İnsan içiyle dışıyla bir bütündür. Bu bütün insanı insan yapar. Birbirinden ayrıldıklarında her ikisi de başka bir şey olur. . Kabuk için zırhıdır; içe giydirilmiş bir zırh… Gaye içe ulaşmaktır. her ikisinin de ihtiyaçları farklıdır. Her ikisi de doymak ister. Aç bıraktığınızda zayıf düşer ve rahatsızlanırlar.
Tevhit birlemek demektir, bütünlemek demektir; bölmek, ayırmak, parçalamak değil. Hangi insan ve hangi toplum tevhitten uzaklaşmışsa mutluluğunu, huzurunu, yaşama sevincini de kaybetmiştir. Huzur ancak tevhit halinde beliren, ortaya çıkan bir ruh halidir.
Toplumumuzda kendilerini gönül adamı olarak lanse eden birileri vardır. Gönül adamı olmayı yanlış algılar ve ifrat derecesinde kendilerini inzivaya çeker, toplum içinde yaşadıklarını unutur, giyim kuşam gibi, temizlik gibi çok önemli husiyetleri bir tarafa bırakırlar. Sanırız ki gönül adamının zahirle, şekille ilgisi olmaz.
Bir de tam tersi istikamette hayatını idame ettiren insanlar vardır. Bu tiplerde kendisini insan yapan bedenin ruh cevherini unutmuş, kendi haline terk etmiş tiplerdir. Tıpkı mücevheri bırakıp, sandığıyla uğraşmak gibi... Tpkı cevizin içini bırakıp kabuğuyla uğraşmak gibi… Bu insan tiplerinin bütün ilgi odağı bedenleri ve şekilleri olmuştur. Bedende ruhunu unutanlar, dünyada ahretini unutanlardır.Hasta bir ruhta, sağlıklı bir bedenin ve davranışın bulunması ne kadar mümkündür?
İfrat v tefrit durumunda, sağlıklı bir hayat ve anlayışın İslam ahlak ve faziletiyle uyuşması ne kadar mümkün olabilir? Ya hep, ya da hiç mantığı hem dünyevi hem de uhrevi hayatımızı tehlikeye düşürmekte ve huzursuzluk kaynağımızı oluşturmaktadır.
Dikkatlice bakarsak birbirinden çok farklı gibi görünen bu iki insan tipi, birbirine çok benzer. İkisi de aynı şeyi yapmakta, bütünü parçalamakta, kendi özlerini bütünden uzaklaştırmaktadırlar. Birisi öz adına, birisi şekil adına aynı yolun yolcusudurlar. İkisinde de ortak yönü, tevhitten uzak oluşlarıdır. Ve tevhitten uzaklaşan her insan gibi, kendi zanlarının, vehimlerinin, vesveselerinin bataklığında çırpınıp durmaktadırlar. Öyle de olsa, böyle de olsa bütünü parçalamak, tevhitten uzaklaşmak insana hüsrandan başka ne getirir?
Aslında anlatmak istediğim insanın varlığındaki ruh ve beden ilişkisi değil. Anlatmak istediğim insanın hayatta veya ahrette nasıl huzur bulup bulmaması da değil. Aslında varmak istediğim nokta; Ülkü adamlarının veya teşkilat adamlarının veya Türk-İslam Ülkücülerinin ideolojik bir şemsiye altında ki hali ve durumudur. Ruh ve beden gibi, fikir ve zikirin, fikir ve eylemin, davayla şahsın ne kadar iç içe, ne kadar paralel olup olmadığıdır.
Teoriyle-pratik, sloganla-içerik, kabukla-iç, ruhla-beden arasında bir irtibat sağlanamadığı takdirde herhangi bir hedefe varabilmek ne kadar mümkündür?
Farz edelim ki, hedefe varıldı. Büyük bir ihtimalle baştan planlanan ve tasarlanan gayenin asıl mecrasından uzaklaştığını, bambaşka istek ve temayüllerle karşı karşıya kalındığını görmüş oluruz.
Bir fikri, bir düşünceyi ve bir hayali Ülkü teknesinde iyice yoğurarak gelecekle alakalı bir hedef tayin edenler o hedefte planladıkları ve programladıkları bir hayat anlayışını daha baştan hayatlarına hakim kılmlıdırlar. O hayatın birer nüvesi olamadıkları takdirde inandırıcılık vasıflarını, samimiyet duygularını yitirirler. Gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir hayali ortaya koymuş olurlar.
Dünyada en zor iş, insanı anlayabilmektir. İnsanı anlayabilmek bir sanat işidir. İnsanı anlayabilmek bir ilim işidir.
BUNDAN SONRA Kİ YAZIMIZ TEŞKİLAT VE İNSAN OLACAK