İslâmiyeti ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir.
Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.
Alparslan TÜRKEŞ
Ülkücülük, milliyet ve mukaddesatı bir bütün olarak içerisinde barındıran bir harekettir. Hareketin mahiyetine bakıldığında, çok farklı insan profillerini içerisinde barındırabilir. Bu anlamda Ülkücülük, bir fikir, bir gönül hareketidir. Ancak Ülkücülük, aynı zamanda bir siyasi harekettir. Hem gönül dünyasını bir şahsiyet olarak zenginleştiren, hem de cemiyet olarak kolektif iman etrafında hareket etmeye yönlendiren bir harekettir.
Modernleşme sürecinde ortaya çıkan milli yapılar da kendi içerisinde farklı düşünceleri barındırıyordu. Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in başında milliyetçilik serüveni kimi zaman tepkisel, kimi zaman da doğal bir sürecin etkisinde kendisini göstermiştir. Tepkisel olarak ortaya çıkanların gösterdikleri tepkiler, Türk kimliğinden ziyade, İslam ahlakına yönelik tepkilerdi… Öyle ki tarihin sadece İslamiyet öncesi Türk tarihini ele alan, ve İslamiyet’le birlikte oluşan Türk tarihi ya görmezlikten gelinmeye ya da Türk’ün karanlık dönemleri olarak gören bir anlayış oluşmuştu. Diğer taraftan da bir kısmı da Türk Milleti’nin millet olarak oluşmaya başladığı dönemi Anadoluculuk adı altında 1071’den itibaren oluşmaya başladığını iddia edenler olmuştu. Bugün buna göre Türklerin tarihi Malazgirt Savaşı ile birlikte ele alınması gerektiğini iddia edilmişti. Bize göre, İslamiyet öncesini reddeden anlayış ile İslamiyet sonrasını kabul eden anlayış arasında bir fark yoktur. Çünkü millet hayatı, dinamik bir yapıdır. Zamana ve mekana göre değişim olması doğaldır. Bir millet için ortaya konulan milat tarihlerinin çok fazla bir kıymet hükmü yoktur. Çünkü millet hayatı, tarihsel bir bütünlük içerisinde hareket eder. Bu bütünlüğün önemli kırılma noktaları, değişimi çok farklı eksende oluşmasına sebep olan zamanlar olmuştur. Ancak bir millet, bütün bu değişimlere rağmen bile, tavır, davranış ve reflekslerinde önemli bir değişiklik olmamıştır. Bir millet hayatı için, her karşılaşılan yeni durumu, varolan durumuna göre uyarlamaya çalışmıştır. Bu anlamda İslamiyet öncesi Gök Tanrı inancı ile, İslamiyet sonrası Allah (CC) inancı arasında yaşamsal olarak önemli benzerlikler bulunmaktadır. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, bir toplumun dini hayatının sosyolojik bir yaklaşımı ve uygulama alanı vardır. Bu da her toplumun kendine ait bir üslup içerisinde yaşamasını sağlamaktadır.
Ülkücüler için, Türk tarihi bir bütündür. Tarihin bilinen en eski kaynaklarından itibaren Türk tarihini kendi tarihi olarak görür. Bu anlamda Sakalardan, Göktürklere, Karahanlılardan, Selçuklulara, Selçuklulardan Osmanlılara ve nihayetinde Cumhuriyetin günümüze getirdiği bütün tarihsel süreçleri bir bütün olarak görür ve değerlendirir. Merkezi Ötüken’den, Malazgirt’e, Malazgirt’ten Söğüt’e kadar uzanan büyük coğrafyayı da Milli Ruhun yaşadığı coğrafya olarak görür… Ve bu anlamda da Türk’ün mezarının olduğu her yeri vatan olarak görür.
Ülkücüler, aynı zamanda bir inanç hareketidir. Atsız’ın tabiriyle Türk kimliğini oluşturan ve koruyan ve de geliştiren din İslam Dinidir. İslam dini, Türk Milletinin milli kimliğini muhafazasında önemli bir yapı olarak günümüze gelmiştir. Bu anlamda Türkler, yaşadığı coğrafyalarda istisnalar ve küçük nüfuslu topluluklar hariç genel itibariyle Müslüman bir toplumdur. Hele hele yaşanılan Oğuz Türklerinin yaşadığı önasya ve Anadolu coğrafyasındakilerin hemen hemen ekseriyeti Müslümandır. Türk kültürünün İslamiyet ile uygun olanlar kültürel olarak varlığını devam ettirmiş, İslamiyet’e uygun olmayan da kültürel olarak zamanla uyarlanmaya çalışılmıştır. Bu anlayışa göre Türk Müslümanlığı denilen bir yaşam tarzı ortaya çıkmıştır. Bir Ülkücü’de, Türk’ün bu yaşam tarzına uygun bir hayatı yaşama ve yaşatma kararlılığında olan kişidir.
Ülkücüler, gündelik meselelere öyle takılıp kalmazlar. Bugünkü yaşanılan meseleleri, tarihsel bütünlüğe uygun ve yakışır şekilde ele alır ve yine tarihsel bir sürecin uzantısı olarak geleceğe taşımaya çalışırlar. Bu anlamda tarihsel bütünlük içerisinde, her toplum ve kültür hayatında kıymet verilen, değerler sistemi oluşmuştur. Bir ülkücü de bu değerler sistemini, kendi ana refleksi olarak görür. Çoğu zaman farkında olmadan, kişinin duygu, düşünce ve davranışına yön veren bu değerler sisteminin çoğu zaman şuurunda olan kişidir, Ülkücü…
Tepkisel bir süreç içerisinde ortaya çıkan milliyetçilik anlayışlarına karşı, sosyolojik olarak millet gerçeğinden yola çıkarak yeni bir yol çizilmeye çalışılmıştır. Buna göre milliyet ve mukaddesatı bütünleştiren bir anlayış içerisinde yeni bir kavram ve tipoloji ortaya çıkmıştır. Günümüzde buna Ülkücü diyoruz. Kavram itibariyle hem Türk tarihinin bütününe hem de İslam ahlak ve faziletini birlikte ele alınmasıdır. Bu anlamda Ülkücü kimdir denildiğinde, ilk akla gelen, insanlığın en şereflisi ve her şeyiyle insanlığa model olan Resullah (SAV) Efendimizdir. İnsan ve toplum hayatına ait her türlü ölçüyü Peygamber Efendimiz (SAV) in hayatında bulabiliriz. Buna göre Ülkücülerin, yayılma metodu da Resullah (SAV) Efendimizin öğretileri ile aynı doğrultudadır. Aileden, akrabaya ve nihayetinde en büyük sosyal grup olan millete kadar uzanan bir bağlılık vardır. Ülkücüler, Milleti bir arada tutan bütün kıymet hükümlerine sadakatla bağlıdır. Devlet, bayrak, din, dil, tarih, millet, vatan, kültürel yaşantılar gibi bir milleti, millet olmasını gösteren bütün unsurlara bağlı olanlar Ülkücülerdir. Bugün toplumumuz içerisinde, yukarıda saydığımız milleti oluşturan unsurlar arasında birini kabul etme veya reddetme söz konusu değildir. Ülkücü, bütün bunların hepsini olduğunu gibi kabul eder. Devleti ebed müddet, Bayrağın hür dalgalanması, diline, dinine, tarihine, vatanına, örf, adet ve geleneklerin yaşatıldığı değerler sistemine elinden geldiğinde bağlı kalmaya çalışırlar. Ülkücüler, sadece bunları yaşamakla kalmazlar, aynı zamanda bir siyasi hareket olması hasebiyle de toplumun her kesiminde bunların yaşatılmasının da siyasetini üretmeye çalışırlar.
Ülkücüler aynı zamanda bir medeniyet iddiası içerisinde olmayı da gerektirir. Bir medeniyet tasavvuru oluşturabilmenin ön koşulunun kolektif imanın gelişmesinde görürler. Çünkü büyük medeniyetler, kolektif iman sayesinde oluşurlar. Ülkücüler, bu anlamda da alemlere nizam vermeyi kendine Ülkü edinmiş bir davanın mensuplarıdır. Ülkücülerin sahip olduğu inanç ve yaşatı, sadece kitaplarda okunarak kazanılmış veya öğrenilmiş bir bilgi değildir. Yani Ülkücülerin, ülkücü olması bir çoğu için bir tercih meselesi değildir. Ülkücüler, içi dolu olan bir iman hareketinin mensupları olduğuna inanırlar. Bu anlamda Ülkücülüğün, tek doğru fikir hareketi olduğunu iddia eder ve buna göre de bunun mücadelesini verir. En doğru, en haklı davanın mensupları olduğunun şuurundan hareketle, Türkiye’ye, Türk Dünyasına, İslam Alemine ve insanlığa yönelik katkılar sağlamaya çalışır.
Bir Ülkücü, bir yandan bireysel olarak kendi ruh dünyasını tamir ile uğraşırken, diğer yandan da yaşadıklarından yola çıkarak toplumu da tamir etmeyi kendisine vazife edinmiştir. Ancak her bir Ülkücü, toplumu değiştirmenin, önce insanın kendisini değiştirmesi gerektiğine inanarak yola çıkar.
Söz verdiğinde sözünde duran, emanete sahip çıkan, dedikodu üretmeyen, çözüm yolları arayan, kendisini davasının emrinde hayatını tanzim etmeye çalışanlar Ülkücüdür.
Ülkücüler, aynı zamanda bir siyasi hareketin de mensuplarıdır. Toplumu değiştirecek, dönüştürecek olan unsurun siyaset olduğunun da bilincindedir. Ancak bizim siyasetimizin üç temel ayağı vardır. Bunlar milliyetçilik, ülkücülük ve ahlakçılıktır. Bu anlayış, ayrılmaz bir bütün olarak ele alınır. Buna göre bir Ülkücü, hem milliyetçi hem de mukaddesatçı olmak mecburiyetindedir. Bizim ahlakçılık anlayışımız da, Türk inancını bir bütün olarak ele aldığımız çerçevedir.
Bugün burada anlatmaya çalıştığımız, klasik ve her problemde başvurulan bir kadim anlayış değildir. İnsanlığın hep özlem duyduğu geçmişin, bugün aynı formatta ele alınamayağı bir gerçektir. Ancak bir medeniyet iddiası içerisinde olanların da geçmiş, bugün ve gelecek arasında bir köprü kurmak zorundadır. Ancak kadim olarak hatırlatılan ise ortaya çıkan kolektif imandır. Bu anlamda da Ülkücüler için asrı saadet dönemi olarak ifade edebileceğimiz 12 Eylül öncesi dönemin özeliği ise, dönemin zorlu koşullarında ortaya çıkan kolektif imanın büyüklüğüydü. Tehlike karşısında, birlikte hareket etme zorunluluğu, birçok insanı şuurlu veya şuursuz bir araya getirmişti. Bugün bu şuurda hareket edenler kolektif imanın lezzetiyle geçmişe özlem duyarken, şuursuz bir şekilde Ülkücülerin arasına katılanlar da bugün maalesef gündelik siyasetin malzemesi olarak savrulup gitmektedirler. Ancak herkes için kıymetli olan ise Ülkücülük olmuştur.
Bugün toplumun çok farklı kesimlerinde milliyetçilik iddiasında olanlar vardır. Ancak bunlar arasındaki belirgin farkları ortaya konulması açısından da Ülkücülük kavramı özel bir kavram olarak ele alınmıştır. Herkes milliyetçi olabilir… Bu her Ülkücünün temennisidir. Ancak herkes Ülkücü olamaz. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi Ülkücüler, mukaddes bir davanın mensupları olduğuna inanırlar. Bu da dünya ve ahiret hayatını bir bütün olarak görürler. Şimdi sabah namazı için cemaat olmak için camiine gitmeye üşenenlerin ortaya koyacağı medeniyet anlayışının ruh dünyasından bir şey çıkmaz. Çünkü Ülkücüler, madde ve mana ekseninde mücadeleyi birlikte yürütür. Bu anlamda da Türk Milletine mana kazandıran her şeye özelikle sahip çıkar.
Bugün Ülkücülerin, en temel sorunlarından birisi kendi özüne uygun bir dünya tasarlamaktan ziyade, gündelik siyasete yönelik reçeteler ortaya konulmaya çalışılmasındandır. İktidar olmak her Ülkücünün beklentisidir, ancak iktidar olmak için her yol mubahtır anlayışı bir ahlakçılık anlayışımıza uygun değildir. Başbuğ Alparslan Türkeş, Ülkücülerin iktidar yolculuğunu son halka olarak görmektedir. Buna göre Başbuğ, mücadeleye başladığı andan itibaren, fikir, kadro ve iktidar söylemiyle mücadelesini sürdürmüştür. Burada önemli olan fikirlerdir. Fikirler, sadece günün koşullarında elde edilmiş fikirler değildi. Türk tarihinin bütün birikimleri ile dönemin gerektirdiği koşullarla birlikte oluşturulan bir sentez vardı. Bunları 9 Işık etrafında ele almış, bunu önce Ülkücülerin anlamasını, sonra da topluma kadar genişletebilecek siyaset üretebilmenin yoluna gitmiştir. Kadrodan kastedilen de, sadece iktidarlarda kenarda bekleyenlere makam ve mevki dağıtmak kastedilmemiştir. Kadrodan kastedilen de insan yetiştirmektir. Yani Ülkücü insanları yetiştirmektir. Bunun içinde en uygun zemin olarak Ocaklar görülmüştür. Başbuğ, nitelikli, inançlı Ülkücü kadrolar yetiştikçe, zamanla iktidarında geleceğine inanıyordu. Ancak bu iktidar yolculuğunun o kadar kolay olmayacağını, kısa vadede bir beklentisi olanların aramızda fazla beklememeleri gerektiğini ifade eden veciz sözlerini her Ülkücü bilir. Bunun yanında Başbuğ, Ülkücülerin yolunun da Hak, yolu hakikat yolu, Allah yolu olduğunun da altını çizmiştir. Hatta bu iktidar yolculuğunda sandıktan tek bir oy dahi çıkmasa inançlarımızdan ve değerlerimizden taviz verilmeyeceğini de göstermiştir. Çünkü daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi, Türkiye’de Türk Milliyetçiliğinin mücadelesini vermek, hele hele Ülkücü olmak kolay değildir.
Ülkücüler olarak Ülkücü Hareketin sorumluluğunu alanların meseleleri bütün yönleriyle ele almaları gerekmektedir. İçeride olanların binadan dışarı çıkmaları ve istişareye açık hale gelmeleri önemlidir. Dışarı da olanların da Ülkücülerin sağlıklı bir zeminde tartışabilecekleri ve içeride olanlarla da istişareye açık hale gelmeleri gerekir. Yoksa mesele sadece 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarıyla ele alınacaktır. Halbuki bunun ötesinde çok daha derin problemler bulunmaktadır. Derin problemlerden kastedilenler de fikri derinlik değildir. Çünkü Ülkücüler, fikri olarak en haklı ve en doğru fikrin mensuplarıdır. Ancak buna uygun Ülkücü yetiştirme yani kadro oluşturmada ve gündelik hayata yönelik pratik çözümler üretebilen bir siyasi yaklaşımın yetersiz oluşudur. Bu ikisi arasında ahenk sağlanabildiği ölçüde Ülkücü hareket, yeniden bir medeniyet tasavvuru etrafında mücadelesini sürdürebilecek kuvveti kendisinde bulacaktır. Bütün bu problemleri de ancak Ülkücü gibi düşünenler çözebilir.
Selam ve dua ile…