Eskiden bir yalan, uzun yollar aşıp dilden dile dolaşırken hızını kaybeder, bazen de unutulup giderdi. Teknolojiyle birlikte bu tablo kökten değişti. Artık yalan, bir saniyeden kısa sürede milyonlara ulaşabiliyor. Ancak ilginç bir paradoks da var: Yalanın yayılma hızı arttığı gibi, düzeltilme imkânı da aynı şekilde hız kazandı. Peki bu bir avantaj mı, yoksa bir dezavantaj mı?
Bu soruyu kendime sorarken, tarihin tozlu sayfalarında dolaşıyorum. Eskiden yayılan bir yanlış bilgi, yıllarca toplumu şekillendirebilir, hatta bireylerin ve milletlerin kaderini etkileyebilirdi. Örneğin, bir savaşın sebebi olarak anlatılan yanlış bir söylenti, nesiller boyu düşmanlık tohumları ekerdi. Bugün ise bir haberin doğruluğunu birkaç tıklamayla teyit etmek mümkün. Ama gariptir ki, bilgiye bu kadar kolay ulaşabildiğimiz bir dönemde, doğruluk algımız sanki daha da bulanıklaştı.
Bunun en büyük sebeplerinden biri, bilginin artık "sorgusuz sualsiz" kabul edilmesi. İnsanlar, duyduklarını ya da gördüklerini paylaşırken, kimin söylediğine, hangi amaçla paylaştığına pek bakmıyor. Eğer duyulan şey, bireyin dünya görüşüne uyuyorsa, doğru kabul ediliyor ve hemen yayılıyor. Bu noktada Peygamber Efendimizin şu hadisi aklıma geliyor: "Kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter." Günümüz dünyasında bu hadisin ne kadar derin bir uyarı olduğunu anlamak çok da zor değil.
Yalan haber üretip yayan kişilerin zihnindekileri tahmin etmek çok zor değil: "Nasıl olsa inanan bir kitlemiz var, yayarlar." Bu rahatlık ve pervasızlık, toplumun hakikat arayışına zarar veriyor. Ama daha düşündürücü olan, bu yalanları hiçbir çıkarı olmadan paylaşan bireylerin durumu. Ne bir maddi kazanç ne de somut bir fayda sağlıyorlar. Oysa yaydıkları yalanlar, toplumu yanlış yönlendirdiği gibi kendi hayatlarını da dolaylı olarak etkiliyor.
Bir düşünelim. Yalan bir bilgi, bazen toplumun en kırılgan noktalarına dokunur; korku, nefret veya önyargı üretir. Bu duygular sadece başkalarına zarar vermekle kalmaz, bumerang gibi dönüp sahibine de çarpar. Yalan bir haberin etkisiyle şekillenen bir toplumsal düzen, bir gün yalanı paylaşanın da kapısını çalar. Çocuklarımızın geleceği, inandığımız doğrular ve savunduğumuz değerler, yalanların gölgesinde kaybolur.
Oysa doğru bir bilgi, bir toplumu aydınlatır, bir yanlışı düzeltir. Dürüstlük, sadece bireysel bir erdem değil, toplumsal bir sorumluluktur. Hangi inanca, hangi düşünceye sahip olursak olalım, bu sorumluluğu taşımak zorundayız. Çünkü dürüstlük, insan olmanın gereğidir.
Bir haber gördüğümüzde, onu paylaşmadan önce bir an durup düşünmeliyiz: "Bu bilgi doğru mu? Kaynağı güvenilir mi? Yaymam gerektiğinden emin miyim?" Eğer bu soruları sormadan paylaşıyorsak, hakikate değil, yalanın tarafına hizmet ediyoruz demektir.
Unutmayalım, doğru bilgi toplumu inşa eder; yalan ise onu yıkıma götürür. Bir bilgiyi paylaşmadan önce, hem bu dünyada hem de ahirette bunun hesabını vereceğimizi hatırlayalım. Çünkü hiçbirimiz, hakikatin düşmanı yalanların maşası olmayı hak etmiyoruz.