Millet,
Birbirinden haberi yokken dahi
Birbiri gibi olan varlıktır.
Dündar TAŞER
İnsan gibi yapılar da İbni Halbun’a göre doğar, büyür, yaşlanır ve ölür… Ancak yapılar işlevini ve etkinliğini kaybetmesi veya ortadan tamamen kalkması demek, insanın yapısız yaşayabileceği anlamına gelmemektedir. Bu anlamda da insan, kendini ait olduğu bir yerde ve insanın ait olduğu yeri de içine alan bir sosyal yapının oluşması, insanın bütün ihtiyaçlarını görebilmesi açısından önemlidir. Zira insanın temel ve güvenlik ihtiyacını karşılayabilmesi ve sevgi, aidiyet gibi duyguların hem farkında olması hem de buna uygun bir karşılık verebilmesi açısından devlet denilen en büyük sosyal yapıya ihtiyaç vardır. Bu sosyal yapı ortadan kaldırıldığında neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Devletin varlığı hayatınızı güvende ve huzur içerisinde geçiremezsiniz.
İnsan sosyal bir varlık olarak gelişirken, ait olma duygusu da buna bağlı olarak en tabii duygu olarak kendini göstermektedir. Eflatun’un insanlar arasındaki eşitsizliği kaldırabilmenin yolunun aile kavramının ortadan kaldırılmasında görüyordu. Ancak buna rağmen insan, yine de kendisini ait olarak göreceği bir sosyal yapıya ihtiyaç duyar. Bu sosyal yapı en küçük birim olan aileden başlar ve nihayetinde millet denilen olgunun etrafında bir aidiyet gelişir. Milleti bir arada tutan, insanlar arasındaki ahengi düzenleyen en önemli sosyal yapı olarak devlet karşımıza çıkmaktadır.
İnsanoğlu, yaratılan bütün mahlukat içerisinde sahip olduğu noksanlıklarına rağmen her türlü olumsuzluklara karşı mücadele edebilecek tek varlıktır. Bu mücadele gücünü ise bileğinden ziyade, aklından almaktadır. Devlet hayatı da, insan gibidir ve rasyonel olmak durumundadır. Devlet hayatının devamlı olabilmesi devlet aklının verimli işlemesine bağlıdır. Devletleri ayakta tutan iki dinamik yapı vardır. Bunları iç ve dış dinamikler olarak ele alabiliriz. İç dinamikler dediğimiz, milleti millet haline getiren bütün unsurlar arasındaki ahenktir. Dış dinamikler ise, genel itibariyle topluma bir kimlik kazanması noktasında katkı sağlayan ancak millet hayatına yönelik olumsuzluklarını içerisinde barındırmaktadır. Bu anlamda birbirine yakın veya müttefik olarak tarif edilen devletlerin birbirlerine olan yakınlığı her iki devletin karşılaştığı olumsuz durumlara karşı birlikte hareket edebilirler. Buna göre de müttefik olarak görülen devletlerin önündeki olumsuzluklar ya da tehlikeler ortadan kalktığında her devlet, kendi sosyal gerçekliğine göre hareket ederek varlığını sürdürmektedir. Günümüzde ortaya çıkan modern devletlerin her birinin ortak özelliğini de bu çerçevede ele alabiliriz. Günümüz devletleri de buna göre,tehlike kapsamında birlikte hareket edebilmek, tehlike ortadan kalktığında ise sahip olduğu iç dinamiklerine göre varlığını sürdürmek…
Millet hayatı ise, günümüzde belli toprak parçasında sınırlandırılan bir alan içerisinde ve devlet denilen bir sosyal yapı etrafında bir arada bulunan insan topluluklarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Her Millete devlet, her devlete millet anlayışı günümüz modern devlet algısının birer karşılığı olarak görülmektedir. Devlet hayatı bu anlamda belli bir sınırda varlığını sürdürmektedir. Ancak millet denilen olgu ise, devletin vatan denilen toprak parçasıyla sınırlandırılan alanın dışındakilerini de içine alabilecek çok geniş bir kavramdır. Yakın zamanda Tufan Gündüz Hocamızın tarif ettiği vatan nedir anlayışına göre, Türk’ün mezar taşının olduğu her yer Türk’ün vatanıdır. Diğer bir tarifte milli ruhun yaşadığı her yer Türk’ün vatanıdır. Tarihsel süreçler, milletler mücadelesi ve günümüzün devletlerarası münasebetleri mevzunun mahiyetini bize anlatabilecek özelikte değillerdir. Dündar Taşer’in tabiriyle, Yemen, Kerkük, Kırım türküleri söylendiğinde, bunun ne anlama geldiğini anlayabilmek için milli kimlik ve şuur etrafında Gökalp’in tabiriyle de terbiye edilmeyle ilişkilidir. O halde Türk’ün devleti ve vatanı neresidir diye bir soru sorulduğunda, herhalde bunun net bir tarifi olmayacaktır. Türkçe konuşan, Türk kültür hayatının sembolik anlamlarını üzerinde taşıyan, anılarını unutmayanların, hatıraların sürekli canlı tutulduğu ve Türk’ün yaşadığı her yer vatandır. Günümüzün modern devletleri bağlamında mesele ele alınacak olursa, 7 Türk Devleti varlığını devlet olarak devam ettirmektedir. O halde Türk’ün devleti neresidir sorusunun, günümüzde vatan toprağı ve hür dalgalanan bayrağı ile iliştirilen 7 tane karşılığı bulunmaktadır.
Devletler bir gün ölebilir, vatan toprağı elden çıkabilir ancak millet ve millete ait kültür hayatı varlığını her zaman devam ettirir. Milletler tarihi içerisinde de kendi kimliğini bir devlet çatısı altında sürmenin mücadelesini vermiş başka bir millet daha yoktur. Bu anlamda da binlerce yıllık geçmişse sahip Türk Milleti’nin ortaya koyduğu devletleri Atsız’ın tarih tezlerinden biri olarak ele alındığında tek bir devletten bahsedebiliriz. Değişen sadece devlet hayatına yön veren, hanedanların veya rejimin değişmesi olarak ele alabiliriz.
Ancak devlet hayatı, toprakları üzerinde yaşayan insanların yaşam hürriyeti ve refahından sorumludur. Her devletin içerisinde hâkim olan bir kültür ve millet anlayışı vardır. Bu hâkim kültür ve millet anlayışına uygun olarak da devlet hayatı varlığını devam ettirmeye çalışır. Günümüzde Ulus Devlet anlayışı kapsamında vatan ve millet kavramıyla ilişkilendirilen devlet anlayışının genel kabul gördüğü bir zaman diliminde yaşamaktayız. Ancak tarihsel süreç göz önüne alındığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden önceki bütün Türk Devletleri göz önüne alındığında yönetici ve tebaa dediğimiz devletin asli unsurları olarak kabul edilenler tarafından devlete ait millet anlayışında da bir tutarlılık vardır. Özellikle tartışmaların belli kesimler tarafından Osmanlı’nın İmparatorluk bakiyesi içerisinde yaşayan topluluklar üzerinde yoğunlaşmış ve buna benzer tartışmalar günümüzde de yine belli kesimler etrafında sürekli canlı tutulduğu görülmektedir. Osmanlı, bir ümmet devleti midir, yoksa millete ait olan bir devlet midir? Osmanlı Hanedanları hangi soydandır? Osmanlı’da ilmiye sınıfına mensup olanlar, devleti idare edenler kimlerdir? Ancak bütün bu meseleleri etnik özürlü veya milliyetçiliği haram olduğunu iddia eden ümmetçi yaklaşımların meseleyi kaşımalarına rağmen kimlik konusundaki tarihsel olaylar ve sosyolojik yaklaşımlar bize cevap verebilmektedir. Kişinin kimliği sadece, kişinin kendisini nasıl gördüğü değildir. Aynı zamanda onun öyle olduğunu kabullenen bir karşı tarafın olması gerekir. Bugün kimlik konusunda en iyi cevabı bizim dediğimiz insanlardan ziyade, batılıların yaklaşımlarına göre cevap verebiliyoruz. Değerli Hocalarımızdan Mehmet Akif OKUR’un konu ile ilgili araştırmalarına göre verdiği örneklerden birisi 16. Ve 17. Yüzyıl İngiliz kaynaklarında Osmanlı kavramından ziyade Türk ve Türk Devleti kavramının kullanıldığı görülmektedir. Bir diğer örnekte, Batılıların ve özellikle İngilizlerin Türkiye’deki terör meselesine yaklaşımında ele aldığı kimlik yaklaşımına göre İngiliz Medyası PKK terör örgütünü Turkish Kurdi diye tarif etmektedir. Demek ki, insanlar isterlerse kendilerini ne kadar inkar ederlerse etsinler, isterlerse kendilerini kozmopolit, ümmetçi veya insanlık milletinin birer üyesi olarak kabul etsinler bireyin veya toplulukların sahip oldukları kimlikler ötekiler tarafından karşılığı bulunmamaktadır. Bu batılı devletler açısından devşirilmiş kalemler, satın alınmış yüzler veya dönmeler olarak görülmektedir. Bunun bizim literatürdeki karşılığı ise gafillik, hainlik, soysuzluk, bölücü gibi sıfatlarla ifade edilmektedir.
Dolayısıyla Devlet hayatı rasyonel olmayı gerektirirken, her Devlet hakim kültür ve milletin etkisinde varlığını devam ettirme eğilimindedir. Kaldı ki ulus devlet yaklaşımında ortaya çıkan farklılıklar büyük ölçüde de ortadan kalkmıştır. Geçmişin millet ve millet anlayışıyla, bugünün etnik yaklaşımları vurgulayan ve aynı kefeye koyan, sosyalistler için halklar, İslamcılar için ise Müslüman olanlar için kullanılan milleti olmayan ümmet anlayışına sarıldıkları görülmektedir. Ancak bunun tarihsel ve sosyolojik bir karşılığı yoktur. Etnik yapıları kaşımak, hakim kültürü ortadan kaldırmak için etnisiteye yapılan vurgular özellikle kendini ümmetçi tarif edenlerin son dönemdeki hastalıklarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu yaklaşımlara karşı, Türk Milliyetçilerinin vereceği cevap bellidir.
Biz binlerce yıllık Türk tarihinin bugünkü yaşayan nesliyiz. Türklerin dünya coğrafyasında büyük çoğunluğu Müslümandır. Bizler de Türkiye’de yaşayan geneli Oğuz Türkleri olan ve Türklerin farklı boylarından olanları da bulunmaktadır ve bunların hemen hemen tamamı Müslümandır. Türkçe konuşan, Türkçe dua eden, Resullah (SAV) Efendimizi kendisine Rehber edinmiş ve tarih boyunca Türk Milleti olarak İslama hizmet etmeye çalışmış bir Milletin mensuplarıyız. Yarınımızda da Türk Milleti olarak, geçmişin hatıralarına, değerlerine sahip çıkarak geleceğe yürümeye kararlı olan bir Milletiz. Bizim milletimizin adı Türk Milletidir. Devletimiz Türk Devletidir. Bayrağımız Türk Bayrağıdır. Bunu sadece biz değil, bizim dışımızda olanlarda bunu böyle kabul etmektedir. Bütün bunlara sahip olmak, milletini sevmek ve yükselmesini istemek İslam ümmeti içerisinde olmaya engel değildir. Zira ümmetçilik bir milletin etrafında yürütülebilecek bir anlayıştır. İslamiyetle şereflendikten sonra Türk Milleti, İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir. Bunu yaparken de, kimseden bunu kılıç zoruyla almamıştır. Tarihsel süreç ve olaylar Türk Milletini İslamiyetin içerisinde hakim güç haline getirmiştir.
Türk Milletine ihanet edenin, kimliğinden ve dininden yana da sorunu var demektir. Bu tür yaklaşımlar içerisinde olanlara dikkat edilmeli ve sözlerine itibar edilmemelidir. Kişinin Müslümanlığı bizi aldatmasın… Zira Allah Resulü (SAV), kişi bilmediğinin düşmanıdır. Milletsiz bir İslamiyet anlayışımız yoktur. Millet vardır ve ümmetçilik de bir milletin etrafında kümelenen milletlerden oluşabilir. O yüzden bugün bir kişinin sahip olduğu millet ne olursa olsun, günümüzde Müslümanım diyen her insan ümmetçiliğe katkı sağlamak istiyorsa, Türk Milliyetçisi olmak zorundadır. Kişinin Arap, Acem veya Arnavut olması Müslüman olmasına engel değildir. Ancak ümmete hizmet etmek istiyorsa, Türk Milletine ve Türk’ün devletine katkı sağlaması gerekir. En azından katkı sağlayamıyorsa bile, ihanet etmemelidir. İhanet edenler, sadece Türk Milletine değil, aynı zamanda İslama yani ümmete de ihanet ediyor demektir.
Bizlerin okuyan, düşünen, anlayan, analiz eden, doğruyu yanlışı ayırt edip doğru bildiklerini yaşayan ve yaşatmaya çalışan insanlara ihtiyaç vardır. Günümüzde bilgi kirliliği oldukça fazla… Ancak Kuran ve Resullah (SAV) Efendimizin Sünnetine uygun bir hayat ve bunu bize doğru olarak aktaran İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi başta olmak üzere onların, tasavvuf erbabının izinden gidenler hem hoşgörüyü, hem sade bir yaşantıyı, hem milli kimliği hem de Müslüman olarak yaşantının en güzel örneklerini görebilirler. Bunları referans kabul etmeyenler de farklı mezhep ve taassuplar etrafında hayatını sürdürmeye çalışan ve genel itibariyle de günümüzde Müslümanları kendisine düşman olarak seçenlerdir.
Bütün bu yazdıklarımız Devlet ve millet hayatı ile doğrudan ilişkilidir. Devleti ve milleti nasıl algılarsak, hayata bakışımızda onunla doğru orantılıdır.
Ancak bize birey olarak lazım olan ise, Allah (CC) bizleri, İslamı doğru anlama ve yaşama noktasında bizlere yardım eylesin.