Dalgalar, keşke, yine Moloz’un kayalarına çarpıp savrulsalardı.
Serpen, o köpüklü sulardan biraz nemlenip, tuzlu suyun serinliğiyle haşir-neşir olabilseydik!..
Muhteşem tarihî ve tabiî hazinelerle dolu T(ı)rabzon’un sâhillerinin doldurulup, denizle irtibatının kesilmesi bir yana; adım adım yükselen tepe ve vâdilerinde başlatılan betonlaşmanın önü alınmazsa, ilerki zamanların en garabetli sefâletini yaşanacaktır, demektir!
Dokunulmayan hâlleriyle denizin güzelliğine çeşni katan bu girintili- çıkıntılı kayalar, bana, hep, tabiîliğin muazzam sırlarını düşündüren birer elmas gibiydiler!..
Kim ne derse desin; yağmurlarla, güneşle, fırtınalarla ve dalgalarla hırpalanan bu kayaların, insan eli değmemiş güzelliğini arıyor, herbirinin hasretini çekiyorum!.
Moloz ne midir?
Moloz, T(ı)rabzon’un, eski tabiatının henüz bozulmadığı, birkaç dönümlük arazi kazanmak için denizinin doldurulmaya başlanmadan önceki hâlindeki tabiî zarâfeti bana yaşatan ve kültürümüzün bütün hususiyetlerini yaşayan ve barındıran sahildeki bir semtinin adıdır.
Moloz; bir mihenktir!..
Moloz; kendine mahsus esnafıyla bir remz’di®!..
Taksi-otobüs duraklarıyla, simitçisi, oteli, lokantacısı, bisikletçisi, bakkalıyla, kahvecisiyle, balıkçısı, fırıncısıyla, gazete bayii, ayakaltı çaycısıyla, T(ı)rabzon’un bütün ilçelerinin birleşim merkeziydi.
Gençlik yıllarımın T(ı)rabzon’unu arıyorum!..Cumhuriyet Meydanı’nın altın küpesi, Şems Oteli’ni; bir gece yattığımız Suluhan Oteli’ni , gün doğmadan kalkıp, austin marka bir kamyonun şoför mahallinde, Askerî Lise imtihanı için, yola koyulduğumuz zor günleri arıyorum!..
Çok zor günlerdi…Gerçekten de çok zor…Hele de, Suluhan Oteli’nin altında bulunan Suluhan Garajı’nın, kafayı alt-üs eden gürültüsüyle, genizleri yakan benzin kokusu, bugün bana çok daha lâtif geliyor!..
Neden, bilmem, tamamen böyle!..
Kalabalıkları gördükçe, nezâketsizliklere şâhit oldukça, birbirini anlamak istemeyen zavallı insanlığa baktıkça, tarihin tahribatıyla sarsıldıkça, kahırlanıyorum!..
Boztepe!..
Sanki kanatlanmışsın da bir yerlerde uçuyorsun intibaını veren, Ahi Evran’ın ve Ali Şükrü Bey’in ebedî mekân tuttuğu seyran yeri!..
Ne yazık ki, üstten baktıkça bir beton sargısına alınmış hissini veren “viyadükle” kuşatılmış gibi!..
Limanı, denizi ve umum şehri ne kadar temâşa edersen et, bu kuşatılmışlıktan asla kurtulman mümkün değil!.
Dünyada, kötülüğün olmadığı bir zaman dilimi var mıdır, bilemem?
Tabiî ki, zıddıyla da, iyiliğin olmadığı bir zaman da var mıdır, diye sormamız mümkündür!..
Tahribat da bir ahlâksızlıktır!..
Ahlâksızlık, kötülüktür..
Şâyet, o, baştâcı edilmişse, sosyolojinin de ardamarı çatlamış olur ki, o zaman, “Vay şu insanlığın hâline!” deriz!
Evet, “Vay şu insanlığın hâline!”
Vay ki, beni, bir an olsun bile mes’ut etme cür’etini gösteremiyor!..
Ben mi, çok bedbin ve karamsarım diye düşünüyorum; fakat hayır; düşündükçe, daha da haklı olduğum kanaatine varıyorum!,.
İstiyorum ki, ‘ben’den uzak; ‘biz’ olarak, hep güzelliklerde buluşalım ve onunla yaşayalım!..
Haz, duya duya!..
Ve, doya doya!..