Esâsen; bu çemberin merkezinde Türkler bulunmaktadır. İster Türkiye, ister Türkistan, Kerkük, Kırım, Kafkaslar ve Balkanlar diyelim, hepsi dönüp dolaşıp çevremizde gezinmektedir. Çünkü; Atillâ’dan beri, neredeyse, dünyanın her mekânında biz vardık/biz varız.
Tabiîdir ki, emperyalist dünya, ‘büyük fotoğrafa’ bakıp, zaman kolluyor, p(i)lân yapıyor. Bizim de, buna göre hareket etmemiz, bir adım önde başlamanın hesaplarını yapmamız/yapabilmemiz şart ve elzemdir.
Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan hayâllerinin arka p(i)lânı ciddî bir muhakemeyle tahlil edildiğinde varacağımız netice burasıdır.
O hâlde; gaafil olmamamız gerekir!..
Dünyanın –acımasız-dört emperyal gücü/Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin ve başta İngiltere, F(ı)ransa ve Almanya olmak üzere, hemen hemen topyekûn Avrupa Birliği ülkeleridir.
O hâlde; târihi iyi okumamız gerekir!..
Zamanında, Nazi Almanyası’nın 1933-1945 seneleri arasında Yahudiler’e uyguladıkları holocaust/holokost denilen ablukasını, bugün, Yahudiler, Filistinli Müslümanlar’a tatbik etmekte ve ne yazık ki, bütün emperyalist güçler, mağdur rolünü iyi oynayan İsrail’in yanında yer alarak, tıpkı, o zamanlar, Hitler’in işlediği insanlık suçunu işlemekte veya bu suça ortak olmaktadırlar.
O hâlde; uyanmamız gerekir!..
Holokost, lügatte “ateşte kurban etme” mânasında Yunanca bir kelimedir. Bugün; İsrail Devleti, mazlum Filistin halkına böyle bir zulmü uygulamaktadır. Uygulanan, zulüm ötesi/zulüm üstü vahşettir!..
Düşününüz; hastahâneler, câmiler, kiliseler, okullar, fırınlar, pazaryerleri, mülteci kampları ateşe verilmiştir. Çoluk çocuk demeden, kadın, yaşlı demeden, yer gök ateş altında inlemektedir. Mâsûm ve müdafaasız insanlar katledilmektedir!..
Dahası; katledenler ve suç ortakları, bu hazîn durum karşısında sevinçlerini gizlememekte, utanmamakta, hiçbir insânî vasıfla ifade edilebilecek bir davranışta bulunmamaktadırlar.
Bu; gaddarlık’tır, zâlimlik’tir!..
Bu gaddarlığı ve zâlimliği yapan da; buna yardım ve yataklık eden de, susup arka dönende aynı suçu işlemektedir.
Düşününüz ve düşünelim; zâlim İsrail’in nihai hedefi nedir ve neresidir?
Çin; çoktan beri, Hazar Denizi’ni hedef seçmiştir. Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri’ne yapılan zülûmler, ne yazık ki, arzu edilen şekilde dünya gündemine taşınamamıştır. Uygur Türkleri’nin dertlerine uzanan bir yardım eli olmamıştır, olmamaktadır.
Bu hususta; Birleşmiş Milletler’den, dünyâ İnsan Hakları ve İslam Birliği Teşkilâtı’ndan hiçbir ses çıkmamaktadır!..Çıksa bile, iknâ edici, caydırıcı değildir.
Rusya’yı söylemeye gerek bile yoktur. Tarih boyunca seçtiği hedeften şaşmadan, tespit ettiği yolda yürümektedir. Lenin ve Stalin zamanında sürgün edilen ve katledilen Türk sayısı milyonları bulmaktadır ki, inanınız, bundan, Türk gençliği haberdar bile edilmemiştir!..
ABD; Kızılderili katliamlarından, Hiroşima ve Vietnam katliamlarına kadar yüzünü-gözünü/her tarafını kana bulamıştır.
İngiltere’nin, bırakınız başka tahribatlarını, sâdece Avustralya’da Aborjinler’e karşı işlediği zülüm ve katliamlar tam bir kara lekedir.
Adolf Hitler, şu anda, Netanyahu İsraili’nin Filistinliler’e karşı işlediği büyük günahı işlemiştir. F(ı)ransa’nın Cezayir karnesi; Yunanlılar’ın Mora, Batı Anadolu ve Batı Trakya karneleri bozuktur. Sırplar’ın, bütün Avrupa’nın hatta dünyanın gözü önünde yaptığı Bosna ve Srebrenitsa katliamları hâlâ tâzeliğini korumaktadır.
Giriniz yaygınağa (internet’e), canınız hangisini isterse, boy boy korkunç tabloları görürsünüz!..
O hâlde; kenetlenmemiz gerekir!..
Yâni?
Tabiî ki, yıllardan beri, Türkiye dâhil, gözler, hep ‘esas’tan uzak tutulmuş/tutturulmuş, saptırılmıştır.
“Dostum filânca!..” veya “Bay/hey falanca!..” hitaplarıyla ‘dış politika’ olmaz!..
‘Saptırılma’, basit bir kelime değildir!..Biz, böyle yaparız, şöyle yaparız ile, yol alınmaz!..Bütün bunları başaracak ıolan şey, ‘ilim’dir!..
İlim; ziraati, yüksek iktisâdı , kültürel meseleleri ve askerî teknolojiyi temin eden/ayakta tutan yegâne en büyük ‘silâh’tır!..
O hâlde; en başta, ilim ile hemhâl olmamız, okumamız gerekir!..
Türk Dünyası, çepeçevre sarılı vaziyettedir ve Türkiye ise, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Karadeniz ötesinde, Orta Doğu’da ve Akdeniz’de büyük tehlikelerle karşıkarşıya/burunburunadır.
Kendini ne kadar sakındırsa da/kenarda tutmaya çalışsa da, “Görünen köy kılavuz istemez!”, sözü gereği, tehlike adım adım yaklaşmaktadır.
O hâlde; akıllı olmamız gerekir!..
Bir cephede; Yunan megalo ideası; bir cephede, büyük Ermenistan iddiası görünümlü Rusya bindirmesi/indirmesi; bir tarafta, Filistin’i hedef alan fakat Doğu Akdeniz hatta Bütün Akdeniz hâkimiyetini esas alan Amerikan-İsrail işbirliği yanında Birleşik Avrupa tehdidi, hepsi çevremizde dolaşmaktadır.
Filistin’in/Hamas’ın attığı bombalar, yarın, belki de, bir hiç mahiyetinde olacaktır. “Sebebiyet verme”; haklı dâvasında, başına belâ aldırmıştır ve bu belâ, hasımlarına büyük bir fırsat vermiş ve çok geniş bir siyâsî ve askerî saha açmıştır.
Bize düşen şey; insanlık ve Türk Milleti’nin menfaatinin hangi yolla kazanılacağıdır. Hem insanlık kazanmalı, hem de milletimiz/Devletimiz bundan zarar görmeden/yara almadan çıkabilmelidir.
Ne yazık ki, bugüne kadar hep yanlışta yürüdük. Sâdece lâfta kalarak; iç siyasette kabadayılık gösterisi yaparak, dış’a tâviz verdik. Kilise ve havra açmakla, birilerine yaranacağımızı sandık.
O hâlde; büyük bir birlik ruhuyla kenetlenmemiz gerekir!..
31 Aralık 2004 tarihinde, ABD/Boston/Harvard Üniversitesi’nde Erdoğan şöyle demişti: “Bir diğer kritik konu da tabiatıyla Irak’tır. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ta başarılı olmasını samimiyetle arzu etmektedir. Çok yönlü destek olmaktadır.
İsrail Devleti’nin yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacaktır.”
İsrail’i ‘tehdit’ eden mi vardı?
2005 yılında, Kudüs’ü ziyâretinde, Ariel Şaron-Erdoğan görüşmesinde, Şaron, Erdoğan’ı karşılarken, şöyle demişti: “Yahudi milletinin ve İsrail’in başkenti Kudüs’e hoşgeldiniz” .
Bugün; bu cümleler bir ‘mâna” bulmalıdır!..Buldu mu? Hayır!..
Hesabı, p(i)lânı, istişâreyi beceremedik/ yapamadık!..Bunları becermemiz ve çok sıhhatli bir şekilde yapmamız gerekir!..
Bu senenin/2023’ün Nisan ayında-ki, Ramazan’dı-, İsrail askerlerinin saldırısı üzerine yazdığım “Mescid-i Aksâ” başlıklı makalemde şöyle demiştim:
“Bugünlerde; Kudüs’de bulunan Mescid-i Aksâ, yine, İsrail tarafından talana uğramaktadır. Müslümanların ilk kıblesi olan, Mekke şehrine en uzak mescit olduğu için, ona, Mescid-i Aksa denen bu ibâdet mekânı, yine bir Ramazan günü saldırıya uğramıştır.
Diğer adları da, ‘mukaddes ev’ mânasına gelen “Beyt-ül-makdis veya Beyt-ül-mukaddes’dir.
Peygamber Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir: Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve benim mescidim Mescid-i Nebî”.
O hâlde; bir Müslüman olarak, bu mekânlar, bizim hürmet göstermekte öncelikli yerlerimizdir.
Mescid-i Aksâ, ne zaman, İsrail saldırılarına muhatap olsa, gündemde öne çıkar/bir takım sözler söylenir ve unutulur, gider. Bunun hâricinde, bizim veya İslâm ülkelerinin dışişlerinden ‘çözüme dâir’ esaslı hiçbir teşebbüse şâhit olmayız.
(…) Târih boyunca, Mescid- i Aksâ, Müslümanların elinde bulunduğu sürece, Yahûdîlere, oraya girme hakkı tanınmasına rağmen; 1967’de Arap-İsrail savaşından sonra Kudüs’ü işgal eden İsrail devletinin, güç kendi eline geçtiği zaman bu tarz hâince saldırılarda bulunması, insanlık dışıdır.
Peki, 9 Mart 2022’de, İsrail Cumhurbaşkanı İsaac Herzog’un, 14 yıl aradan sonra, 21 pare top atışı ve iki ülkenin millî marşlarıyla karşılanmasında söylenen insanlık (!) ve barış (!) sözleri nerededir? Hattâ; yaptığı konuşmaya, 1921 yılında, Millî Mücâdele devam ederken, askerlik yapmamak için Moskova’ya kaçan N. Hikmet’in bir şiiriyle(!) söze başlamıştı.
Peki; İsrail Cumhurbaşkanı ile, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, ne konuşmuşlardı ki, bugün, yâni takriben bir yıl sonra, bu İsrail askerleri mâsûm insanlara dehşet saçmışlardır.
Yüzünkoyun yatırılmış Filistinli Müslüman gençlere uygulanan bu canice tavırlar, İsaac Herzog’un samimiyetiyle bağdaşabildi mi?
(...) Dünyada, ellerinde silâh bulunmayan ve ibâdet yapmaktan başka hiçbir maksadı, niyeti ve tavrı bulunmayan bu mâsûm ve mazlum insanlara silâh çevirmenin yâni silâhla tehdidin de ötesinde, kollarının/ellerinin arkadan bağlanmaları ne demektir?
Kurulduğu 1948 yılından itibaren, devamlı olarak genişleme arzusunu sürdüren ve genişleyen, saldırgan tavrını da hiç değiştirmeyen İsrail Devleti’nin, bir sabah namazında, böyle bir ‘baskın’da bulunmasının hiçbir insanî izahı yoktur/olamaz/olmamalıdır.
Hazîn olan bir aşka husus ise, koskoca İslâm devletlerinin, kendi aralarında müşterek bir tavır sergileyememesidir.
Bu, sâdece hazîn değil; utanılacak bir hâldir!..
Bu dehşet verici saldırılardan sonra, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bâzı kişiler beyanat verdiler.
CB Erdoğan: “Mescid-i Aksâ’ya el uzatılması kırmızı çizgimizdir. Müslümanların ilk kıblesine yönelik alçak eylemleri ülkem ve milletim adına kınıyor, bu saldırıların bir an önce durdurulması çağrısında bulunuyorum.” (Basın: 05.04.2023) demektedir.
Bir defa şunu söylemeliyim ki, bu “el”, “Mescid-i Aksâ’ya uzanmamış, altını üstüne getirmiştir. Kaldı ki, bu “el’ bu saldırıyı ilk defa da yapmamıştır. Acaba, 21 pare topla karşılanan İsaac Herzog, bundan habersiz midir? “Kırmızı çizgi”nin icâbı/gereği hususunda, bugüne kadar hangi milletlerarası irtibatlar/temaslar yapılmıştır?
Bir başka beyanat, Bahçeli’den. Diyor ki; “Mescid-i Aksâ’ya yapılan saygısız, orantısız, yaralayıcı ve insanlık dışı operasyonları tüm gücümle kınıyorum.” (Basın: 05.05. 2023)
Cumhurbaşkanı’nın “kınıyorum”undan sonra, “tüm gücümle kınıyorum” beyanı, oldukça tesirli(!)mi? Bilemem!!!
Üçüncü beyanat, Kılıçdaroğlu’ndan, “Filistinli kardeşlerimize karşı Mescid-i Aksâ’da gerçekleştirilen saldırıyı şiddetle kınıyorum” (Basın: 05 Nisan 2023)
Bu da; “şiddetle kınıyor”, bu kadar!..
Farklı ve ihâta edici bir tepki de, Karamollaoğlu’ndan…
Diyor ki: “Her Ramazan olduğu gibi bu yıl da ‘terör devleti’ İsrail’in, ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ’da gerçekleştirdiği alçak saldırıda yaralanan Filistinli kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Süslü cümlelerle bu zulmü sâdece ama sâdece ‘kınamak’ ise artık kifayetsiz kalıyor. Başta ülkemizdeki iktidar ve İslâm âleminin yöneticileri olmak üzere tüm dünya kamuoyuna sesleniyorum: Somut adımlar atmak için daha kaç mâsumun canının yanması gerekiyor? Kınamaktan öte artık ciddi yaptırımlar uygulamak için daha ne kadar kan ve gözyaşı akması gerekiyor?” (Basın: 05.04.2023)
Evet… Doğru söze ne demeli!..Daha ne bekleniyor?” (Bknz. M. Halistin Kukul, Wwkapsamhaber.com-08.04.2023-12.11)
Son katliamlar karşısında, Birleşmiş Milletler raportörünün: “İsrailli siyasi liderlerin ve müttefiklerinin Gazze’deki askeri harekat ve Batı Şeria’da artan tutuklama ile öldürmelerle birlikte yaptığı açıklamalar göz önüne alındığında Filistin halkına karşı soykırım riski bulunuyor. Bu tür suçların hiçbir gerekçesi veya istisnası yoktur. “ (Bknz. Basın: 20. 10. 2023) demesine rağmen, ortada hiçbir ‘yaptırım’ mevcut değildir.
Kaldı ki; Kahire’de toplanan, aralarında Türk ve Avrupalı Dışişleri Bakanları’nın da bulunduğu 35 Dışişleri Bakanı’nın katıldığı “ Kahire Barış Zirvesi” de, hiçbir kararda mutabık kalınamadan dağılmıştır. (Bknz. Basın; 21.10.2023)
Hulâsa olarak diyebilirim ki; bugünkü dünyâ budur ve yarınki için çok iyi hazırlanmak mecburiyetimiz vardır!..
Dost da, düşman da aklını başına almalıdır!..Hiç kimsenin, dünyayı kan gölüne çevirmeye hakkı yoktur!..
Bu acımasız kaatil dünyanın, bir an durduğumuz zaman, torunlarımızın başına bomba yağdıracağını da asla ve kat’a unutmamalıyız!..