“Bir millet/kavim, kendini değiştirmedikçe, Allah, onun durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 11)
Bu; ap-açık bir tavsiye, gayet belli kesin bir emirdir.
Bunu, herkes, boynunu büküp, derin derin düşünmeli, nefs muhasebesi yapmalı, ‘değişim’in mânasını iyiden iyiye çözmelidir.
Değişim; hem sosyo-kültürel, hem fennî ve hem de bediî bir faaliyettir.
Tabiî ki, iki cephelidir: “Biz, ona, iki de (hayır/doğru/hak ve bâtıl/şer/yanlış) yol da gösterdik.” (Beled, 10)
İnsan tercihini yaparken, cüz’i irâdesinin emrinde değil, cüz’i irâdesini emri alma muhakemesini yaparak, mesâfe almaya çalışmalıdır.
Başarıda gösterdiği her şeyde “ben’ diyen insanoğlu; acze veya başarısızlığa düşünce, kusuru niçin başka mecrâlarda arar?
Ateist-putpereslerin avcumuzun içine sıkıştırdıkları ve adına cep telefonu dediğimiz âletle dünyaları temâşâ ederken; ‘değişme’nin, lâfazanlıkla, vurdumduymazlıkla, nemelâzımcılıkla değil, fennî ilmin tecrübî laboratuvarlarında vücûd bulduğunu aklımıza sokamamışız.
İmam-ı Gazali’nin bilmem hangi mevzû üzerindeki sözünü muhakemesiz tenkid ederken; O’nun, hazîneler değerindeki, “Anatomi ve astronomi ilimlerini bilmeyen, Allah ü teâlânın varlığını ve kudretini anlayamaz.” sözünü, bir defa olsun zihninden geçirme istidadını göstermemiştir.
Gerektiğinde, Yûnus Emre’nin:
“İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin yâ nice okumakdur
Okumakdan ma’ni ne kişi Hakk’ı bilmekdür
Çün okudun bilmezin ha bir kurı emekdur” (Bknz. Yûnus Emre Dîvanı, Timurtaş Sf. 65)
Mısralarını; veya yine O’nun;
“Akıl irdüği değül bu göz gördüği değül
Dil söz virdüği değül bî-lisân bî ser gerek” (Timurtaş, Sf. 88)
Mısrâlarındaki derinliği, zaman’ın her ânında düşünmekten geri durmamamız gerekir.
“Kendini bilmek”, “anatomiyi bilmek” yolculuğundan “Hakk’ı bilmek” mertebesine ulaşmanın ve insanın iç-dış âhengini kavramanın zevk ve heyecanına, ister fen laboratuvarlarında, ister bizzat tabiatta birebir muhatap olduğumuz hâdiseleri müşahadenin idrakiyle sahip olmalıyız.
Çiçeklerden, meyvalara, arılardan, meleyen kuzulara, sincaplardan kargalara, farelere, fillere, develere, kartallara ...kadar nice canlının ibret dolu hayatını gözlememiz yeter de artar bile!..
Ne ihtişamlı, ne mükemmel, ne güzel, ne âhenkli, ne kendinden geçirici ve haz verici nimetlerle iç içeyiz de, onlardan habersiziz, değil mi?!
Haydi çıkalım dağlara ve sesimiz çıktığı kadar haykıralım!..
“Bir dağın başında yapayalnızım;
Boşuna kuşatmış zamanlar beni!
Münzevî sarhoşluk, sır sızım sızım;
Harfsiz, renksiz, sözsüz kim anlar beni?”
(Muhasabe, M. Halistin Kukul