Haşr Sûresinin 2. âyeti kerîmesi meâlinde: “Ey akıl/basîret sâhipleri, ibret/ders alın!” buyuruluyor.
Bu “akıl sâhipleri”, hangi hâdise(ler)den, nasıl “ders” alacaklardır? Zâten ders almış olsalardı, böyle hatalara düşmezlerdi, değil mi?
Bu hususta yânî “akıl veya basiret sâhipleri”ne, ne gibi şeylerden “ders veya ibret alınması” gerektiği de pek çok âyet-i kerîmede bildiriliyor.
Gençlik yıllarımdan beri hep düşünmüşümdür. Belki de, bizi yetiştiren büyüklerimizin birçoğu tarafından bize telkin ve tavsiyeler böyle olmuştur da, kendime hep, “Millet olarak, niçin daha iyi, daha nazik, daha dürüst, daha çalışkan, daha kibar, daha ahlâklı...olamıyoruz?” diye sormuşumdur.
Niçin?
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu söylenen bir ülkede, bu öfke, bu hiddet, bu kin, bu efelenme, bu tepeden bakma, aşağılama, bu kabadayılık, bu sinir savaşı, bu ağızdalaşı, bu tafralanmak, bu kabarmak, bu ağza alınmayacak lâfları söylemek, bu birbirine horozlanmak, bu birbirlerinin üzerine yürümek, bu el-kol-parmak sallamak, bu her türden silâhla dolaşmak…niyedir?
Televizyonlarda konuşanlardaki nezâketsizlik, hele de Devlet adına numûne olması gerekenlerin söz ve tavırları… istediğiniz nedir arkadaş? Siz, oraya, millete hakaret edesiniz diye mi seçildiniz?
Seçilmeyenlerden üstünlüğünüz nedir?
Akşam olunca, çoluk çocuğunuzun, eşinizin-dostunuzun yüzüne nasıl bakıyorsunuz?
Yoksa, onlar da, size, “Filâncaya ne güzel hakaret ettin” mi diyorlar?
İnanıyorum ki, kat’iyyen demezler!..
Ve siz, sonradan, televizyonlardaki sözlerinizi ve hâllerinizi hiç mi dinlemiyor, seyretmiyorsunuz!..
O, parmak gibi fırlamış damarlarınızı; o, barut fıçısına dönmüş gözlerinizi; el-kol sallamalarınızı, bâzen de muarızlarınızla güyâ ‘nükte’ yapıyor edâsıyla –aslında çok kaba olan- alaycı konuşmanızı, insana vay be, vay, dedirten hâlini hiç mi görmüyorsunuz?
Hangi medenî (!) ülkenin veya hangi medeniyetin numûne (!) insanlarıyla muhatabız, anlamakta zorluk çekiyorum!..
Hiç durmadan, “Şöyle Müslümanız, böyle Müslümanız, bizim gibi/bizden âlâ Müslüman yok” terâneleriyle meydan meydan, ekran ekran, salon salon konuşulur da, bunların bir numûnesini, ne sözünüzde ne de tavrınızda müşahede ederiz!..
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız!” ve “ Türklük bedenimiz İslâmiyet ruhumuz. Ruhsuz beden ceset olur” diye kükreyen o yiğitlerin temsilcileri nerelerdedir?
Meselâ; “Hep birlikte, Allah’ın dinine/ipine sımsıkı sarılın ve sakın bölünmeyin” (Âl-i İmrân,103) âyetini böyle mi anlıyorsunuz/anlamalıyız?
Meselâ; “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” hadîs-i şerîfini böyle mi değerlendiriyorsunuz?
İftira, güzel bir şey midir?
Yalan meşrû bir hâl midir?
Fâiz, yapılması gerekli bir fiil midir?
Zinâ, sizin irâdenizle makbul kabul edilecek bir vaziyet midir?
Y ânî; siz ne derseniz, o mu, doğrudur?
İdârî makamdakiler niçin bu kadar sinirlidir? Kadınımız, erkeğimiz, gencimiz, ihtiyarımız niçin bu kadar gergindir?
Çocuklarımız ve gençlerimiz niçin bu kadar ümitsizdir?
Birbirini âdeta tehdit eden büyüklerini görünce, bu çocuklarda, bu gençlerde, bu vatandaşlarda kıpırdayacak hâl mi kalır?
Terbiyesizliğin ölçüsü artık kaçmıştır!..
Necîs kelimelerin ağızlarda dolaşması, insanlığın faziletlerini köreltmiştir hattâ öldürmüştür!..
Utanma, arlanma, sıkılma…ortadan kalkmış/kaldırılmıştır!..Riyâ, dürüstlüğün önüne geçmiştir!..
Son sözü, yüce ve mukaddes kitabımızdan bir emir, bir tavsiye veya bir nasihat ifade eden bir âyet-i kerimeyle bitirelim:
“Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünebilirler” (Ra’d, 19)