NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU ve “BOZKURTLARIN DESTANI”
M. HALİSTİN KUKUL
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi adlı eserinin girişinde şöyle der:
“Türk Edebiyatı, İlkçağ’da ve Ortaasya ülkelerinde başlar. Bu edebiyât, başlangıçta zengin bir destan edebiyâtı’dır:
Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık mâcerâlarının manzum hikâyeleridir.
Bu mâcerâlar, milletlerin târihten önceki devirlerinde veyâ târihlerinin kuruluşu asırlarında başlar; bâzan târih boyunca devam eder.
(…) Destan, târih demek değildir. Destan, kökü târihe dayanan, ilhâmını târihten alan bir halk edebiyatı verimidir. “ (1)
“Türk edebiyatının da, henüz yazı yokken, ilk Türk şâirleri tarafından sazlarla söylenen şifâhî edebiyât verimlerinin en zenginleri destan şiirleri’ydi.” (2)
Yânî; “Türk şiiri, Alp-Er Tunga Destanı ile dünyanın en eski; Manas Destanı ile dünyânın en geniş muhtevalı ve ayrıca “tabiî destan” bakımından en zengin birkaç şiirinden biridir.
Hun Kağanı Mete Han için yazılan Oğuz Kağan Destanı, Bozkurt Destanı yânî Ergenekon Destanı, Türeyiş ve Göç Destanı, Battal Gazi Destanı, Genç Osman Destanı ve Köroğlu destanı bunlardan bâzılarıdır.
Bu tabiî destanlar yanında, sun’î (yapma) destan örnekleri bakımından da, son asır içinde kıymetli numûnelerimiz mevcuttur.” (3)
Şunu hemen ifade etmeliyim ki, bir toplumun/cemiyetin, şâyet destanı yâhut da edebiyatı yoksa, o cemiyetin millet olma vasfı da yoktur. Çünkü; o cemiyetin, dili/lisanı başta olmak üzere, millî kültürü teşekkül etmemiştir ve o topluluk, birlik ruhundan mahrum, herhangi bir kalabalıktan ibârettir.
Bu bakımdan; Türk edebiyatı, hem şifâhî ve bilâhare, hem de yazılı destan olarak çok kıymetli eserler ortaya koymuştur.
Hepsi de, millî hisleri yüksek sun’î (yapma) manzum destan şâirlerimizin bâzıları: Mehmet Âkif Ersoy, Ziya Gökalp, Haluk Nihat Pepeyi, Mithat Cemal Kuntay, Necip Fâzıl, Yavuz Bülent Bâkiler, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, M. Halistin Kukul, Azmi Güleç, Yusuf Akgül’dür.
“Adına denilince bir yerin Türk ülkesi
Gözüm albayrak arar, kulağım ezân sesi”
Diye haykıran, 12.521 mısrâlık “Türk Millî Destanı Oğuzlama”nın şâiri Basri Gocul (1910-1976)’u da, ayrıca hatırlayarak, diyebilirim ki; “Türk sun’î destan şâirlerinin, gerek destan üslûbu, gerekse muhtevâ zenginliği bakımından en önde gelen ismi” (4) Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu (1929-1992)’dur.
Bu kısa bilgiden sonra, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve Bozkurtların Destanı’na geçebiliriz.
Muhakkaktır ki, “Bozkurtların Destanı” (1972), Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun destanlarının sâdece biridir. Diğerleri: Bozkurtların Ruhu (1952), Gençosman Destanı (1959), Kür Şâd İhtilâli Destanı (1970), Malazgirt Destanı (1971), Salur Kazan Destanı (1974), Boğaç Han Destanı (1972), Destanlarda Uyanmak (1983), Destanlar Burcu (1988) ve Alp-Erenler Destanı (1990)’dır.
“Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bir destân şâiridir ve Cumhuriyet Dönemi Türk Manzûm Destân şâirlerinin en önde geleni ve destan anlatımını zirveye taşıyan güçlü ismidir.
Şiirleri, baştan sona, "Türk millî kültürünü" takdîm ve îzah mevzûludur. Mes'eleye 'kök değerler' açısından bakarsak, Türk milletine, Allahü teâlânın verdiği ırsî/ırkî /ferdî hususiyetler ile, millet olarak, sosyolojik mânâda, kendinin ona kattığı değerleri göz önüne almamız gerecektir.
Bu durum, sâdece, bize yâni Türk milletine mahsûs bir görüş değil, her millet, kendi yapısı içersinde, -insanlık âleminin bir şûbesi olarak-dili, dini ve sâir değerleriyle tasnif bulur. Umûmî ayrım içinde, yine, "Dillerin ve benizlerin farlılıkların"daki müştereklikler ve yine, lisânî, dînî ve örfî hâllerde, insandaki umûmî farlılıklara rağmen, kültür kümeleşmelerinden doğan birikim benzerlikleri/müştereklikleri, bunda kendini gösterir.
Yâni; en geniş çerçeveli "insan küme"si içersindeki hıristiyan, ateist, yahudi veya Müslüman kümeleri de, hıristiyan İtalyan, hıristiyan F(ı)ransız, hıristiyan Alman,İngiliz Amerikan gibi..ve ateist Yunan, ateist İspanyol, ateist Çinli gibi...veya putperest Japon, Rus vs. gibi tasniflere ve bakışlara da, Müslüman Türk, Müslüman Arap, Müslüman Endonez gibi mefhûmlara yaklaşabiliriz.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk millî kültür dâiresi/kümesi/âilesi şâiridir. Bu bakımdan, şiirlerini inşâda, şiir estetiğini, bu kültür ve fikir temeli üzerinde yükseltir.
Nasıl ki, Homeros'un İliada'sı ve Odysseia'sı , zamanının-yalan yanlış, mübalâğalı veya uydurma-hıristiyan Yunan sosyo-kültürel değerlerini, savaş ve aşk hâllerini dile getiren bir şiir metnidir, bizde de, Alp-Er Tunga, Manas, Oğuz Kağan/Bozkurt/Ergenekon Destanları , Türk'ün kahramanlığını, aşkını, tabiat sevgisi, adâletini, savaşçılığını, misâfirperverliğini, vatanseverliğini, giyimini, yemek zevklerini, insanlık anlayışını, merhamet kadar cesâretini dile getiren eserlerdir.” (5)
Şâir Gençosmanoğlu, eserine yazdığı “Bir Kaç Söz” başlığını taşıyan takdiminde şöyle der:
“Bu kitap, yaşayışları gerçek bir destan olan Gök Türk atalarımızın, tarihin bir dönemindeki çetin uğraşlarını anlatır.
Nihâl Atsız tarafından yazılmış olup 9. defa basılan “Bozkurtların Ölümü” adlı büyük roman, destanımızın konusu ve kaynağı olmuştur.
Coşkun bir haz ve sonsuz bir heyecanla okunan romanı nazma çekmenin ne gereği vardı; denilebilir. “Bozkurtların Ölümü”nü, genç bir köy öğretmeni iken okumuştum. Üzerimdeki etkisi aylarca süren bu kitabı, sonraları defalarca okuyarak âdetâ ezberlemiştim. Ezberlemekle de hızımı alamamış olacağım ki, onu nazma çekmek; böylece, büyük yazarın heyecanlarını aynen tatmak ve kahramanlarla omuz omuza bulunmak istedim.
İlk çalışmalarımı Nihâl Atsız beğ görmüşler ve teşvik etmişlerdi. Bu teşvik, benim için, hem büyük bir güç kaynağı, hem de büyük bir lütuf olmuştur.
(…) 1970 yılında yayınladığım “Kür Şad İhtilâli Destanı” da, bu kitabın son bölümü olarak birlikte basıldı.
“Bozkurtların Destanı” diye adını koyduğum bu eserdeki kusurlar kendime; başarılar; “Bozkurtların Ölümü” gibi bir eseri Türk Gençliğine veren Büyük Türkçü Nihâl Atsız’a aittir.” (6)
Önce; kitabın ismindeki ‘Bozkurt’ hakkında kısa bir bilgi arzedelim:
"Bozkurt", Türk 'ün an'anevî bir sembolü olup, dik duruşun, heybetin, yiğitliğin ifadesi olarak kıymet bulur. Türklerde, bozkurt ve atın müstesnâ bir yeri vardır ve "At-Ana-Avrat" ifadesinde "at" kendini gösterir. Bozkurt ise; daha şümûllüdür ve Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon ve Göç Destanları'nda, müşterek olarak karşımıza çıkar. Oğuz Kağan'a kılavuzluk ettiği kabûl edilen Bozkurt, Türk milletinin târihî bir remz'idir.” (7)
Timur Han’a atfedilen bir söz vardır: “Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır.”
Şâyet, bütün salâhiyet, muhakemesiz ve istişâresiz olarak bir ‘kişi’de olursa; bu mümkün değildir. “Bir mıh”tan, “bir ülke”nin kurtarılmasına ulaşılan merhalede, sözü edilen “kişi”nin, milletine sâdakati önemlidir. O kişi; mâdemki “ülkeyi kurtarır”, kendisine zemin teşkil eden “millet’le sıkı bir bağı vardır, demektir. Bu bağ koptuğu anda, ne mıh, ne nal, ne at, ne komutan, ne de ordu kalır.
“Bozkurtların Destanı”; kurulu, muhteşem bir devletin, tek kişinin irâdesine tâbi olarak idâre edilmesinden ortaya çıkan elîm hâllerin destanıdır.
İşin merkezinde, ülkeyi kurtaran ‘kişi/komutan/Kağan” bulunur. Bu “kişi”, ülkenin başına geçer ve tek başına idâreye kalkışır. Meşveretsiz ve hele de kimseyi dinlemez bir mizaçta ise, felâket o zaman başlar.
Tarih; Türk Milleti’ni, yaşadığı coğrafya itibariyle, hemen hemen bütün kavimlerle birinci derecede, yüzyüze muhatap kılmıştır. Orta Asya’da Çinliler ve Ruslar’la; Batı’da, Avrupalılar’la ve daha sonraları da, Türk gücünden çekinen Amerika dikkatini çekmiştir.
Bir devlet, kendi içinden ayrışmaz ise, ona kimsenin bir şey yapabilmesi mümkün değildir.
Gök Türk Devleti, bu hâli yaşamıştır. Komşusu Çinliler, hâlen olduğu gibi, o zamanlarda da, Türk’ün özyurduna göz koymuş, Türk varlığını kökünden kazımayı hedeflemiş ve onun devletini yıkabilmek için bütün entrikaları çevirmişlerdi. Çin’in nüfusu, yine o zamanın dünyasında elli milyonu bulan en kalabalık nüfustu ki, âdeta, kırmakla/kırılmakla bitmiyor/bitirilmiyordu.
Gök Türk Hakanı, Culuk/Çulluk Kağan’dır. Culuk Kağan; devlet idâresinde tek hâkim güçtür. Türk töresi, bunu, böyle gerektirmektedir. Şâyet bu tek kişi, meselelere vâkıf, milletini ve devletini her şeyin üzerinde tutma irâdesine sâhip, dirâyetli biri ise, onun idâre ettiği Devlet de, mensubu bulunduğu millet de refaha kavuşur.
Çin entrikası ve Culluk Kağan’ın gafleti, Bozkurtların Destanı’nın ilk basamağını teşkil eder.
Şâir Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, zaman zaman hece ve zaman zamanda serbest vezni deneyerek fakat kendisine mahsus mükemmel destan üslûbuyla ele almış, güzel Türkçe’mizin lezzetini tattırarak, muhteşem bir eser vücûde getirmiş ve bu mâcerâları anlatmıştır.
Ne yazık ki; Culluk Kağan; gönlünü kaptırdığı Çinli İçing Hatun’u Türk sarayına sokmak bahtsızlığını yaşar. Çin adına bütün hilelere sâhip bu kadın, neticede, Culluk Kağan’ı yânî kocasını zehirleyerek öldürür.
Bu hazîn durum;
“Bağatur Şad, geriye dönmemizi buyurdu!
Bu yıl Çin’e akın yok, dört bir yana duyurdu…
Budunun gözü kızgın, yas Türkeli’ni sardı,
Kağan ağulanarak gece uçmağa vardı!..” (8)
Mısralarıyla duyuruluyordu.
Culluk Kağan’ın yerine kardeşi Kara Kağan (Bağatur Şad) geçer. Kara Kağan, o zamanki Türk töresi gereği, yengesi olan İçing Katun’la evlenir. Bu da, şu demektir ki, Culluk Kağan’a oynanan sinsi oyunlar, Kara Kağan’a da oynanacaktır. Töre icâbı, buna kimsenin itirazı olamamaktadır.
Yânî; Türkeli’nde pek çok yiğit vardır ammâ, töre gereği herkes kendi sınırları içersinde mes’uliyet taşımaktadır. Bunlardan biri de, ilerde adından çok söz ettirecek ve İçing Katun’la mücâdele edecek olan, Kara Kağan’ın (Bağatur Şad’ın) yeğeni, Culluk Kağan’nın oğlu Şu Tiğin Beğ yânî Kür Şad’dır.
Eser; Kara Kağan’ın, Çinli İçing Hatun’a bağlılığı ve onun sözünden çıkmamasıyla devam eder.
Şüphesiz ki; Kür Şad ve kendisi gibi babayiğit arkadaşları, dâima temkinlidir.
Eserde adı geçen bu yiğitler şunlardır: Yüzbaşı İşbara Alp, Onbaşı Yamtar, Onbaşı Pars, Artuk, Gök Börü, Sülemiş, Sançar, Arık Buka, Buğra, Kara Budak, Üçoğul, Yelce, Kara Ozan, Tunga Tekin, Apa Tarkan, Binbaşı Makaraç, İnal Tarkan, Tinesi Oğlu, Aydoğmuş, Alp Bamsı, Bilge Tudun, Yumru, Salçı Beğ, Gümüşoğlu Çalık, Çuçu, Gün Yaruk, Tüng Yabgu Kağan, ALMILA ( İşbara Alp’ın kızı), Kül Er Tiğin, Kül Erkin, Binbaşı Alp Kutlug, Yüzbaşı Alp Çavlı, Onbaşı Karabudak, Bağa Tarkan, Böğü Alp, Kıraç Ata, Onbaşı Alka, Onbaşı Yağmur, Onbaşı Derse, Binbaşı Ay Beğ, Yüzbaşı Yağlakar, Yüzbaşı Selçik, Badruk, Turumtay, Arbuz, Kaban, Yeke, Alp Kaya, Kalalduruk, Ay Kutluk, İl Kaya, Öküş Kara Akçı, Onbaşı Göktaş, Utar, Tokuş, Tanrıvermiş, Çağrı, Kızıl Buka, Böğü Alp, Çengşi, Tuğrul, Gümüş, Türgiş Beğ, Oğulçak Buğra Beğ, Çobayıkmış, Barmaklak, Çıgay Börü, Toluk Tüğe, Yığaç, Tunga ve KÜR ŞAD!..
Destan Şâirimiz Gençosmanoğlu; bâzıları bugün de kullanılan birçok farklı Türkçe kelimeyle de karşımıza çıkmaktadır. Bunlar: “Em, albız, uçmağ, ağu, evdeş, pusat, özge, deneşmek, çeri, karganmış, budun, yabgu, sayrı, bun(lu), arık, acun, çaşıt, urba, türe, eçe, od, ılgar, ulak, yağı, çamçak, çıfıt, esrimek, asığ, baç uran, buşku, kıvanmak, sağalmak, direşmek, kineşmek, davar-doluk, dinelmek, deneç, sücü, ini, kannışlı, sığın, yumuş, bidevi, kakımak, yapşı, uz, yasavul, çakın, singi, ulca, sığ, sartın, tamu, utacı, bitig, zağ, yorga, bazum, bezekli, bay, nesne, kam, ıssı, dilmaç, yalazlanmak, sançılmak, çipil, kavşıt, şağ (kolu), (kılıç) üşürmek, sançmak, sançan, sağrak.
Eserde; İşbara Alp’ın kızı Almıla ile, Onbaşı Pars’ın aşkı da önemli bir yer tutar:
“Az sonra iki atlı uçuyordu bozkırda.
Anayurt Ötüken’den, yeni bir anayurda.
Batı Gök Türk iline doğru uçup ittiler…
Çinli Katun yüzünden, yurttan kaçıp gittiler!...( 9)
Bozkurtların Destanı’nda, Türk–Çin çekişmesinde, dînî inanışın fazla önem taşımadığı söylenebilir. Ancak; bir milleti , millet yapan müşterek değerlerden birinin de ‘inanç’ olduğunu gözden ırak tutmamak gerekir. Zîra; eserin birçok yerinde geçen “Gök Tanrı” (10), iki kültür arasında mühim bir farklılık gösterir.
Bunlara bir numûne olarak, Onbaşı Yamtar’la bir papazın tartışmasının neticesi şöyle ifade edilir:
“Onbaşı Yamtar dedi:
-Bana bak koca papaz!
Bu söylediklerimi unutma, bir yere yaz!
Acunda kutlu yasa, Türklerin türesidir.
Tanrı’nın evi olmaz! Gönülde durasıdır!..
Ulu Tanrı doğurmaz!...Doğurulmaz!...Biliniz!
“Oğlu vardır” demeye nasıl varır diliniz?
Yalan söyleyenlerin özünde güman olur…
Türkler Ruma gelirse, hâliniz duman olur!” (11)
Sosyolog S. Ahmet Arvasî, “Türk Medeniyeti ve İslâmiyet” başlıklı makalesinde şöyle der:
“Türk medeniyeti bir bütündür. O, Türk Milleti’nin tarih sahnesine çıkışıyla başlar, zaman içinde güçlenerek gelişir. Gelişimini “Türk kültür malzemesine” bağlı olarak sürdürdüğü için, orijinaldir.
M. Ö. 2500 veya 1700 yıllarında Asya bozkırlarında “küçük bedenli, kısa başlı, geniş alınlı” atlarla dolaşan “savaşçı kavim” ile Türk-Altay Kültürü arasında bağ arayan pek çok ilim adamı vardır. Atı terbiye eden, demiri yoğuran, göçebe olmakla birlikte, kendine mahsus yurdu, aile ve cemiyet yapısı, teşkilâtı, hakanı, töresi bulunan ve “Tek Tanrı”ya inanan Türk Milleti, çok eski ve köklü bir medeniyetin sahibidir. O tarihlerden başlayarak İslâm dinine, büyük bir aşkla katılana kadar Türk, asırlar boyunca “Tanrı istediği için”, cihana hükmetmek için savaşmıştır…O zamanlarda dahi, Türk medeniyeti’nde, iki muteber insan tipi vardır. “Bilge insan” ve “Alp”ler…” (12)
Eğer, ‘yanıbaşındaki cellâdına âşık isen’, başka düşman aramana gerek yoktur. Kara Kağan, İçing Katun’un ve Çin elçisinin tuzağına düşmüştür ve artık;
“Dört yönleri yağıyla çevrili, tutsaktılar!..
İçlerini çekerek ufuklara baktılar…
Ne Ötüken, ne ordu, ne devlet, ne kut vardı…
Ne, Sançar’ı bindirip koşturacak at vardı!
(…) Tavşanlar tutsak etmiş götürür Bozkurtları…
Kargalara in olmuş, doğanların yurtları!..
Yere batası acun tersine mi döndü be!..
Su uyuz köpekler mi Bozkurtları yendi be!..” (13)
Ve nihâyet;
“Ben,
Bumun Kağan’ın torunu,
Çulluk Kağan’ın oğlu Kür Şad!
Otuz bile değil yaşım!
(…) Irkım almadıkça Çin’den öcünü,
Ölsem de yine bitmez savaşım!!!” (14)
Deyip; Kür Şad, kırk arkadaşıyla birlikte Çin Sarayı’nı basar.
Bu, şu demektir ki, “Ey, geride kalanlar/arkadaşlar/alpler/yiğitler, bizler, ‘yeniden dirilişin’ müjdecisiyiz. Kendimizi ortaya koyduk ve hiçbir karşılık beklemeden, kırk arkadaş, Çin sarayını bastık!.. Siz, binlerce kişisiniz, kalkın, diklenin, dirilin ve Türk milletini şahlandırın!”
Ve öyle de yaptılar!..Bu yiğitler, birer birer şehit oldular ve;
“Yıl Milâdın altıyüzkırkı…
Vey ırmağının kıyısı..
Bire indi Bozkurtların sayısı!..
Artık,
Boz-bulanık bir şey
Değildi VEY!..
Kıpkızıl akıyordu!
Güneş, doğduğuna pişman,
Sıra dağlar çizgisinin üstünden
Kür Şad’a bakıyordu…
Bumun Kağanın torunu,
Çulluk Kağan oğlu Kür Şad,
Kırkların başı..
Ölü Çinli yığınları üstünde
Vuruşuyordu.
Çin devletine karşı!” (15)
Eserin asıl sâhibi olan Hüseyin Nihâl Atsız, bu hususta şöyle diyor:
“Yedinci asrın ilk yarısında, Gök Türk Kağan sülâlesi arasında şahsî ihtiras ve entrikalar yüzünden devlet parçalanmak tehlikesine maruz kalmış ve nihayet işe Çinin fesadı da karışarak Gök Türk ülkesinin şark kısımları 630’da Çinin eline geçmişti. Bu arada Kieli Han (Kara Han) da Çinliler için bulunmaz bir nimet olduğundan Kieli Han ile ona tâbi olan bütün Türkleri Çine getirdiler. Parça parça Çine dağıtılarak milliyetlerini unutturmak, çinlileştirmek siyasetini takib ettiler. Kieli Han esareti izzetinefsine yediremeyerek kederinden 634 de öldü. Bunun üzerine esir Türklerden birkaçı da teessürlerinin şiddetinden intihar ettiler.
Çinlilerin Türk ırkını kökünden kurutmak üzere aldıkları tedbirleri gören Gök Türk hükümdar sülâlesinden Kür Şad, Türk devletini yeniden diriltmek için 639’da gizli bir ihtilâl cemiyeti kurdu. 40 Türk bu cemiyete girdi. Türk devletini yeniden kurmak için Çin İmparatorunu öldürmeyi ve Çin sarayında esir bulunan Türk prenslerinden Holuku’yu Türkeline Kağan ilân etmeyi kararlaştırdılar. Geceleri şehri gezmek âdeti olan Çin İmparatorunu sokakta öldüreceklerdi. Fakat ihtilâlin yapılacağı gece hava bozulduğundan İmparator Tay-tsung sarayından dışarı çıkmadı. Kür Şad, ihtilâl gecikirse farkına varılacağından çekinerek geceleyin İmparatorun muhafızlarına saldırdı. Gayet kahramanca ve çok sert bir çarpışma oldu. Türkler azlık olduklarından çekilmeğe mecbur kaldılar. İmparatorun ahırına hücum ederek en iyi atlara binip kaçtılar. Kür Şad bir ırmağı geçerken yakalandı ve öldürüldü.
(…)Tarih, Kür Şad hakkında işte bu kadar söylüyor.
(…) Kür Şad ne büyük ülkeler almış, ne yüksek kanunlar koymuş, ne de yoksul milleti zengin etmiştir. Fakat bununla beraber o cihan tarihinin, hiç şüphesiz birinci kahramanıdır.
(…) 40 kişiyle, esir bulundukları kuvvetli bir memleketin hükümdarına saldırmak her kahramanın yapacağı işlerden değildir. Düşmanlarla çevrili olan esirlerin kuvvei mâneviyesi hürlerinki gibi sağlam değildir. Böyle olduğu halde bu büyük işe teşebbüs edebilmekle Kür Şad ve onun temsil ettiği 40 Türk, cihan tarihinin en büyük kahramanları olmak hakkını kazanmışlardır.
(…)Kür Şad’ın kahramanca saldırışı olmasaydı Çinliler, tabii, Türkleri Çin’de alıkoyarak çinlileştirme siyasetinde muvaffak olacaklardı. Ve belki de bugün yer yüzünde büyük Türk milleti bulunmayacaktı.” (16)
Son söz:
İnsanlar; ancak, dindeşlik, gönüldeşlik, dildeşlik, ülküdeşlik, fikirdeşlik, işdeşlik, kardeşlik, hâldeşlik, evdeşlik, ayaktaşlık, paydaşlık, ırktaşlık, yandaşlık, yoldaşlık, arkadaşlık, candaşlık, kandaşlık, vatandaşlık, yurttaşlık hukukuna sahip olabilirlerse, “millet olma vasfı’nı kazanabilirler. Şahlanma böyle başlar!..
KAYNAKLAR
1.Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, Sf. 1-2
2.a.,g.,e., Sf. 10
3. M. Halistin Kukul, Yeni Türk Şiirinin Manzum Destan Şâirleri, Erciyes Dergisi, Sayı: 351, Mart 2007, Sf. 27
4. Kukul, a.,g.,e., makale
5.M. Halistin Kukul, Târihî Bakışla Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Şiirlerinde Millî Kültür Unsurları, Edebice Dergisi, Sayı: 8, Temmuz-Ağustos 2017, Sf. 24-28; wwwkapsamhaber.com-21 Ağustos 2017-11.44
6.Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların Destanı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1972, Sf. 5-6
7. Kukul, a.,g., makale (Târihî Bakışla)
8. Gençosmonoğlu, a.g.e., Sf. 20
9. Gençosmanoğlu, a., g.,e., Sf. 188
10. Gençosmanoğlu, a.,g.,e., Sf. 16-17-21-27-31-32-43-184-231-270
11.Gençosmanoğlu, a.,g.,e., Sf. 184
12. S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul 1989, Sf.231
13. Gençosmanoğlu, a.,g., e., Sf. 232-233
14.Gençosmanoğlu, a.,g.,e.,Sf.266
15. Gençosmanoğlu, a.,g.,e., Sf. 318
16. Hüseyin Nihâl Atsız, Cihân Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad, Orhun Mecmuası, Sayı: 6, 19 Nisan 1934
BİZİM KÜLLİYE DERGİSİ, SAYI:96, HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2023, SF. 91-95