Bir toplumun paylaştığı ortaklıklar
ne kadar çoksa o kadar güçlü,
o kadar sağlıklı, o kadar diri olur.
Nevzat KÖSOĞLU
Kültürün merkezinde insan vardır. İnsanın, sahip olduğu bilgi ve birikime dayanarak ortaya koyduğu kültür ile ilgili her şeyi bu kapsamda ele alabiliriz. Ancak bundan daha geniş bir muhtevaya sahip olan medeniyetin merkezine insanı koyan bütün toplumsal yapılar büyümeye ve gelişmeye elverişli bir zemin oluştururlar. Bu anlamda kültür ve medeniyetin merkezi insandır. Çünkü insanın kültür ve medeniyet adına ortaya koyduğu bütün unsurlar insan hayatını kolaylaştırmak ve daha anlaşılabilir hale koyabilmek adına ortaya çıkmıştır.
Günümüzde medeniyet kavramı sadece şehirleşmek, merkezileşmek, modernleşmek gibi kavramlarla ilişkilendirilerek ele alınmaktadır. Ancak medeniyet kavramı bütün bunların yanında insanı, insan olarak ele aldığı ölçüde gerçek anlamına ulaşılmaktadır. Bu anlamda Yesrib’in Hicret ile birlikte Medine’ye dönüşümün hikâyesini de burada aramak gerekir. Değişen sadece mekân ve kullanılan aletler değildir. Değişen aslında insanın bizatihi kendisidir. Medine, Batılıların tarif ettiği düşünen hayvanın, insan haline gelişinin hikâyesidir aslında. Bu açıdan mesele ele alındığında medeniyet, insan olmanın, insan gibi yaşaması, insanın özüne uygun hareket edişidir.
İnsan, madde ve mana ekseninde ele alınabilir. Bunlardan birinde meydana gelen eksiklik insanın bir bütün olarak etkilemektedir. Bu medeniyet ekseninde ele aldığımızda da, madde ve mana boyutunu birlikte değerlendirmek gerekir. Meseleyi bizim geleneksel anlayış içerisinde ele alınan kültür ve medeniyet yaklaşımı Erol Güngör’ün tabiriyle modernleşme sürecinde meydana gelen rahatsızlıklara karşı pratik endişeler olarak görülmekteydi. Günümüz açık toplumlarında bu pratik endişelerin pratik bir karşılığı kalmamıştır. Dolayısıyla meselenin boyutunu yani medeniyeti ele alırken, toplumsal bir varlık olarak hem insanı hem de insanın içinde bulunduğu toplumu bütün yönleriyle ele almak gerekir. İnsan, değişen ve gelişen dünyada özüne uygun nasıl davranabilir, nasıl yaşayabilir ve nasıl kendisini geliştirebilir? Sorularına cevap aramak, aslında medeniyet anlayışına da cevap vermektir.
Kültür kavramı ise, sosyal bilim literatüründe karşılığı tam olarak görülmese bile, ele alınan bütün yaklaşımların ortak bir tarafı bulunmaktadır. Bu da daha çok kimlik kavramı etrafında ele alınmaktadır. Bu anlamda kültür, kişiyi veya toplumu tarif etmek için kullanılmaktadır. Mesele bu yönüyle ele alındığında kültür kavramı aynı zamanda farklılıkları da ele aldığı için, kültür kavramını en iyi açıklayan ve kültürle ilişkilendirilen bir diğer kavram ise kimliktir. Kimlik ise, Nevzat Kösoğlu’nun Türk Ocaklarında yaptığı bir sohbetinde, kişiyi veya toplumu en yakınındakinden ayıran özellikleri ile tarif etmekteydi. Çünkü kişinin veya toplumun farklı olduğunu gösteren unsur ona yakın olanlarla arasındaki farklardır. Bu anlamda Nevzat Kösoğlu’nun meseleyi bu kadar, yalın ve basite indirgeyerek ele alış şekli bizler içinde önemliydi. Meseleleri karmaşık hale getiren yaklaşımlar karşısında en sade üslubuyla hepimiz üzerinde birer hayranlık uyandırdığını da bu yazımız içerisinde belirtmek isterim.
Kültür ve medeniyet anlayışında ele alınan yaklaşımlarda, kültürü kimlik içerisinde, medeniyeti de insan noktasında ele alabiliriz. Ancak insanların sahip oldukları kimlik, birer üstünlük vesikası değildir. Kimin ne olduğunu, nereye ve hangi geçmişe ait olduğu noktasında bize fikir vermektedir. Burada kişiyi veya toplumu üstün kılan ise, ortaya koyduğu medeniyet anlayışıdır. Çünkü yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi, medeniyetin merkezinde bizatihi insanın kendisi vardır.
İnsan ve toplumlarda istenilen düzeyde değiştiren ve geliştiren iki unsur vardır. Bunlar madde ve mana ekseninde ele alınırlar. Ancak meselenin ehemmiyeti ve kontrol noktası maneviyatın içerisinde olması gerekir. Madde ve mana birlikte ele alınır, ancak maneviyat maddiyatı kontrol edebilecek durumda olması gerekir. Bir karşılaştırma olması bakımından, kişinin yüzük parmağı maddiyata, orta parmağı da maneviyata hitap eder. Bu iki parmak birbirini tamamladığı gibi, görünüş itibariyle de arasında maneviyata yönelik çok az bir fark vardır. Kişi ve toplumlarda böyledir. Seyyid Ahmet Arvasi Hocanın yaklaşımıyla mesele ele alındığında, insan ne sadece maneviyatla, ne de sadece maddiyatla hayatını sürdürebilir. Yesrib’den Medine’ye dönen anlayışta da bunun dengesi vardır. Yani insanı kamil için olması gereken irfanın, madde ve mana bütünlüğü içerisinde ele alınması vardır. Mesele bu şekliyle ele alındığında, hem insan, hem de insanın içinde bulunduğu toplum kurtuluşa erebilir. Çünkü değişen şey, sadece mekân ve uygulamalar değildir. Değişen şey, aslında insanın kendisidir ve dolayısıyla değişen, insanı merkeze alan toplumdur. Medine, böyle bir anlayışın ürünüdür. Bu ürünü ortaya çıkaran insanlığın önderi Resullah (SAV) Efendimize ve onun ashabına binlerce salat-u selam olsun.
Hem birey hem de toplum açısından bu değişimi gösteren iki güzel örnek vardır. Birey açısından Hz. Ömer (RA) Efendimizin ibretlik hayatıdır. Toplum açısından ise Endülüs Emevi Devletidir. Hatta öyle ki, Mekke ve Medine dönemi için iki yaklaşım vardır. Birinci Mekke Dönemi, insanı değiştiren yani insanı insanlaştıran bir dönemdir. Hicret sonrası Medine ise, toplumu inşa süresidir. İnsandan başlayan anlayış, topluma uzanmış ve bir asır sonra dünyanın en büyük medeniyetlerinden birisi olan Endülüs kurulmuştur. Hem bireysel hem de kolektif imanın madde ile muntazam ilişkisiyle ortaya çıkmıştır. Medeniyetin ürünü olan şehir anlayışı, bir cami etrafında şekillendirilmiştir. Bu anlamda da birim medeniyetimizin merkezinde mana, etrafında manayı güçlendiren maddeyle örülmüştür. Savaş meydanında şehadet için mücadele eden Sahabenin, üzerine aldığı zırhın anlamını bu kapsamda ele almak gerekir. Bu anlamda Resullah (SAV) Efendimiz ve Sahabelerin uygulamaları her anlamda bizim için birer örnektir.
Hayatımızı anlamlandıran, manadır. Ancak ülkülerin peşinden gidebilmek için de maddiyata ihtiyaç vardır. Türk’ün Kızıl Elması, Nizamı Alem için verdiği mücadele yani hayatımızın yönünü belirleyen en önemli unsur mana boyutuydu. Bütün bu hedeflere ulaşabilmek için de mananın el verdiği ölçüde maddiyata ihtiyaç vardır. Bu anlamda da hedefe ulaşmak için her yol mubahtır, anlayışı bizim geleneksel anlayışımızda yoktur. Ancak birçok ayette, ibret almaz mısınız gibi kıstasların yanında akletmez misiniz, düşününüz gibi yaklaşımların birçok yerde ifade edildiği görülür. İnsanın aklını kullanması ise kişinin madde boyutuyla ilgilidir. Bilgiye ulaşmanın birer aracı olarak aklı görmektedir. Akıl bu anlamda da kişinin maddiyetını şekillendirmektedir.
İnsan, kalp ve akıldan oluşur. Kalp, maneviyata, akıl ise maddiyata hitap eder. Bizim medeniyetimiz kalbin emrinde olan akıl ile kurulmuş ve geliştirilmiştir. İnsandaki kalp ve akıl arasındaki bütünlük, önce insanı, sonrada içinde bulunduğu toplumu medeniyete doğru sürüklemektedir.
İnsanı göz ardı eden, bireyi şahsiyet olarak ortadan kaldıran bütün sistemler zaman içerisinde yok olmaya mahkûmdur. Medeniyette, insanın kalp ile aklı arasındaki bir bütünlüğün ürünü olarak ortaya çıktığına göre, yeni bir medeniyet ortaya koyacak isek, önce insanı ele almak ve buradan yola çıkarak bir toplum tasavvuru oluşturabiliriz. Ülkülerin yerini ihtiraslara, vefa ve dostluğun yerinin gurur ve kibrin aldığı, sevgi ve dayanışmanın yerini çıkar ortaklıklarının yer aldığı bir toplumdan kâmil manada bir medeniyet çıkartmak mümkün değildir. Yukarıda izah ettiğimiz Medine, aslında bir toplumun nasıl birbirine bağlandığının, nasıl birbiriyle kardeş olduklarının, nasıl inandıkları için yerlerini ve yurtlarını terk ettiklerinin, kısaca hem bireysel hem de kolektif imanın nasıl olması gerektiğinin en güzel örneğidir.
Birey için, liyakat, fedakârlık, feraset ve ihlas; toplum için sevgi, dayanışma, fedakârlık, dostluk, muhabbet, şuur ve ülkü gerekir. Liyakat ve ihlası olmayan bireyden, sevgi, dostluk ve dayanışmanın olmadığı bir toplumdan medeniyet çıkmaz. Bunlara sahip olmayanın da bir medeniyet iddiası içerisinde olması boş bir gürültüden ibarettir.
Büyük medeniyetler de yine Rahmetli Nevzat Kösoğlu Hocamızın bize anlattığı şekliyle, medeniyetler kolektif imanın ürünüdür. Kolektif imanın büyüklüğü ve şiddeti ne ise, ortaya konulan medeniyetin büyüklüğü de onunla doğru orantılıdır.
Bu vesileyle yakın zamanda aramızdan ayrılan Değerli Büyüğümüz Nevzat Kösoğlu’nu bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Selam ve dua ile…