Ne oldu bize? Eskiden sevinçlerimizi birbirimize taşır, kederlerimizi sessizce paylaşıp birbirimizin yükünü hafifletirdik. Hayatın ağırlığına rağmen, omuz omuza durur, iyi niyetle birbirimize destek olurduk. İnsan olmak kusurları beraberinde getirse de, bu kusurlarla yaşamayı öğrenmiş, birbirimize güvenerek, Allah’a emanet ederek daha iyisi için mücadele ederdik. Ancak bugün, bu birliktelik ruhunu yitirdiğimizi hissetmek endişe verici.
Gerçekten çirkinleşiyor muyuz?
Bugün toplumda bireyselleşmenin etkilerini her zamankinden daha fazla hissediyoruz. Paylaşım, empati ve dayanışma gibi değerler yerini çıkar çatışmalarına, önyargılara ve rekabete bırakmış görünüyor. Memleketin çıkarları bir zamanlar şahsi çıkarlarımızın önünde gelirdi. Şimdi ise bireysel hırslar ve maddi kazanç, toplumsal değerlerin önüne geçiyor. Toplumun temel taşı olan ailelerde bile ortak değerler zayıflarken, bireyler arasında oluşan uçurum giderek derinleşiyor. Peki, bu çözülme neden kaynaklanıyor?
Bir yandan dijital çağın yalnızlaştırıcı etkisi, bir yandan küreselleşmenin getirdiği değer çatışmaları, toplumda derin yaralar açıyor. Ancak sorun sadece dışsal değil; içsel bir sorgulama da yapmamız gerekiyor. İyi niyetle birbirimize yaklaşmayı ne zaman unuttuk? Hangi noktada daha güzel bir dünya kurma hayalinden vazgeçip bireysel kaygıların esiri olduk?
İnsan olmak kusurlarımızla bir bütün olmayı gerektirir. Ancak günümüzde, insanlardan kusursuz olmaları bekleniyor. Kusurlarına tahammül edemediğimiz insanları dışlıyor, empati yerine yargılamayı tercih ediyoruz. Oysa bizi biz yapan, kusurlarımızla birbirimizi tamamlamaktı. Sevincimizi paylaşarak çoğaltan, acılarımızı bölerek azaltan bir toplumduk. Şimdi ise bu bağların yerini sahte görünümler, yüzeysel ilişkiler ve ikiyüzlülük aldı.
"Çirkinleşiyor muyuz?" sorusu aslında bir yol ayrımını işaret ediyor. Evet, çirkinleşme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Ancak bu, geri dönüşü olmayan bir yol değil. Kendi içimize dönüp, kaybettiğimiz değerlere yeniden tutunabiliriz. İyi niyet, hoşgörü ve paylaşım gibi erdemleri hayatımıza dahil ederek, bu çirkinleşme sürecini durdurabiliriz.
Her birey bu dönüşümde bir mihenk taşıdır. Küçük bir tebessüm, samimi bir selam ya da yardıma koşan bir el, toplumsal güzelliği yeniden inşa edebilir. Şahsi çıkarlarımızı bir kenara bırakıp, toplumun ihtiyaçlarına odaklandığımızda, geçmişteki o güzel günlere geri dönebiliriz.
Bir köyde, herkes kış yaklaşırken birbirine odun taşırdı. Çünkü herkes bilirdi ki, komşusunun ateşi sönmeden kendi evi ısınamaz. Hatta köylerde öğretmenlerin odununu bile köylüler keser getirirdi. Bugün ise herkes yalnızca kendi ateşini yakmaya odaklanıyor. Ancak unuttuğumuz bir şey var: Ateş, paylaşılmadığında söner.
Bizler de geçmişte bu hikâyenin kahramanlarıydık. Şimdi, bu hikâyeyi yeniden hatırlamak ve ona uygun yaşamak zorundayız. Çirkinleşmek yerine güzelleşmeyi seçmek, bir seçim değil, bir zorunluluk haline gelmiştir.
Biz güzel insanlardık. Bunu yeniden hatırlamak ve yaşatmak bizim elimizde. Çirkinleşmeye karşı durmak, bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor. Dilimiz, kalbimiz ve eylemlerimizle daha iyi bir dünya için çalışabiliriz. Ve belki bir gün, birbirimize yine mutluluk taşır, kederlerimizi hep birlikte paylaşabiliriz.
Gelin, çirkinleşmeyi bir kenara bırakıp yeniden güzel insanlar olalım. Çünkü toplumun güzelliği, bireylerin kalbinde başlar. Ve insanların güzelliği de toplumu güzelleştirir.