Türk Dili’nin, gizli veyâ alenî dört çeşit düşmanı vardır:
- Aslı Arapça, Farsça, Yunanca veyâ İtalyanca olan ve asırlardan beri zevkle konuşulan ve yazılan; ve, bütün Türk Dünyâsı’nda kullanılan, pek çok “Türkçeleşmiş” kelimeden, bilhassa Arapça ve Farsça asıllılara surat asıp, onları Türkçe listesinden çıkarmak isteyen gaafiller.
- F(ı)ransızca ve İngilizce’yi âdetâ anadilleriymiş gibi kabullenip, onlardan hiçbir rahatsızlık duymadan seslerini çıkarmayan mandacılar.
- Türkçe’nin temel kaidelerini ve kullanılmakta olan târihî birikimli ‘kültür Türkçesi’ni hiçe sayarak, türetme yoluyla değil; uydurmak suretiyle kelime îcadına ve katliâmına kalkışan uydurukça işkencecileri.
- Kendileri mes’ul oldukları hâlde, kendilerini, Türk Dili’nin korunması ve geliştirilmesiyle vazîfeli görmeyen ilim, san’at ve siyâset adamı safındaki nemelâzımcılar, bananeciler, vurdumduymazlar.
Türkçe, bugüne kadar ne çekmişse bunlardan çekmiştir.
Önce; umûma hitâbeden televizyon p(u)rogramlarına bir göz atalım: “Alternatif, Siyaset Vitrini, Klipler, Talk Show, Turnike, Sporaktif, Rota, High Life, Politika Kulvarı, Elele Forum, Spor Turu, Show Başlıyor, Şut ve Gol, Magazin Forever, Spor Suare, Meridyen, Ekomagazin, Finans Hattı, Riziko, Elekrolig, Ekonomi Vizyon,....Show, Klip Saati, Diyalog, Haber Kritik, Melodili Dakikalar, Galeri, Frekans, Durum Kritik, Klinik, Platin, Maske, Mega Turnike, Polikritik, Mozaik, Ambulans, Diyalog Platformu, Maraton, Eurocops, Müzik Mozaik, Klastext, Medyator, Megaresponse, Mega Hafıza, Gece Gündüz Festival, Kalite, Passport Özel, Otomagazin, Klas Magazin, Sinyal, Cafe Magazin, Metrekare, Rock Market, Telekritik, Spor Stüdyosu, Direksiyon, Futbolig, Müzik Koridoru, Panorama...”
Bütün bunlar, ulusal(!) denilen kanallarda yayınlanıyor. Yâni, “millî” kanallarda. “Kanal” kelimesinin F(ı)ransızca’dan gelmesine hiç kimse aldırış dahi etmiyor de, “millî”yi hemence “ulusal” yapıveriyor.
Hâlbuki; “ecel, amel, muhtemel, temel, emel, uysal, masal, kumsal...” gibi kelimelerde (-el, -al) ve (-sel,-sal) ekleri bize âittir. Ancak; yine, F(ı)ransızca’dan gelen “kültürel, sosyal, normal, festival, moral, müzikal, pastoral...” kelimelerinin asılları âit oldukları dilde böyledir. Hâlbuki; meselâ: Arapça (târih) kelimesine eklenen bir F(ı)ransızca (-sel) takısı, bu kelimeyi Türkçe yapmaz. Zîrâ; bu kelimeye (târihe âit) mânâsını verecek olan (-î)dir. Arapça’dan Türkçe’leşmiş (târihî) kelimesini (târihsel) hâline getirirseniz, yanlış yapmakla kalmaz, târihî bağları da zedelersiniz. Ve; meydana gelen bu kelimeye hiçbir dilde yer bulamazsınız. “Kanal” kelimesinin de F(ı)ransızca’dan geldiği düşünülürse, sonundaki (-al) takısının da oraya âit olduğu görülmüş olur. Çıkıp da, hiç kime, bu takılarla Türkçe keime yapıyoruz, siz de onu kullanmak zorundasınız, diyemez, dememelidir.
Atatürk, Cumhuriyetimizin Onuncu Yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyor: “Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir...Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak demek, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Mânevî köprülerini sağlan tutarak. Dil, bir köprüdür...İnanç, bir köprüdür...Tarih, bir köprüdür..”
Burada, Atatürk’ün kullandığı Türkçe ve ileri görüşlülüğü yanında, üzerinde durulması gereken bir mühim husus da şudur: Atatürk, büyük bir asker ve devlet adamı olarak, bir milleti meydana getiren unsurları da işâret ediyor. Bunların herbirini bir köprü, bir halka, bir kuvvetli bağ olarak görüyor: Dil, inanç (dîn) ve târih!..
Bugün, bu talimatlara riâyet ediliyor mu? Kat’iyyen hayır!..Aksine, Atatürk’ü istismar ederek, tamâmen bunun zıddını yapıyorlar. Atatürk’ün emir ve talimatlarının tamâmen zıddı olarak davranış gösteriyorlar. Bu durumu birkaç misâlle îzâh edelim:
“Tabîat” kelimesini Türkiye’de herkes biri, yazar ve konuşur. Buna, yanlış olarak “doğa” dediler. Bilmeyenler sanırlar ki, “boğa” kelimesi de “boğmak”tan geliyor. Değil elbette!..Buna bağlı olarak, tabiî’ye, “doğal” dediler. Yanlış tabiî. Bir de işin öbür cephesi var. Y3ani büyük Atatürk’ün işâret buyurduğu cephe: Türk Dünyâsı cephesi!.. Ne varmış bunda demeyiniz!.. Bakınız, “tabîat” kelimesi Türk Dünyâsı’nda nasıl söyleniyor. Birazcık idrâki ve insâfı olanların ibret almaması mümkün değildir: Azerbaycan tabiat; Başkurt tabigat; Kazak, tabıygat; Kırgız tabiyat; Özbek, tabiat; tatar, tabigat; Türkmen, tebiğat; Ugur, tabiat. (Azerbaycan, Başkurt, Özbek ve Uygur’daki tabiat kelimelerinde bulunan “a” harfleri üzerinde iki nokta bulunmaktadır).
Peki, her gün “yanıt” deyip tutuşanların ne demek istediğini anlıyor muyuz? Yanıt, acâba, ‘cevap’ mı imiş? Azerbaycan, cavap; Başkurt, yavap, Kazak, javap; Kırgız, cöp; Özbek, cavab; Tatar cavap; türkmen, coğap; Uygur, cavap.
Sık sık rastladığım, Atatürk’e âit bir vecîze var: “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir”.
Hâlbuki, Atatürk, böyle bir ifâde kullanmamıştır. İfâde aynen şöyledir: “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir”. (1921)
Peki; Atatürk’ün sözünü değiştirenler, kendi emir ve talimatları olduğu hâlde, niçin istismara devam ederler bilinmez mi? Siz, uğruna mücâdele verilen “hürriyet”i ve “istiklâl”i hangi kanuna göre değiştiriyorsunuz?
Hürriyet şâiri, hürriyet kahramanı, hürriyet âşığı...ve İstiklâl Marşı, İstiklâl âşığı, istiklâl madalyası, İstiklâl Okulu...gibi ifâdelere nasıl kıyıyorsunuz? İstiklâl Savaşı Gazileri’nden utanın bâri!..
Kaldı ki; hemen hemen bütün Türk Dünyâsı da “hürriyet”i kullanıyor. Şöyle ki; Azerbaycan, hürriyat; Başkurt, hörriyat; Kazak, azatlık; Kırgız, azattık; Özbek, hürriyat; Tatar, hörriyat; Türkmen, azatlık; Uygur, hürriyat. (Azerbaycan, Başkurt, Özbek, Tatar ve Uygur’daki hürriyet kelimelerindeki ‘a’ların üzerinde iki nokta bulunmaktadır).
Atatürk’ün yukardaki vecîzesinde bir tek “karakter” kelimesi F(ı)ransızca’dır. Diğer iki kelimeyi değiştirenlere sormak istiyorum: F(ı)ransızlarla bir akrabalığınız falan mı var? İki güzeller güzeli Türkçe “hürriyet” ve “istikâl” kelimesini değiştirdiniz de, F(ı)ransızca olan “karakter” kelimesine niçin kıyamadınız? Hiç değilse, mizaç, huy...diyemediniz!...Yoksa; Atatürk, diğer kelimeleri anlamadı da siz mi anladınız?
Azerbaycan’ın ve Türk Dünyâsı’nın güçlü şâirlerinden Bahtiyar Vahabzâde, bir şiirinde şöyle diyor:
“Bir zaman Ruscaydı reklam-ışıklar
Şimdi İngilizce dürtülür göze
İtin de diline hürmetimiz var,
Yalnız öz dilimiz yaramır bize” (Gurub Düşünceleri, Sf. 182)
Bu milletin “öz dili”yle kimler uğraşmadı ki!..Öz dil sevdâlıları demek ki, her yerde çırpınıyor. Her yerde, millet adına, mağdur olan onlar. Fakat, Türkçe, bütün bu tahripçiliğe rağmen, zorlukları aşacak durumdadır. Yeter ki, şuûrlu olarak, onu tahrip edenlerin yanlışlıklarını ortaya dökelim.
TÜRK YURDU DERGİSİ, TÜRKÇE’YE SAYGI ÖZEL SAYISI, ŞUBAT-MART 2001, SF. 267-268