrelerindeki ilişkiler de daha sahici hale gelir. Düşünsenize, herkes menfaatin dışında samimi ilişkiler kurmaya yönelseydi, toplumda güven artmaz mıydı? İnsanlar birbirine daha dürüst davranmaz mıydı?
Jean-Jacques Rousseau, “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur” der. Belki de en büyük zincirlerden biri, toplumun üzerimize giydirdiği ‘şekilcilik’ prangasıdır. Oysa gerçek özgürlük, insanın kimseden onay beklemeden, karşısındakini çıkar gözetmeden, samimi bir şekilde değerlendirebilmesindedir.
Ne Yapmalıyız?
Öncelikle kendi hayatımıza bir bakalım. Bizler insanları neye göre değerlendiriyoruz? Bir kişiye karşı olan yaklaşımımızı etkileyen şey, onun kişiliği mi, yoksa statüsü mü? Eğer insanları şekillerine göre yargılıyorsak, kendimize şu soruyu sormalıyız: Ben bir insanı gerçekten mi seviyorum, yoksa onun getirdiği avantajları mı?
Daha sahici bir toplum, ancak daha sahici bireylerle mümkündür. Menfaatin gölgesinde kalmadan, insanın özüyle ilgilenmek… İşte, gerçek samimiyetin anahtarı bu. Ve unutmamak gerekir ki; insanlar gelir geçer, makamlar değişir, zenginlik azalır, ama karakter baki kalır.