Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yârabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbi!
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gaalib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın!
Yahya Kemal
Türkiye, yaşadığı coğrafî konumu itibariyle, dünyanın en önemli ve en zor yerlerinden birinde bulunmaktadır. Tarihi itibariyle hem dinler tarihi açısından hem de milletler tarihi açısından sürekli mücadelelerin olduğu bir coğrafyanın içinde yaşamaktadır. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri açısından da dünyanın bütün devletlerinin gözünü diktiği bir yerde bulunmaktadır.
Bir yandan Arap dünyası, öte yandan Kafkaslar’da Ermenistan ile yaşanılan trajikomik gelişmeler, diğer taraftan yakın tarihimizin hasmı olan Yunanlılar, uzak tarihten itibaren mücadelelerle geçen İran, öte taraftan kurulduğu günden beri gözünü hep Anadolu coğrafyasına ve Akdeniz’e diken Rusya, yakın zaman içinde de İngiltere, ABD ve İsrail’in oyunlarıyla Suriye ve şimdiki Irak’ın kuzeyindeki yönetim, Arap Dünyası, Bulgaristan ve Kıbrıs Rum Kesimi… Yaşadığımız coğrafya, hem bereketli bir coğrafya hem de bir o kadar da çetin, yarınının neler getireceği belli olmayan bir uzun ince karanlık bir yola benzemektedir.
Bunun yanında uzak diyarlardan da ABD, AB ülkeleri ve Çin de Türk Devleti’nin güçlü olmasını istememektedir.
Yıllarca Türk Devleti’ne yön veren siyaset adamları, bürokratlar, ekonomistler, güvenlik güçleri bütün bunları sanki görmezden gelerek bütün bu oluşan doğal olumsuzluklara bir de Türk Devleti’nin içinde farklı tablolar da oluşturuldu. Bir yandan devlet iç ve dış borçlanmayla ekonomisini, diğer yandan da kendi insanını birbirine düşman hâle getirerek etnik bir çatışmayı da el birliği ile oluşturdular. Burada ortaya çıkan tablo şudur: Türk Milleti’ni her yönüyle sarmış dâhilî ve harici düşmanlarla doludur. Tıpkı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki gibi… Kimisi bilerek, kimisi de gaflet ve hıyanet içerisinde bu tabloyu oluşturmuşlardır.
Türkiye’de yaşanılan bu sürecin getirdiği sonuçlara baktığımızda; eğitim sistemi tıkanma noktasına gelmiş, toplumda ahlakî olarak büyük bir yozlaşmanın oluşması sağlanmış, tüketim kültürü artmış, örf adet ve geleneklerimiz sürekli sorgulanır olmuş, inançlarımızı yaşama noktasında engeller çıkartılmış, kendi yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı kullanamaz hale gelmişiz.
Bir yandan yoksullukla mücadele ederken, öte yandan da devleti ve milleti soyan soyguncular ve vurgunculara da tanık olmaktayız. Hayalî ihracatlarla, uyuşturucu kaçakçılığı ile uğraşan siyaset adamlarına, dinî duygulardan yola çıkarak temiz Anadolu insanını kandırarak yardım alan soysuzları görür olduk.
Bütün bunlar sanki normalmiş gibi Türk insanına yutturmaya çalışıyorlar. Hepsinin faturası hazırdır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği meselelerin sorumluluğu tarihimizde gizlidir. Devletimiz iç ve dış borçlanmasının sorumluluğu daha önceki hükümetlere aittir. Deniz Ampulü yolsuzluğu Almanya hükümetini, Şaban’ın vurguncu ve Densizlerin hayalî ihracatları ve uyuşturucu kaçakçısı olması paralelcileri ilgilendirir. Bakara Suresi’ni makara edenler, ayakkabı kutularında paraları götürenler, vakıf adı altında saltanat kuranlar ise montajcıların işidir.
Siyasîlere yalakalık eden diğer zevat da ortaya yeni kavramlar atarlar. Artık her şeyin bir ölçüsünü koyar olduk. Ahlâksızlığı hayat şartları, yolsuzluğu devletin malı deniz yemeyen keriz, milletin paralarını çalana da hırsızsa bizim hırsız. Bizim hırsız deyip geçmeyin, bunlar Müslüman hırsız… İşte geldiğimiz nokta.
Geldiğimiz bu noktanın akabinde bir hafta sonra 7 Haziran’da Türkiye yeni bir seçime girecektir. Bu seçim ya Besmele ile işini yürüten haramzadeler ile asırlardır Anadolu coğrafyasında fitne tohumu ekmek isteyen Haçlı zihniyetinin, ya da Besmele ile hayatını sürdüren ve Türk Devleti, Türk Milleti ve vatanın bütünlüğü için mücadele eden samimi Müslümanların kazanacağı bir seçim olacaktır. Seçim sonrasında oluşacak olan tablonun sorumluluğu da herkese ait olacaktır.
Selametle…