17 Haziran 2023 tarihinde yapılan “ÖSYM Türkçe Testi” başlığıyla sorulan kırk sorunun şekli, mânası ve tertibi üzerinde durmayacağım. Sâdece, ‘dil/Türkçe kullanımı hakkında bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Üniversiteye giriş imtihanındaki gençlere sorulacak sorular, onları, her cepheden, yaşayan Türkçe/konuşulan İstanbul Türkçesi diye isimlendirebileceğimiz hattâ zaman zaman sözünü ettiğim Türk Dünyâsı Türkçesi’ni esas alan bir Türkçe olmalıdır.
Bu Türkçe, gençlerimizin düşünce ufuklarını geliştirici ve her şeyden önce de, müşterek bağları birleştirici ve geliştirici bir maksat taşımalıdır.
Asla unutmamak gerekir ki; bir milletin, gelecek nesillerine bırakacağı en mühim, en kıymetli ve en istikamet tâyin edici mirası, onun dili ve bu dil ile meydana getirdiği edebiyâtıdır. Bu sebeple; insan hayatında çok hassas bir zamanı teşkil eden üniversite çağına adım atacak gençlerimize sorulan sorular, onların sâdece mâkul seviyedeki bilgilerini değil, aynı zamanda, geleceğe dâir p(i)sikolojilerini de alâkadar eder.
Çocuklarımıza ve gençlerimize Türkçe’nin güzelliğinin, âhenkli söylenişinin zevki tattırılmalı, bir millî şuûr hâlinde onlara sunulmalıdır.
Bugün(e kadar); başta Yûnus Emre olmak üzere, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Mehmet Âkif Ersoy, Peyami Safa, Faruk Nafiz, Yakup Kadri, Nihad Sâmi Banarlı, Necip Fâzıl Kısakürek, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Ârif Nihat Asya, Prof. Dr. Mehmet Kaplan gibi çok sayıda ilim ve fikir adamımızın Türkçesi’nin neresinde bulunduğumuzu gözönünde bulundurarak bu meseleye ciddiyetle yaklaşmalıyız.
Şimdi, bu kelimeleri sırayla ele alarak bâzı tespitlerde ve istişârelerde bulunalım:
*Aşama (1 defa): ‘Merhale, kademe, mertebe, derece’ kelimeleri karşılığında kullanılan bu kelime, şâyet “aşmak” fiilinden geliyorsa –ki, öyledir- yanlıştır. Öyleyse; doğruları varken, yanlışını kullanmak, Türkçe’yi bozmak ve zayıflatmak değil midir? “Aş-mak’tan, ‘aş-ma’ veya ‘aş-ım’olabilir ki, bunlar da, sözünü ettiğimiz mânalara gelmez.
*Sözcük (2): ‘Kelime’ kelimesinin yerine kullanılmıştır. Sözcük, olsa olma ‘küçük söz’ yânî hece olabilir. Kelime-i şahadet nasıl diyeceğiz?
*Literatür(1): Edebiyat kelimesi varken, yabancı “literatür” neyin nesidir!..
*Toplumsal (2), kimyasal, ruhsal, fiziksel(3), kitlesel, zihinsel (5), geleneksel, şiirsel (2), duygusal, kavramsal, kurgusal, biçimsel, mekânsal, bilişsel, duygusal(2), kişisel(3), bilimsel(2), elektriksel, dışsal, içsel, algısal, sanatsal, anıtsal, evrensel, işlevsel, davranışsal, sanal (2):
Dünya biliyor ki, bu (-el) ve (-al) takıları F(ı)ransızca’dır ve bizimkiler, bunu, âidiyet bildiren inceltme işâreti (^) yerine bâzen (-el; -al) ve bâzen de (-sel; -sal) diye kullanırlar. Hiçbir Türkçe kaideye bağlı olmaksızın kullanılan bu takılar, Türkçe’mizi öylesine kuşatmış/ihâta etmiştir ki, artık içinden çıkılmaz bir hâl almaya başlamış değil, hâl almıştır.
Meselâ; “sanat dünyası” değil; “sanatsal dünya “ diyeceksiniz!..Meselâ; “ev kadını” değil, “evsel kadın” diyeceksiniz!..Artık “bayram günleri” değil, “bayramsal günler” diye haykıracaksınız!..Bizim çok bilmiş belediyelerimiz de çöp kutularına “ev atığı” yerine, “evsel atık” yazmışlar ve tabiî ki, buna, hiçbir Türkçe sevdâlımız (!) da, hiçbir itirazda bulunmamıştır…Niçin bulunsun değil mi? Adamların görevi, ‘akademik çalışma”dır, böyle basit (!) işlerle uğraşmaya değer mi!!!
Aslında; aklıma şimdi geldi: “Günah keçisi” deniliyor ya, demek ki, yanlış demişler, “günahsal keçi” olmalıymış (!) değil mi?
“ Millî takım” değil de, “milsel takım” olmalıymış!!!
Çok eskilerde, “Askersel Lise Der miyiz?” diye bir yazı yazmıştım!..
Türkçe’yi ne kadar çok seviyoruz değil mi? Şimdi, Cumhuriyet’imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk çıkıp gelse ve “Türk Milleti” yerine “Türksel millet” tâbirini görse/duysa, aman Allah’ım, ne kadar sevinir (!) biliyor musunuz!?
Bu hususta, Atatürk’ün şu sözlerini hatırlamak ve hatırlatmak lâzımdır: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin”.
“Kadın cinâyetleri” deniyor ya, aslında bu, “kadınsal cinâyet”tir de, biz anlamıyoruz!
Bunları; -lütfen- ‘Veysel, Temel, Cemâl, Kemâl, hamal, misâl, bel, sel, tel, kel, tembel…gibi kelimelerle karıştırmayınız!..
*Yaşam (10): Şarkılarımıza, türkülerimize girmiş “hayat” kelimemiz, yüzyıllardan beri dilimiz Türkçe’nin süslerinden biri olarak, böyle bir imtihanda, işte böyle katlediliyor. Defalarca yazdım; daha ne diyebilirim ki!..Yaşamak fiilinden, ‘yaşama’ doğru bir kelimedir, “yaşam” ise, asla!..
* Özgür: Türkçe’nin hiçbir kaidesine uymadan uydurulan bir kelimedir. Belki, elli senedir yazıyorum: Hür veya serbest yerine, böyle bir kelimenin kullanılması tamamen yanlıştır. Bilinmelidir ki, (öz) ve (gür) birer Türkçe kelimedir. Fakat, “özgür”, hiçbir şey değildir. Kaldı ki, buna bağlı olarak kullanılan “özgürlük” kelimesi de, ‘hürriyet veya serbestlik’ yerine yanlıştır. Eski yıllarda yazdığımı tekrar söyleyeyim: Farazâ; “Hür” karşılığında, “gür-öz” kullanalım” desem, hemen ayağa kalkarlar ve“Böyle şey olur mu?” derler? Olmaz elbette, çünkü, köksüz’dür. Aynı bunun gibi, “özgür” kelimesi de köksüz’dür.
Bu hususta, 5. sorunun C şıkkında aynen şöyle deniliyor: “Yaşamın somut gerçekliğinden koparılan çocuklar, özgür düşünmeyen yetişkinlerin ortaya çıkmasına neden olur”. Yaşam’dan bahsetmiştim. “Neden” üzerinde, birazdan duracağım).
Şâyet, İstiklâl Marşı’mızda geçen ve bütün Türk Dünyası’nın kullandığı “hür” kelimesinin yerine, uydurma “özgür” kelimesini kullanırsanız, işte o zaman, tam da denildiği gibi, “hür/serbest düşünmeyen yetişkinler ortaya” çıkar.
Dikkat buyrun: “özgür düşünmeyen yetişkinler” nasıl “ortaya çıkar” mış?!
*Neden (2)-bu nedenle(1): “Neden”, bir soru kelimesidir. Kimden? Neden? Niçin? gibi soru kelimelerinden biridir. Hiçbir zaman, ‘sebep’ kelimesi yerine kullanılamaz/kullanılmamalıdır. ‘ Bu sebeple’ yerine de, “bu nedenle” denilemez!..Kaldı ki; sâdece ’sebep” ve “bu sebeple” değil, “bu yüzden, bundan dolayı, bundan ötürü, bu münâsebetle, bu vesîleyle..” gibi kelime ve tâbirlerimiz de mevcuttur ki, “neden ve bu nedenle” , kelimeleri, yanlış kullanımlarıyla, bunların hepsini ortadan kaldırmaktadır.
*Yaratıcı (2)-yaratmıştı (1)-yarattığı (1): ‘Meydana getirmek-oluşturmak-hâsıl etmek’ ve hatta “bulucu-keşifçi” varken, ısrarla “yaratıcı” kelimesini kullanmaktaki maksadı anlayabilmiş değilim. İslâmî bir tâbir olarak “yaratmak”, Allah’a mahsustur. Azerbaycan Türkleri kardeşlerimiz, SSCB zamanından kalma bir alışkanlıkla, bunu sıkça kullanır.
Meselâ; 5. Soruda geçen “çocukta yaratıcı düşünce” ne demektir?
Meselâ; 6. Sorudaki “şaşkınlık yarattı”, nasıl bir hâldir?
Meselâ; 19. Sorudaki, “Aslında bu yaratıcı kapak son derece anlamlıydı”, nasıl bir şeydir?
Meselâ; “Bu nedenle halk anlatılarını sınıflandırırken sabit unsurlar olarak düşünmemiz gereken tohumlar kadar bunların yetiştiği iklimin anlatılarda yarattığı dönüşümler de önemsenmelidir.” Ne demektir?
*“Modern Türk edebiyatı (6)-modern Leyla(5): Bu “modern Türk edebiyatı” ndan kastedilenin ne olduğunu bir anlayabilsek!..Hele “modern Leyla” nasıl bir Leyla’ymış, bir bilebilsek!..
”Modern” kelimesini yerleştirmediğimiz şahıs ve mekân kalmadı. Şimdi, böyle “modern” bir Leyla tahayyül edelim ki, Leyla, o Leyla olsun!..
“Modern dünya(2) ve modern insan(1), modern çağ semptomu (1) nasıl bir dünya, nasıl bir insan ve nasıl bir semptom’dur?
Sonra…Bu “modern Leyla”daki (a)nın üzerinde inceltme işâreti (^) olması gerekmez mi?? Aslında, imlâ bakımından baştan sona aynı bozukluk mevcuttur!.Bu Leyla, başka Leyla, öyle mi?
*Örneğin (2): ‘Sözgelimi, sözgelişi, meselâ, farazâ’ kelimeleri yerine Ermenice “orinag”dan uydurulan “örneğin”, niçin tercih sebebidir bilemeyiz!..
*”Ünlü (2)-ünsüz(2): Bizim Türk dilbilgisi âlimlerimiz, kitaplarında hep “ünlü ve ünsüz” kelimelerini kullanılırlar. Hattâ, ‘dilbilgisi’ni değil de, F(ı)ransızca “gramer”i tercih ederler. Peki, niçin, bunu, Türkçe’nin yazıldığı gibi okunan bir dil oluşu kaidesine uygun olarak yapıp “g(ı)ramer” diye yazmazlar?
“Ün”, Türkçe bir kelimedir ve ‘ses’ demektir; (-lü) (-süz) takıları ise yerli yerindedir. Fakat, daha çok kullanılan kelime “ses-sesli-sessiz” değil midir? Ünlü ve ünsüz’ün, meşhûr ve meşhûr olmayan mânaları da düşünülürse, böyle bir imtihanda kafa karışıklığı olmaz mı?
* Bellek (9): Bir tane ‘hâfıza’ mevcut değil…”Hâfızamızı kaybetmek” çok kötü bir hâldir!!! İşte, bir örnek de bu!..
“Kent (2): Moğolca’dan gelen bir kelimedir. Şehir ise, Arapça’dan gelmedir. Kent’e göre, daha güzel ve daha yerleşiktir. Bütün Türk Dünyâsı’nın müşterek kelimesidir.
*Koşul(2)-koşullanmasına(1): Hiçbir Türkçe kaideye uymayan bu kelime, ‘şart’ yerine elbette ki, yanlıştır. ‘Şartnâme’ nasıl diyeceksiniz? Şartlanmak yerine, koşullanmak; bu da, isimden fiil yapmak mı oluyor!..’Uydur uydur söyle’ ile, dil olur mu?
*”Öykü (8): Bütün Türk Dünyâsı’nda kullanılan ‘hikâye’ kelimemizin yerine aslı-nesli belirsiz bir kelimedir.
*Doğa(8) , doğal(3): Türkçe’de, bir fiil köküne (doğ-), (a) eklenerek isim yapılmaz. Tabiat, karşılığında kullanılan bu kelime tamamen yanlıştır. Kaldı ki, buna eklenen (-al) takısı ise, F(ı)ransızca’dır. Tabiat, tabiî, tabiatıyla, tabiî olarak kelimelerimizi ortadan kaldırmaktadır.
*Türkçeye (1): Özel isimlerde, takılar, kesme işâretiyle ayrılırlar. Bu sorularda, “Bünyamin’in, Tzu’nun, Halide Edip’in” derken kesme işâreti var da, bunda niçin yoktur?
*Bütüncül (1): Bütün, Türkçe’dir ve eksiksiz, tam demektir. Biz, benzerini, “balıkçıl” kelimesinde görmüştük. Balık yiyen, balıkla beslenen demektir. Bütüncül ise, TDK Okul Sözlüğü’nde “Totaliter” (Bknz. TDK Okul Sözlüğü, Hazırlayanlar: Prof. Dr. İsmail Parlatır-Prof. Dr. Hamza Zülfikar-Prof. Dr. Nevzat Gözaydın, Ankara, 1994, Sf. 149) diye karşılık buluyor.
Yânî; Türkçe denilen kelimeye, F(ı)ransızca karşılık verilmiş!..Ne âlâ!!! Hem de, Türk Dil Kurumu Okul Sözlüğü’nde!..
Peki öyleyse; “Ancak burada söz konusu bütüncül, tek bir bellek değildir.”, ne demektir!?
Kaldı ki; aynı sözlükte, “Totaliter” kelimesinin karşılığında “bütüncül” mevcut değildir. Aynen naklediyorum:
“Totaliter is. Fr. Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde topladığı demokratik olmayan (devlet düzeni)” (Bknz. A.,g., Sözlük Sf. 768)
* Dize (2): Mısrâ karşılığında ‘dize”, herhâlde dizmek’ten türetilmiştir. Tabiî ki, neyi dizdiklerine bağlı bir mâna taşımaktadır. Bu arada şunu da ifade edeyim; az önce de yazdım, şu “şiirsel” ne demektir, iyice îzah etseler de anlasak!..
*Deneyim (3): Tecrübe gibi, tecrübeli bir kelime yerine dene-mek’ten, (deneme) denilebilir. Bir edebî tür olarak da, zâten “deneme” vardır. Sorularda, bir de, “deneyimlemek” kelimesi geçiyor. Yânî???
*Düş(9): Düş, Türkçe bir kelimedir. Mânası, ‘rüyâ”dır. Bâzen, onu, “hayâl” yerine de kullananlar oluyor. 35. ve 36. sorularda, ‘düş-rüyâ-hayâl’ kelimeleri o kadar iç içe girmiştir ki, buna cevap verebilen gençlere madalya takmak lâzım. Hayâl kurmak dersiniz de, düş kurmak/rüyâ kurmak diyemezsiniz. Hayâl gücü dersiniz de, düş gücü/rüyâ gücü diyemezsiniz.
Meselâ, soruda geçen: “Rüya içinde rüya görülmesinin betimlenmesini” ne demektir? “Rüya” kelimesindeki (a)nın üzerinde, inceltme işâreti (^) niçin yoktur?
*Birey (3): Bir dilin zenginliği, aynı mefhûmun çok sayıda kelimeyle ifade etmesiyle de ölçülür. Bizim; Orhun Kitâbeleri’nden gelme hattâ Yûnus Emre’de, “Kişi bile söz demini/Demiye sözün kemini” mısrâlarıyla âdeta temel kelimelerden biri hâline alan “kişi” gibi güzel bir kelimemiz vardır. Bunun yanında, “zat-fert-şahıs” kelimelerimiz de buna ilâve olmuştur.
Ziya Paşa: “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz? Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” derken, bir beyitte, hem “kişi” ve hem de “şahıs” kelimelerini kullanmıştır.
Şimdilerde, gençlerimize, “birey” denilen bir ucûbe kelime dayatılmaktadır. “Bir” sayı sıfatına, Moğolca bir takı olan (–ey) eklenerek , “kişi-şahıs-zat-fert” karşılığında bir kelime uydurulmuştur. Ne yazık ki, Türkçe’mizi bozan bu kelime, bâzı yetkililer tarafından da söylenmektedir. Bir de, buna, F(ı)ransızca bir takı olan (-el) eklenmiş ve (bir-ey-s-el) oluvermiştir!..
Bunların yanında; mücâdele yerine “uğraşı”, haberleşme ve iletim yerine “iletişim”; delil yerine “kanıt”; teklif yerine “öneri”; şuûr yerine “bilinç” kullanılmıştı. (Bilinç, Türkçe bir kelimedir fakat ‘şuûr başka bir şeydir. M. H. K.)
Diğer taraftan; hepsi birer F(ı)ransızca kelime olan; “literatür, modern, antik/antika, paragraf, numara, dijital, test, rol, fenomen, mitolojik, ideal, prenses, koleksiyon, estetize, sosyal, parantez, paradoks, karakter (3), risk, depresyon, mesaj, semptom, proje, elektrik-sel, mikro, ironik, atmosfer, psikolojik, plan, grup, stres…gibi yabancı kelimelerin kullanılmasında da hiçbir mahzur görülmemiştir.
Bir başka husus ise, inceltme işâreti meselesidir. Bunda da, tamamen keyfîlik hâkimdir. Meselâ; “zaten-hayal-Leyla-bazı-şair-yazıhane-felaket-siyasi- sevda- miladi- cami-diyar…” gibi kelimelerdeki bâzı harflerin üzerine konması gereken inceltme işâreti konmamış; “hikâye, imkân, rüzgâr, âdeta, edebî” gibi kelimeler ise, olması gereken şekilde yazılmıştır.
Bir milletin ön önemli ana dâvası, dil dâvasıdır. Bizim de, birinci dâvamız Türkçe’dir!..Maalesef, yola, yanlışlarla devam etmekteyiz!..
Bir dil bir milletin en önemli birleştici mayasıdır
Emeğinize sağlık hocam gerçekten de çok önemli konulara parmak basmışsınız