Ve onu mazluma sığınak,/Zalimin Başına dert verdim.
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLUTürkiye’de toplumsal meselelere karşı bakış açılarında bile ideolojik kaygıların belirleyici olduğunu görmekteyiz. Cemil Meriç, bu tür ideolojik yaklaşımları deli gömleği giydirilmiş insan tiplemesiyle tarif etmektedir. Ancak insanın belli bir dünya görüşüne sahip olması ve içinde bulunduğu dünyayı da inandığı değerler etrafında anlamlandırmaya çalışması da son derece doğaldır. Ancak hangi ideolojik veya sosyal düşünceler açısından toplumsal meselelere yaklaşırsak yaklaşalım belli konularda ortak hassasiyetler ortaya koyabilmek önemlidir.
Bugün Türkiye’de özellikle yakın geçmişten günümüze kadar geçen toplumsal olaylar irdelendiğinde millet ortak hassasiyetlerin ortaya konulmasında önyargılarımız ve ideolojik bakış açılarımızın belirleyici olduğunu görmekteyiz.
Toplumsal meseleleri ister milli, ister dini ister, insani değerler açısından ele alalım sonuç olarak varmak istediğimiz nokta büyük ölçüde aynıdır. Ancak meselenin hassasiyet boyutu nerede ağırlıklı ise, diğer tarafların geri itildiği hatta meselenin o yönüyle ele alınmasının sakıncaları anlatılır. Bir konu milli hassasiyetlerle ele alınırsa, dini ve insani açıdan meseleye yaklaşanlar için ırkçılık, faşistlik gibi ithamlara maruz kalmaktadır. Aynı şekilde dini hassasiyetlerle meseleye yaklaşanlara karşı, milli ve insani hassasiyetleri olduğunu iddia edenlerin yobaz veya hümanizm çerçevesinde meseleyi ele aldıkları görülmektedir. Diğer taraftan meseleyi insani boyutta ele alanlara karşı, milli ve dini hassasiyetleri olanların yaklaşımında ise değerler düşmanı gözüyle bakılmaktadır. Bu yönüyle meseleyi ele aldığımızda oluşturduğumuz önyargılar veya ideolojik saplantılar toplumsal olaylara karşı yaklaşımımızı etkilemektedir.
Türkiye’de Filistin meselesi siyasal İslamcılığın, Doğu Türkistan meselesi Türk Milliyetçilerinin, hak ve özgürlükler mücadelesi de sosyalistlerin meselesidir gibi bir algı oluştuğunu görmekteyiz. Özellikle iktidarın rengine göre Türkiye’de ve Dünya’daki toplumsal olaylara karşı önceliği, toplumun geri kalanı tarafından meselenin nasıl algılanması gerektiği noktasında bir referans kaynağı haline gelmektedir. Burada duygulardan ziyade insanımızın meselelere tepkisel yaklaştığı kanaatindeyiz. Bugün özellikle Türk İslam coğrafyası başta olmak üzere Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Afganistan’da, Arakan’da ve diğer yerlerde yaşananlar karşısında hangi bakış açısına sahip olursak olalım hassasiyetlerin aynı olduğunu düşünüyoruz. Kimisi meseleyi milli, kimisi, dini, kimisi de insani hasletlerle meseleyi ele almaktadır. Ancak meselenin itici boyutunda ise ideolojik saplantıların devreye girdiğini görmekteyiz. Filistin, Gazze ve Mısır meselesini siyasal İslamcılar iman kurtarma meselesi olarak ele almaktadır. Müslüman olmamızın gereği olarak gücümüz yettiğince elimizle, dilimizle ya da buğz ederek İsrail’e karşı birlikte olmak Müslüman olmamızın bir gereğidir. Dünyada başka Müslümanlar yoktur, sadece bunlar vardır gibi bir yaklaşım bulunmaktadır. Mesele böyle olunca, Filistin meselesi siyasal İslamcıların ya da sadece AKP’ye gönül verenlerin meselesi haline gelmiştir. Haliyle Doğu Türkistan, Kırım, Musul ve Kerkük’te yaşananlar da sadece Türk Milliyetçilerinin meselesi haline gelmiştir. Bu bakış açısı öyle hale gelmiştir ki, siyasal İslamcı veya AKP’ye gönül verenlerin birçoğunda Müslüman sadece Müslümandır. Bir kişi Türk ise Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır noktasına gelmektedir. Bazı Türk Milliyetçilerinde de buna benzer farklı tepkiler görülmektedir. Türk Dünyasının çeşitli yerlerinde yaşanan zulme kayıtsız kalan ve gözünü sürekli Türk olmayan Müslümanlar üzerine yoğunlaştırmış siyasal İslamcılığa karşı meselenin sadece Müslüman Türk boyutunu ele almakta ve sadece onunla ilgili hassasiyetler ortaya koymaktadır. Bunun yanında meseleye kendisi gibi yaklaşmayanlara karşı ise neredeyse münafık noktasında gören bakış açıları geliştirdiğini görmekteyiz. Burada her iki tarafında sakat bir bakış açısı geliştirdiğini söyleyebiliriz.
Buradaki en büyük açmazda Türk Milliyetçilerinin, kendilerini nerede konumlandırdığında yatmaktadır. Türk Milliyetçileri dini meseleleri, siyasal İslamcılara, milli meseleleri de ulusalcılara emanet edildiği bir süreci yaşamaktadır. 7 Haziran seçim sonuçlarını bu gözle değerlendirdiğimizde de ortaya çıkan sonuçta bunun etkisi görülebilir. Dini ve milli meselelerdeki toplumsal karşılığına bakıldığında sonuç oldukça düşündürücüdür. Özellikle bütün söylemlerinde toplumsal birlik ve beraberliğe yönelik mesajların yoğun olarak kullanılmasına karşı elde edilen sonuç üzerine çok yönlü düşünülmesi gerekmektedir. Bugün söylem bütünlük iken, ortaya çıkan algı bir etnik yapıyı temsil eder bir görünüm sergilemektedir. Bugüne kadar Türk Milliyetçiliğine yön veren dava ve fikir adamlarında etnik bir vurgu veya söyleme rastlanmamaktadır. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisi, milleti, sosyolojik bir yapı olarak gören ve onun tarihsel ve kültürel gerçeklerine uygun bir zeminde siyaset yapmaya çalışan bir siyasi hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu birikim yakın geçmişte oluşan bir aklın ürünü değildir. Türk tarihinin köklerinden bugüne kadar süzüle süzüle gelen ve bunu gelecek nesillere taşımaya çalışan bir siyasi hareketi temsil etmektedir. Toplumsal olaylara reaktif tepkiler vererek, toplumsal meseleler çözülmez. Çünkü Türk Milliyetçiliği veya Ülkücü Hareket alternatif çözümler üretebilen aksiyoner bir harekettir. Özellikle Türk Milliyetçilerinin milli, dini ve insani meselelerdeki yaklaşımında her zaman bir tutarlılık olması gerekir. Tutarlı olmak, doğruluğu da içinde barındıran tarafı bulunmaktadır. Türk Milliyetçileri, kendi konumunu ve yaklaşımını başkalarına göre belirleyen bir hareket değildir. O yüzden bir Ülkücü, nerede bir mazlum Türk varsa, onun acısını hissettiği gibi, nerede mazlum bir Müslüman ve insan varsa onun acısını yüreğinde taşıyandır. Türk Milliyetçilerinin meseleye yaklaşımında, birini bırakmak, ötekileştirmek veya reddetmek gibi anlayışı yoktur. Filistin meselesi bugün sadece AKP’nin meselesi değildir. Birileri Türkistan Davasına, Kırım’da, Irak’ta yaşananlara seyirci kalsa bile Türk Milliyetçileri Suriye’de, Gazze’de, Arakan’da zulme uğrayan Müslümanların yaşadıklarını yüreğinde hisseder. Diyoruz ya, Türk Milliyetçiliği reaksiyoner bir hareket değildir. Ancak Türk Milliyetçileri herhangi bir toplumsal olaya karşı, kendi düşünce perspektifinde meseleyi ele alır ve kendini ona göre konumlandırır. Buna göre AKP’nin Gazze veya Filistin meselesine destek vermekten ziyade, Türk Milliyetçilerinin Gazze veya Filistin meselesine kendi düşünce perspektifinde yaklaşması gerekmektedir. Bu açıdan Türk Milliyetçileri toplumsal olaylara kendi bakış açısında ele alır ve ona uygun eylemler geliştirir.
Ancak bugün gelinen noktaya bakıldığında Türk Milliyetçiliğini kendisine bayrak edinmiş bütün kurum veya kuruluşlardaki bakış açısından ziyade yukarıda ifade etmeye çalıştığımız reaksiyoner bir yaklaşım ele alınmaktadır. Bunun sonucu da milli ve dini meselelerde kim kendini daha iyi ifade ediyorsa, meydan ona kalmaktadır. Bizim yapmamız gereken ne yaptığını bilen, ne istediğini bilen aksiyoner bir Türk Milliyetçiliğini yeniden kendimize bayrak edinmemizdir. Ülkücü Hareketin geçmişinde Filistin için, ezilen Müslümanlar için yapılan eylemlere bakıldığında bunu görebiliriz.
Türk Milliyetçileri toplumsal olayları ele alırken reaksiyoner değildir. Türk’ün, Müslüman Türk’ün ve mazlum insanların yaşadığı her acıyı yüreğinde hisseder. Bunun için de bulunduğu yere göre uygun konumda kendini ifade eder. Gücü yettiğinde eliyle ve diliyle meseleyi çözmeye çalışır. Bunları da yapacak gücü yoksa buğz eder. Ancak Türk Milliyetçileri, insanlığın bir milletler halinde zuhur ettiğinin farkında ve şuurundadır. Ailesini, milletdaşını, dindaşını ve insanlığın hangi ortak gayeler etrafında oluştuğunun bilincindedir. Buna göre bir Ülkücü, hak ve hakkaniyet adına gücü yettiğince bunların her birisine destek olmayı vazife olarak görür.
Ancak bunun şuurunda olmayan siyasal İslamcı veya ulusalcı anlayışa sahip olanlara da doğru bakış açısını göstermek Türk Milliyetçilerinin görevlerinden birisidir. Toplumumun bütününü kapsayacak, millet şuurunu canlı tutacak zihniyet ve heyecan ancak Ülkücüler de mevcuttur. Bugün Doğu Türkistan’da zulme uğrayan ve katledilen Müslüman Türk, bütün Türk Milletinin meselesidir. Bunu da kendinden meçhul ve kafasını belli kalıplara gömen zihniyete karşı da Araplar dışında da Müslümanlar olduğunu, hatta Türklerin de Müslüman olduğunu bıkmadan usanmadan hatırlatmak zorundayız. Bunu yapmak için, gündelik siyasi kaygılarla meseleleri ele alırsak, oluşan bu tabloyu değiştirmek zordur. Bütün bu toplumsal olayları, millete mal edecek ve toplumun bütün kesimlerini belli hassasiyetler etrafında bütünleştirebilmek önemlidir. Kimini milli, kimini dini kimisi de insani yaklaşımlar açısından meseleye yaklaşsın… Önemli olan mazlum olanın yanında durabilmektir. Hele hele bu mazlum Müslüman bir Türk ise, Türk Milliyetçilerinin ızdırap kaynağı haline gelir.
Bütün bu meselelere yaklaşımda Türk Milliyetçilerinin hassasiyeti aynıdır. İster Doğu Türkistan, ister Filistin, isterse gayri müslim olsun… Ancak bütün bu olaylara yaklaşımında Türk Milliyetçilerinin kendi üslubu ve yöntemleriyle meseleyi ele alması önemlidir.
Ancak bugün gelinen noktada, Gazze meselesi, AKP’nin, Türkmenler meselesi MHP’nin gibi bir algı oluşmaktadır. Tıpkı seçim sonucunda Kürtçülerin karşısında Türkçülüğü savunan bir siyasi algının oluşması gibi… Evet Türk Milliyetçileri Türkçü bir siyasi hareketin mensubudur, ancak Türk Milliyetçiliği veya Türkçülük, Türkiye’deki bir etnik yapının karşılığı değildir.
Bu açından bütün bu toplumsal meseleleri değerlendirecek olursak, Türk Milliyetçilerinin kendi öz eleştirilerini yapmaları, dini ve milli meselelerde hangi açından olayları ele aldığı noktasında dikkatli olmak zorundadır. Milli yapıyı ve milli kimliği güçlendirecek, milletin birlik ve bütünlüğünü sağlayacak daha rasyonel, daha reel ve somut çalışmalar yapılması gerekir. Bunları yapamazsa, Türk Milliyetçileri, İslamcılar ile ulusalcıların arasında sıkışıp kalacaktır. Bugün Türkiye’de siyaseti belirleyen iki grup bulunmaktadır. Bunlar içerisinde toplumun genel yapısı muhafazakârlığa meyilli olduğundan dolayı İslamcılar, genel itibariyle siyaseten başarılı olacaktır.